*

  • yıllar önce, cumartesi-pazar günleri trt1'de "yeşil vadi adıyla yayınlanmış bir anime.
    uzay gemisi- denizaltı karışımı kapkara bir gemi, bir dağın tepesinden geçer,
    kızıl göklerde ölen insanların ruhlarını toplardı. o ruhlar kırmızı kuşlara dönüşür ve gemiye doğru uçarlardı. o dağın tepesinde, siyahlı bir kadın sürekli ağlar ve ölen nişanlısının ona dönmesi için gemiye doğru haykırır, yalvarırdı. bir de düşman ülkelerin prensi ve prensesi birbirlerine aşıktı. prensin babasının son isteği prensesin ülkesinin ele geçirilmesi olduğundan işgale başlamıştı. sonunda karanlık bir mağarada, bir köprüde buluşmuşlar, kız önce sevgilisini, sonra da kendisini vurmuştu. rüyalarıma girmiştir benim, özellikle de finali.yıllar sonra adının legend of windaria olduğunu öğrendim.
  • 1986 yapımı anime. 90'lı yılların başlarında trt'de yayınlanmıştı. hayal kırıklıkları ve aşk acısını anlatan bir anime olmasına rağmen bu kadar zamandan sonra hala hatırlanacak kadar etkileyiciydi.
  • ingilizce adı legend of fabulous battle windaria / once upon a time olan, kunihiko yuyamanın yönettiği 1986 yapımı anime. ayrıca film keisuke fujikawa'nın aynı isimli romanına dayanıyormuş.

    konusu: (filmi özetlemeye içim el vermedi, biraz uzun oldu ama tamamıyla anlattım.)
    üç ayrı bölgeden oluşuyor filmdeki dünya: etrafı sularla çevrili ıtha, endüstriye dayalı bir krallık olan paro ve çiftçilerin yaşadığı the village of blossoms (çiçekler köyü). bu vadide yaşayan ızu ve marin adında bir çift var, ıtha'da kendi yetiştirdikleri ürünleri satarak para kazanıyorlar. ıtha ve paro krallıkları ise temiz su paylaşımı konusunda bir sıkıntı içinde.

    film hayalet gemi ile başlıyor. hayalet gemi denilen, ölenlerin ruhlarının -ki kırmızı kuş silüetli bir varlık gibi gözüküyor filmde o ruhlar- toplandığı, bir kaptan tarafından uçurulan bir tür hava aracı. filmin başında insanlar bir cenaze töreni için toplanmış, ruhun hayalet gemi’ye uçuşunu izliyoruz.

    başkahraman ızu büyük hayalleri olan bir genç adam. zengin olmak, aşkı marin'e harika bir hayat yaşatma arzusunda. bir gün ikisi şehirde satış yaparken içeri bir casus giriyor, baraj kapağının anahtarını çalıyor ve şehrin sular altında kalması için kapağı kaldırıyor. o sırada baraj güvenliğinden sorumlu olan arkadaşına -ki kendisi o gittikten sonra uykuya dalıyor- uğramış olan izu olanları görüp büyük bir uğraş ile barajın kapanmasını sağlıyor ve şehir bir felaketten kurtuluyor. şehrin prensesi ahnas casusu yakalıyor ve adam kraliçenin huzuruna çıkarılıyor. orada paro için çalıştığını itiraf ediyor ve hapse atılıyor.

    ıtha ve paro aynı anda farklı saraylarda savaş planları içindeyken ıtha'nın prensesi ahnas ve paro'nun prensi jill çok üzgün. çünkü iki genç veliaht, krallıklar arasındaki bu savaşa kadar giden anlaşmazlığa rağmen birbirlerine deliler gibi âşık. ailelerinden gizli, iki şehir arasındaki büyülü ormanda buluşup görüşmekteler. bu olaydan sonraki buluşmalarında bu savaşı engelleyeceklerine ve ne olursa olsun birbirlerinden vazgeçmeyeceklerine dair söz veriyorlar.

