• maziye meftun. nostalji manyağı. geçmişte yaşayan adam. (bkz: 1890'larda çocuk olmak)
  • yeni öğrendim:

    meyve korkusunun had safhada olduğu bir gün
    bindiği taksiyi durdurup hiddetle dışarı fırlamış,
    "bu takside elma kokusu var" diyerek şoföre kızmış.
  • fahim bey ve biz, çamlıca'daki eniştemiz ve geçmiş zaman fıkraları kitapları bağlam yayınlarının ankara caddesi'ndeki merkezlerinde bulunabilir. böylece bu güzel kitapları çok ucuza almış olursunuz. (biraz reklam gibi oldu; fakat insanların daha nitelikli ve zengin (s. sami uysal'ın ve selim ileri'nin yazıları var) baskılar yerine daha çok para verip başka baskıları almalarına gönlüm el vermiyor.)
  • ¨ömrümüzün yarısı böyle, diğer kısmında işlenmiş hataları tamir ve tashih ile geçer, fakat yazık ki bütün bu tecrübelerimizden istifade etmek içinse önümüzde ikinci bir ömrümüz yoktur.¨*
  • "kalbinde biraz zekâ olmıyanlar
    hiç çekilmiyor
    ve zekasında biraz kalb olmıyanlar
    hiç sevilmiyor"

    demiş büyük yazar.

    edit: 2013'ten beri eleştirilen ironik bir kelime silindi.
  • ''asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir.''
    abdülhak şinasi hisar
  • 31 mayıs 2013 tarihinde basın müzesi'nde yapılan "vefatının 50. yılında abdülhak şinasi hisar" başlıklı toplantıda sermet sami uysal'ın yaptığı konuşma.

    http://www.muammererkul.com/…-inasi-hisar-mays-2013
  • türkçeyle ilk kez karşılaşıyormuşsunuz gibi sizi şaşırtan, bildiğinizi sandığınız dilin olanaklarından ne kadar uzak yaşamakta olduğunuzu ilk birkaç sayfada açığa vuran yazardır. çarpar ve düşündürür.
  • asıl deli hacı vamık bey değildir / yasemin usta demirlikan / heyula.net

    abdülhak şinasi hisar, 19. yüzyılın sonunda, istanbul’da, dönemine göre zengin bir kültüre sahip, edebiyata karşı özel ilgi besleyen bir ailede doğmuştur. hisar’ın babası mahmut celâlettin bey, dergicilik ve basımla uğraşıyor, hazine-i evrak adlı edebî dergiyi yayımlıyordu. bu dergide abdülhak hâmid, ziya paşa ve recaizâde ekrem gibi dönemin en önemli şairlerinin şiirleri yer alıyordu. hisar’ın çocukluğu rumelihisarı, çamlıca ve büyükada’da geçmiş, akraba ve aile dostları arasında dönemin kültürlü ve edebiyatçı çevreleri sıkça bulunmuştu. özelikle osmanlı son döneminin ünlü kadın şairlerinden nigâr binti osman’ın düzenlediği edebî toplantılar ve tartışmalar yazar üzerinde büyük etki yaratmış, bu ortam, ilk çocukluk yıllarından itibaren hisar’ın ilgisini edebiyata yönlendirmiştir. hisar’ın edebiyat konusundaki anlayış ve tercihleri uzun süre edebiyat çevrelerinde bulunması ve aynı zamanda eski edebiyat ve avrupa edebiyatı konusundaki gelişmeleri takip etmesi sonucu oluşmuştur. bu süreç, çocukluğundan başlayarak galatasaray lisesi’nde geçirdiği yıllar ve daha sonra paris’e kaçıp ecole libre des sciences politiques’te okuduğu sıralarda yoğunlaşmıştır. yaşamı boyunca ilk gençlik yıllarındaki deneyimlerin etkisinde kalan hisar, edebî yapıtlarında, eski istanbul’un semtlerinde ve adalarda geçen günleri sık sık çocuk perspektifinden konu edinmektedir. yazarın ileri yaşta ortaya koyduğu ve fahim bey ve biz adıyla kitaplaşan ilk yapıtı, 1941 yılında çıkmıştır. 1942 chp hikâye ve roman mükâfatı’nda üçüncülük alan[1] bu yapıtıyla sesini geniş bir kitleye duyuran yazarın daha sonra diğer yapıtları da peşpeşe kitap hâlinde yayımlanmıştır: boğaziçi mehtapları (1942), çamlıca'daki eniştemiz (1944), ali nizamî bey'in alafrangalığı ve şeyhliği (1952), boğaziçi yalıları (1954), aşk imiş her ne vâr âlemde (1955), geçmiş zaman köşkleri (1956), geçmiş zaman fıkraları (1958), istanbul ve pierre loti (1959), yahya kemal’e vedâ (1959) ve ahmed hâşim şiiri ve hayatı (1963). [2]

    hisar’ın edebiyat geleneği ve geçmişe dönük estetiği, modern edebiyatın parametrelerine uymasa da kendi içinde tutarlı ve düzenli olarak geleneksel zevk anlayışını yaşatmıştır. yapıtlarında türk uygarlığının ürünlerini ve edebiyat geleneğini yansıtan hisar’ın “otantik” bir yazar olarak türk edebiyatında özel bir yeri vardır. sergilediği üslûp özellikleri, geleneksel anlatım tarzı ve geçmişe dönük değer sistemiyle abdülhak şinasi hisar’ın yazarlığı, türk edebiyatında modernitenin geliştiği bir dönemde ne kadar olumsuz tepkiler aldıysa da özel bir yere sahiptir. [3]

    hisar’ın perspektifinden roman sanatı

    abdülhak şinasi hisar’ın 1921 yılından başlayarak kaleme aldığı yazılarda romana ilişkin görüşleri kendi içinde tutarlılık göstermektedir. bu yazılarda hisar, romanın modern edebiyatın bir türü olarak getirdiği yeni kuralları ve anlayışı kabul etmeyip romanı geleneksel anlatılara bağlamaktadır. ona göre roman, edebiyat tarihinin son yüzyıllarında ortaya çıkan ve modernitenin ürünü olan bir tür değil, çok eskiye bağlanan bir türdür. hisar’a göre bu, hem batı, hem de doğu edebî geleneği için geçerlidir.

    “roman o kadar eskidir ki yunan ve lâtin klâsik edebiyatlarında da vardı. ve tenevvüünü bu eski devirlerden beri klâsik olmuş muvaffakiyetlerle isbat etmiştir. bu vadide, eski devirlerde de şâheserler doğmuştur. ve şark da böyle büyük bir eser tanır: binbir gece masalları!” [4]

    öte yandan roman ne kadar kökleri eskide olan bir tür olsa da onun göstermiş olduğu yeni gelişmeler hisar’a göre birtakım olumsuz özellikler taşımaktadır. yirminci yüzyılda türk edebiyatında roman türü gelişirken ve egemenliğini kazanırken hisar, onu türk millî zevkine uymayan bir tür olarak değerlendirmiştir. hisar’a göre romanın belli kuralları, sınırları ve özelliklerini saptamaya çalışmak edebiyat açısından gereksiz, sakıncalı ve yapay bir çabadır.[5] bütünüyle dünde yaşayan bir yazar olan hisar için bugün düne oranla değersizlik ve bayağılık taşır, hisar bu noktada geçmişteki güzellikleri bugüne taşıyabilmek için edebiyatı bir araç olarak kullanır. hatta romanındaki kişiler çocukluğunda kendi yakın çevresindeki kimse ya da akrabalarıdır. bu tip romanları bir hatıra niteliği taşıyor olsa da hisar, bu romanlarda hatıralarını kurmaca bir dünya içine yerleştirir. [6]

    hisar’ın romandan beklediği, belli yapı özelliklerine uyması değil yüksek edebî niteliklere ulaşmasıdır. ona göre romanda, herhangi bir edebî yapıtta olduğu gibi, her şeyden önce sözcüklerin seçimine, onların ahengine, güzelliğine önem vermek gerekiyor. proust üslûbunu dilimize sokan hisar, romanı edebî yapan öğenin üslûp olduğuna ilişkin düşüncesini şöyle dile getiriyor: “yukarıda her nevi, her türlü roman olabilir demiştik. evet, lâkin üslûbu iyi olmak şartıyle! aksi takdirde, roman olsa da, olmazsa da edebiyat olamaz”[7]. böylece yazar, yapıtın edebîliği için tek koşul olarak üslûbu öne sürerek edebiyatın sanatsal niteliğini bir özelliğine indirgemiş oluyor.[8]