    bu sırada vadideki köy halkı eğer bir savaş çıkarsa kimin yanında olacağı konusunda kararsız. (bununla ilgili yaptıkları toplantı sırasında druid’i -kelt rahibi deniyormuş sanırım onlara ayrıca- görüyoruz filmde ilk kez. uçurumun kıyısına hayalet gemi’nin kaptanını, sevgilisini, beklemeye gidiyor her gün olduğu gibi. marin’in dediğine göre sevgilisinden kaptan olmasını o istemiş, sonra bu isteğinden çok pişman olmuş ama kaptan on yıl boyunca görevde kalmak zorunda olduğundan yapacak hiçbir şey yokmuş. bu yüzden druid her gün onu görebilme umuduyla hayalet gemi’yi beklemeye gidiyor.)

    bir gece ızu'ya paro tarafından gönderilmiş bir görevli geliyor ve ondan paro'ya gelerek onlara yardım etmesini istiyor, tam da onun arzuladığı harika bir hayat vaadi ile. hatta başlangıç olarak da motor benzeri bir araç veriyor bunun ilk ödeme olduğunu söyleyerek ve gidiyor. ızu onu kullanarak evine gelirken kararını çoktan vermiş durumda. evde eşi marin ona ıtha'nın gönderdiği değerli taşlarla süslü hediyeyi göstererek, onların yardım talep ettiklerini söylüyor. ama ızu paro'nun teklifinin daha kârlı olduğu kanaatinde. marin "beni bırakıp gidecek misin" diye sarılıyor ona. gitmesini hiç istemiyor. ızu ise bunun geçici olduğunu, karşılığında çok harika ödüller alacağını ve mutlaka geriye döneceğini söylüyor. gözlerinde o şatafatlı hayata dair heyecan var.

    bir gece ızu marin'i uyandırmamaya çalışarak yataktan çıkıyor, çizmelerini giyiyor ve aşağı kata iniyor. ama marin uyanıyor ve yanına gelip "gitmekte kararlı mısın?" diye soruyor. ızu evet deyince çekmeceye gidip daha önce onun için aldığı bıçağı uzatıyor, "böyle olacağını biliyordum" diyerek. bunu hep yanında taşımasını ve onu hatırlamasını istiyor ve elbette çok dikkatli olmasını. böylece gidiyor ızu.

    paro’da ise kral ordunun yönetimini ve yeniden şehrin yapılanmasını oğluna devretmek istiyor. jill’in savaşı durdurma isteklerinin, tüm sözlerinin kral ve kraliçe üzerinde hiçbir etkisi olmuyor. babası ona ıtha’yı almasını emrediyor.

    ıtha’da durum paro’dakinden farklı değil, halkın tüm neşesinin yanında savaş hazırlıkları yapılıyor, çocuklar silahların düzenlenişini izliyor, savaş araçlarının kalkışına şahit oluyor. kraliçe sarayda hazırlıklarla ilgili bir konuşma yapmaktayken ahnas geliyor ve annesine prens jill ile evlenmek istediğini söylüyor. böylece ıtha ve paro tek bir ulus olacak ve ortada savaşacak bir şey kalamayacak. annesi ise onlara asla güvenemeyeceğini, böyle bir evliliğin olmayacağını söylüyor. ahnas’ın savaşı durdurma çabaları da jill’inki gibi başarısız oluyor. kısa süre sonra ise kraliçe rahatsızlanıyor.

    yola çıkan bir ıtha balonu paro uçakları tarafından saldırıya uğruyor, hem uçaklar hem de balon mahvoluyor ve bu savaşın kesin başlangıcı olarak görülüyor. o patlayışı fark eden köy halkı kaçma hazırlıklarına başlıyor ama marin köyde kalıp ızu’yu beklemekte ısrar ediyor. onun geri döneceğinden emin.

    paro’nun bu savaş tatbikatı başarısızlığından sonra kral çok kızgın. jill ise ona bu hırstan vazgeçmesi gerektiğini, savaşı onların başlattığını söylüyor. babası onu bozulmakla suçladığında jill “bozulan senin kalbin” diyor. babası ona kılıç çekiyor ve ona eğer girilen savaşı kazanmanın önemini anlayamıyorsa onun artık paro prensi olamayacağını söylüyor. ardından oğluna saldırdığında kılıç jill’in eline geçiyor bir an ve krala saplanıyor. kral ağır şekilde yaralanıyor ve dudaklarından dökülen “jill…” sözüyle hayatını kaybediyor. jill bunun sonucu olarak paro’nun lideri olmak zorunda bırakılıyor. orduyu topluyor ve insanların ruhunu yansıtan ormanda -prens ve prensesin buluştuğu- ilerleyerek ıtha’nın üstüne geliyor. prenses bunu mesaj getiren askerden öğreniyor ve ihanete uğradığını anlıyor. kraliçe ise bu haberle daha da kötüleşiyor. ahnas yönetimi eline almaya karar veriyor.