    modern romanın temel özelliklerinden olan ve hisar’ın “vak’a” olarak adlandırdığı entrika, ona göre sanat dışında tutulmalı ve romanda hakkı olmayan bir yeri işgal etmemelidir. oysa roman kuramının 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden mikhail bakhtin bu konuda çok farklı düşünmektedir: özgül “devam ettirme dürtüsü” (sonra neler olacak?) ve “sona erdirme dürtüsü” (nasıl sona erecek?) yalnızca romanın karakteristiğidir ve yalnızca bir yakınlık ve temasın olduğu bir mıntıkada olanaklıdır; mesafeli imgeler mıntıkasında olanaksızdırlar. [9]

    hisar’ın romanın merak uyandıracak öğelerine ve entrikasına önem vermeyen tutumu, onun sonu istenilen biçimde bitirilebilecek bir yapıya sahip olan ve sonuçlandırma dürtüsü taşımayan geleneksel anlatılara dayalı bir poetika benimsediğini gösteriyor.

    hisar’ın bu görüşü, daha önce sözlü edebî türlerle roman arasında kurduğu bağlantı konusunda tutarlılık göstermektedir.

    “romanda esas vaka değil, şahıs, muhit, cemiyet, hayat, his ve fikirdir. vaka bunları duyurmağa yarıyan diğer bir vasıtadır.” [10]

    diyen hisar’a göre olay örgüsü ve entrika boyutu yapıtın edebî olmayan taraflarıdır ve türk edebiyat geleneği, özellikle halk seyirlik oyunları bu tür öğelere karşı üstün niteliktedir. onun edebiyat anlayışı özel zevk, duygular ve edebî sanatlar üzerine kurulmuştur. türk edebiyatının modernleşmesinin getirdiği yenilikleri bir türlü kabul etmeyen hisar’ın estetiği ancak geleneksel bağlamda anlamlandırılabilir.[11]

    asıl deli vamık bey değildir

    19.yy sonu- 20.yy başı istanbul’unda varlıklı ve üst düzey bir ailenin yaşamını anlatmaktadır. insanlara ve olaylara bir çocuk gözünden bakan yazar, aslında kendi çocukluk dönemindeki yaşamını aktarmaktadır. anlatıcının dünyası, anne, baba ve anneannesi ile yazın boğaziçi’ndeki yalılarında, kışın ise; pangaltı’da, babasının büyükada’daki köşkünde ve halası ile eniştesinin çamlıca’daki köşkü dörtlemesine yerleştirilmiştir. romanın konusunu enişte vahim bey’in kişiliği ve çamlıca’daki yaşayışı, alaturka ve zevksiz tarzdaki eşyaları kaç-göç düzeniyle köşk oluşturur. köşkteki yaşam beraberinde, devrin çamlıca’sı, çamlıca’nın tabii güzellikleri ve üst düzey yaşantısı anlatılmaktadır. [12]

    “yazarın ‘deli eniştemiz’ dediği hacı vamık bey romanın üzerinde durduğu ilginç kişidir. eserden, eniştenin 45-70 yaş arasındaki yaşantısını öğreniriz. deli enişte, hayal içinde, mübalağalı, aceleci, aşırı heyecanlı, çocuk ruhlu, dağınık, kıskanç, herkesi çekiştiren bir adamdır. poker oynar, namaz vakti gelince ara verip namazını kılar, sonra tekrar kumara döner. tezatlar içinde bir adamdır… enişte evde çok güzel yemekler pişirir, fransızca’dan tercüme edilmiş cinayet romanları okur, o devrin eğlence yeri olan beyoğlu’nda avrupa tarzı eğlence yerlerine gider…”[13] deyişiyle nüket esen, türk romanlarında aile kurumu eserinde enişteyi bu biçimde çizer. karaktere tek boyutlu ve yanlı bir mercekten bakan esen, dönemin davranış tarzıyla incelemesini biçimlendirmiştir. artsüremli bu anlayış eşsüremli günümüz davranış sistemine uygun düşmüyor olsa da, 1944 basımlı bu eserin önsözü incelendiğinde çevremizde karşılaşılması hiç de zor olmayacak karakterlerin tipikleştiğini gözlemleyebiliriz. zamanın getirisi olan yaşayış, insan figürünü yarı deli-yarı akıllılığa itmiştir. bu durum aslında normal karşılanmalıdır, herkesin bir örnek olduğu tipikleşme kasasına bu şeklide yukarıdan bakıldığında zaten elmalardan başka bir armuda rastlamak imkânlı olmayacaktır. eğer ki bir armuda rastlanırsa, o uzamdaki algısının farkına varmadan, hayatını rahatça sürdüren olacaktır. hisar’ın 40’lardaki şu sözleri bu durumu kanıtlar:

    “bu, ailemiz içinde hemen herkesin kendisini deli diye andığı çamlıca’daki eniştemizdi. bilirsiniz ki bizde deli tabiri sadece tibbî delâletiyle, aklın muvazanesi bozulmuş mânasına gelmez. böyle saydıklarımızın hepsi de mutlaka “çıldırmış” demek değildir… akrabalarımız yahut tanıdıklarımız onun hakkında her zaman ‘divânenin biri!’ dedikleri gibi, biz çocuklar bile aramızda ona bazen ‘ çamlıca’daki eniştemiz’ bazan da ‘deli eniştemiz’ derdik… nasıl ki bu şöhreti hükûmetin onu evvelâ defterdar, sonra yine defterdar, sonra mutasarrıf, sonra yine mutasarrıf ve nihayet bir kere de vali tayin etmesine engel olmamıştı… zaten biraz dikkat etsek, görürüz ki, insanların çoğu yarı deli ve yarı iradelidirler. onları olduklarından daha az deli ve daha çok iradeli zannetmek hatâdır… zira delişmenliğinden haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemeyen mantığımızla, âdeta rahatsız, hasta olan insanlarız. ötekilerse bundan haberi olmayan ve rahat kalanlardır.”

    abdülhak şinasi hisar’ın, roman dünyamıza kazandırdığı çamlıcadaki eniştemiz, türk romanına yeni birçok boyutlu karakter ve var olmayanı kazandırmıştır. sosyal konuların sıkça işlendiği cumhuriyet dönemi türk romanında, bireysel roman denilince de akla ilk önce aşk romanları gelmektedir. oysa abdülhak şinasi, kendi hatıralarından yola çıkarak yazdığı bu romanda bireyin içe dönük dünyasını işlerken tipleşme eğiliminde bir karakter oluşturmuştur. [14]

    o, olayları dışarıdan gözlemleyen, karakterlerini davranışlarına göre değerlendiren bir görgü tanığı gibidir. roman kahramanlarını, yaşanılan dünyadan özellikle de çevresinden seçen hisar; bu romandaki kahramanını tek bir kişinin basit dünyası ile değil birden çok kişinin kompleks yapısının birleştirmesiyle oluşturmuştur. kendisi de bu konuda [15]:

    “romancı yarattığı kahramanı hafızasında başka başka zamanlarda, ayrı ayrı gördüğü adamlardan kim bilir kaç şahıstan mürekkeptir. onun etrafında adeta bir grup toplanmış olur. romancı bunların hepsinden ayrı ayrı parçaları birleştirerek bir vücut meydana getirir”[16] şeklinde bir açıklama yaparak, kahramanlarının birden çok kişinin özelliğini yansıttığını belirtir. bu nedenle vamık bey karakteri birçok insanın ortak özelliklerini kendi bünyesinde birleştirerek tipleşme eğilimi gösterir.