    ızu, paro’da hiç de beklediği şekilde karşılanmıyor. büyük uğraşlar sonucu saraya geldiğinde kapıdaki askerler giriş iznini dikkate almıyorlar bile. (üstelik aynı askerler ahnas’ın jill’e gönderdiği mektubu taşıyan güvercini de vuruyorlar.) şehrin sokaklarında öylece kalıyor ama nihayet içeri girmeyi ve kraliçenin karşısına çıkmayı başarıyor. danışman kraliçeyi planlarına ikna ediyor. kraliçe eğer başarılı olursa ızu’ya altından bir kale ve güzel bir kadın vaadediyor. ızu savaşın ilerlediği ormandan geçerek ıtha’ya doğru yol alıyor. marin hâlâ onu beklemekte. ızu ıtha’ya geliyor ve daha önce kapatarak kahraman olduğu baraj kapısını bu kez kendi elleriyle açıyor. tüm şehir sular altında kalıyor, su insanların sığındığı kiliseye kadar geliyor.

    paro ormanı geçmeyi başarıyor ve jill’in ordusu ile ahnas’ın ordusu karşı karşıya geliyor. jill kumandanın ahnas’ta olduğunu görerek şoka uğruyor. ahnas onu savaş hâlâ sürerken görüşmeye çağırıyor, daha önce defalarca buluştukları ormanda. ahnas paro’nun ıtha’ya, onun da kendisine ihanet ettiğini ve geri çekilmesi gerektiğini, ilişkilerinin ancak bu şekilde yara almadan devam edebileceğini söylüyor. jill’se halkının bu geri çekilmeyi korkaklık olarak değerlendireceğini, paro’nun sorumluluğunun onu ezdiğini söylüyor. ikisinin de yapacak hiçbir şeyi yok. birbirlerine verdikleri sözlerden bahsederek köprüye çıkıyorlar, yıpranmış olan köprü yarısından parçalanınca jill ahnas’ı düşmekten son anda kurtarıyor. öylece sarılıp kalıyorlar. ahnas ağlayarak “daha fazla gidemeyiz, ıtha ya da paro kim kazanırsa kazansın bizim dönecek bir yerimiz yok” diyor ve görünmeyen bir şekilde çıkardığı silahıyla önce jill’i vuruyor, ardından da kendini… ikisi birlikte nehre düşüyorlar. artık mavi yerine kan kırmızısı olan nehre… her yer yanıyor…