    hacı vamık bey; dünyanın kendi etrafında kurulu olduğunu zanneden, bununla birlikte başkalarına bağımlı yaşayan garip bir insandır. çamlıcadaki eniştemiz olarak hisar’ın dünyasına oradan da bizim dünyamıza süzülen vamık bey’i hepimiz tanırız aslında. deli enişte hacı vamık bey, sanki dünyanın tüm garip huylarını kendinde toplamış gibidir. büyüye, sihire, fala, perilere, iyi saatte olsunlara, uğura, uğursuzluğa, nazara, bedduaya, namahremliğe inanan; kâğıt oynarken birden kalkıp namazını kılar tekrar gelip oyuna oturan; her konuda bilgisi olan ve bilgiçlik yapan; yemek yemeyi ve yapmayı bir sanat olarak gören; çocuklarla çocuk büyüklerle büyük olan; kendisini dinleyen olmazsa kendi kendiyle konuşan; makam verildiği zaman arabistan’a koşa koşa giden sonra görevden defalarca azledilen ve bütün bu saydığımız özelliklere ek birçok garipliklerle dikkat çeken enteresan bir tiptir. [17]

    vamık bey’in en önemli özelliklerinden birisi “normal dışı” davranışlar sergilemesidir. toplumun belirlenmiş değerleri çerçevesinden süzüldüğünde oldukça tuhaf hatta delilik mertebesinde görülebilecek bu davranışlar, roman karakterinin üzerinden aslında –kendi ruh ve hayal dünyasında normal bir psikolojiye ve kendine ait bir karaktere sahiptir- toplumun delileştirdiği yeri geldiğinde de delirttiği bir karaktere dönmüştür. devrinin içinde incelendiği dünyada ters kutuba düşen olumlu özellikleri – günümüzde bir hayli olumlu karşılanıyorlar- yaşadığı çevreler ve toplum tarafından olumsuzlanmıştır.

    sonuç

    yenici taraftarı nesile eskinin güzelliklerin ne derece narin ve nadir bulunabilecek değerde olduğunu tattıran abdülhak şinasi hisar’ın, anlattığı dekorlu istanbul sahneleri ve insanlarıyla günümüzün postmodern anlayışının farkında olan genç neslin ve orta yaşlı yazarların ve hatta akademiklerin dahil onda gizemli bir kaynak bulduğunu söylemek gerekir. eskinin kokusundan, proust uslûbuyla, kopmayı asla düşünmeyen yazarın roman kurgusunun sağlam iskeletinin üzerinde temellendirmediği romanları geçmişe, eski kokusuna, antika eşyalara ve kişiliklere, ve gülünç ironilere sahip olan bir müze niteliği taşır. bu kavrayışıyla hisar, türk edebiyatında geçmişe özlem ve maziye anlayışlı gözlerle bakma modasını başlatan bir primadonna niteliğindedir.

    romancılığını belki teknik açıdan tartışmak mümkündür ama onun oluşturduğu tiplerin mükemmeliyeti tartışılmaz intibalar bırakmaktadır. çamlıca’daki eniştemiz eserindeki hacı vamık bey de romanın ana merkezini oluşturan çelişkiler kesişiminin merkez noktasını arz eder. hayal içinde, mübalağalı, aceleci, aşırı heyecanlı, çocuk ruhlu, dağınık, kıskanç, herkesi çekiştiren, poker oynamaya ara vererek namaz kılıp sonra devamını getiren deli enişte türk romanının tek boyutlu karakter arayışına yeni bir soluk getirerek bu karaktere zenginlik kazandırmış ve birden çok boyuta sahip bir karakter oluşturmuştur. roman kahramanlarına kendi çevresinden izler bırakan hisar, hacı vamık bey’de de aynı çalışmayı yapmış, vamık bey’i birçok insanın ortak özelliklerini kendi bünyesinde birleştirerek onda bir tipleşme eğilimi göstermiştir.

    yaşadığı devreye istinaden “normal dışı” davranışlar sergileyen aslında –kendi ruh ve hayal dünyasında normal bir psikolojiye ve kendine ait bir karaktere sahip olan- hacı vamık bey toplumun delileştirdiği yeri geldiğinde de delirttiği bir karaktere dönmüştür. devrinin içinde incelendiği dünyada ters kutuba düşen olumlu özellikleri yaşadığı çevre ve toplum tarafından olumsuzlanmıştır.