    savaştan üç ay sonra, ızu paro’da ona vaadedilen hayatın içinde. marin’i tamamıyla unutmuş halde her gece büyük partiler veriyor. danışman bu durumdan rahatsız, bunu konuştuklarında kraliçe ona ne isterse yapmasını söylüyor. danışman ızu’nun sevgilisi shalem’e onu öldürmesini emrediyor. kadın o gece ızu’yu boğmaya çalışıyor ama başaramıyor ve kaçan ızu’nun peşinden askerleri gönderiyor. ızu kaçarak nehirin kıyısında bir tekneye ulaşıyor ve marin’in ona verdiği hançerle ipini keserek yavaş yavaş yol almakta olan teknenin içine yığılıp kalıyor. o sırada tekne ormana doğru gitmekte ve üstünde de aslında her biri birer ruh olan kırmızı kuşlar uçmakta. ızu tekne kıyıya vurduğunda uyanıyor ve zorlukla yürümeye başlıyor. biraz ilerleyinceyse karşısına tamamı sular altında kalmış, neredeyse atlantis’i çağrıştıran ıtha çıkıyor yerle bir halde. ızu gözlerine inanamıyor. ıtha’nın kilisesinden onlarca, yüzlerce ruh üstüne uçuyor, ızu korkup kaçarken düşüyor ve marin’in bıçağı elini kesiyor. ilk kez bıçağa görerek bakıyor ızu ve bir hipnozdan uyanmışçasına “marin!” diyor. kalkıp köye doğru yürümeye başlıyor. her tarafı yıkılmış köyde, evlerine ulaşıyor ve birden marin’in sincabı polipoli evden çıkıp ona doğru koşuyor. ızu yarı şaşkın yarı mutlu onu severken evin içinden bir ışık geliyor ve marin’in sesi “kim o” diyor. onu görünceyse marin “döndün!” diye sevinç çığlıkları atarak boynuna atlıyor ama ızu utanç içinde “beni affet” diyebiliyor sadece. “sözümü unuttum, sahip olduğum tek şey bana verdiğin bu bıçak”. marin’se sözünün ona dönmek olduğunu ve onun sözünü tuttuğunu söylüyor ona yeniden sarılarak. ızu “bu savaşta kimsenin hayatta kalabileceğini düşünmemiştim ama sen buradasın. seni bir daha asla bırakmayacağım” diyor ki o sırada bir siren çalıyor. marin bir an donup kalıyor ve sonra yavaşça kollarından ayrılarak “hayalet gemi beni çağırıyor” diyor. “artık üzülecek bir şeyim yok çünkü bana verdiğin sözü tuttun” derkense o da bir ruha dönüşüyor, aynı diğerleri gibi. ızu bir an öylece kalakalıyor, ağlayarak peşinden koşuyor sonra ama marin okyanusun kıyısından yükselerek gemiye gidiyor. ızu orada yıllardır sevgilisini bekleyen druid’in durduğu uçurumun kıyısında dizleri üstünde kalıyor. geminin kaptanına, onun yerine geçip kaptan olmak istediğini haykırıyor ama uçurumun ucunda oturan druid “bunu yapamazsın, banbou’nun görev süresi olan on yılını doldurmasına daha altı ayı var. ” diyor, ızu ona dönüyor,
    “ama böylece sen de sevdiğine kavuşabilirsin!”
    druid “hayır,” diyor. “ben burada sonsuza dek onu bekleyeceğim çünkü nihayet onun ne hissettiğini anlayabiliyorum…” ızu ona tekrar baktığında onun taşlaşmış halde olduğunu görüyor şaşkınlık içinde.
    sonunda uçurumdan uzaklaşıp yılgın adımlarla windaria ağacı’na doğru giderken “marin,” diyor içinden. “sana başka bir söz vermeye hakkım yok biliyorum ama bu kez altı ay bekleyecek ve geminin kaptanı olacağım, o zaman ölen ruhları toplarken yine birlikte olacağız.” diyor. o koca ağacın köklerinden birine yığılmış ağlarken güneş doğuyor, her taraf parlıyor. sadece güneş değil doğan, aynı zamanda bir umut. hataları telafi etmek için son bir umut…
  • voltran'ın bittiği zamanlar. artık pazarları rastgele animeler veriliyor televizyonda. bizde geçip karşısına izliyoruz. sanırım bir kuşak pegı sınıflandırmasının o dönem türkiye'de olmamasının kurbanı olduk.

    ilgili çizgi film, ki bizim kuşak insanları arasında kime sorsanız 'kuşlu çizgi film' olarak herkes tarafından çok iyi bilinir, psikolojimizi skip atmıştır. en az 16 belki de 18 yaş ve üstünün izlemesi gereken çizgi filmi biz 8-10 yaşlarımızda izledik.

    aklımdan çıkmayan sahneler;

    1- kuşun vurulup kimyasal bir maddenin içine düşüp çırpınıp boğularak ölmesi
    2- prensesin aşkını çağırıp köprünün üzerinde hem onu hem kendini vurarak intihar etmesi.
    3- surları indirerek ülkesini satan ibnenin ailesinin de sattığı ülke askerleri tarafından katledilmesi.
  • hayatimda izledigim en guzel anime. ilk 6 yaslarinda annemin pazardan aldigi cdden izlemistim. hicbir sey anlamamama ragmen onlarca* kere izlemisimdir. artik aklimin biraz daha olsa bir seylere erdigi zamanlarda tekrar izledigimde kucuklugumde o hissettigim her duyguyu tekrar hissttirmisti.
hesabın var mı? giriş yap