    heyula.net

    kaynakça

    bakhtin, mikhail, epik ve roman, karnavaldan romana. çev. cem soydemir, ayrıntı yayınları, 2001.

    baydar, m., edebiyatçılarımız ne diyorlar, ahmet halit yaşaroğlu kitapçılık, istanbul, 1960.

    esen, nüket, türk romanlarında aile kurum, yücel ofset matbaacılık sanayi, ankara, 1991.

    haedens, kleber, roman sanatı. çev. yaşar nabi nayır. istanbul: varlık yayınları, 1961.

    hisar, abdülhak şinasi, edebiyatta roman, ulus yay., 1943.

    inci, enginün, cumhuriyet dönemi türk edebiyatı, dergâh yayınları, istanbul, 2013.

    kanter, fatih, zıt kutuplarda iki garip kahraman: fahim bey ve vamık bey, balıkesir üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi, cilt 10, sayı 18, aralık 2007.

    ramiç, alena, abdülhak şinasi hisar’ın söyleminde gelenek, yüksek lisans tezi, ankara: bilkent üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, mayıs, 2002.

    [1] aynı yarışmada birinciliği sinekli bakkal’la halide edip adıvar, ikinciliği yaban’la yakup kadri karaosmanoğlu kazanmıştır.

    [2] ramiç, alena, abdülhak şinasi hisar’ın söyleminde gelenek, yüksek lisans tezi, ankara: bilkent üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, mayıs, 2002, s.1-2.

    [3] a.g.e., s.7.

    [4] hisar, abdülhak şinasi, edebiyatta roman, ulus yay., 1943, s. 5-6.

    [5] hisar, kleber haedens’in roman sanatı adlı kitabı için yazdığı önsözde bu konuya şöyle değiniyor: ” halbuki edebî nevilerin tariflerine lüzümundan fazla kıymet vermemek lâzım geldiği, zira bunların çok kere müptedîlere anlatılacak şeyleri kolaylaştırmak için kullanılan sathî birtakım kalıpları olduğu yoksa, edebî nevilerin, asıllarına eren bir inkişafa vardılar mı, kendi kabukları içine çekilmek yerine, birbirinin içine geçtikleri, binaenaleyh, çok kere indî kalan bu kaidelere riayet etmeğe fazla ehemmiyet vermenin mahzurlu olduğu kolayca kabul edilecek hakikatlerdendir.”

    [6] ramiç, alena, abdülhak şinasi hisar’ın söyleminde gelenek, yüksek lisans tezi, ankara: bilkent üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, mayıs, 2002.

    [7] haedens, kleber, roman sanatı. çev. yaşar nabi nayır. istanbul: varlık yayınları, 1961, s.11.

    [8] ramiç, alena, abdülhak şinasi hisar’ın söyleminde gelenek, yüksek lisans tezi, ankara: bilkent üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, mayıs, 2002.

    [9] bakhtin, mikhail, epik ve roman, karnavaldan romana. çev. cem soydemir, ayrıntı yayınları, 2001, s.198.

    [10] bakhtin, mikhail, epik ve roman, karnavaldan romana. çev. cem soydemir, ayrıntı yayınları, 2001, s.6.

    [11] ramiç, alena, abdülhak şinasi hisar’ın söyleminde gelenek, yüksek lisans tezi, ankara: bilkent üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, mayıs, 2002.

    [12] “ yazar, özellikle istanbul’un kültürümüzde de önemli yerleri bulunan üç mekânını çamlıca, boğaziçi ve büyükada’yı anlatır. bu mekânlar sadece romanlarında değil, hatıralarında da yer alır. yazar iyi tanıdığı üst tabaka insanlarını, bin bir gariplikleriyle canlandırırken çok iyi bir gözlemci olduğunu da gösterir. … maziye bakarken yazar, sadece kaybolan mekân ve kişileri değil, kendisinden artık çok uzakta kalan çocukluğunu ve gençliğini de özlemektedir.” (cumhuriyet dönemi türk edebiyatı, ss. 298-299)

    [13] esen, nüket, türk romanlarında aile kurum, yücel ofset matbaacılık sanayi, ankara, 1991, ss. 120-121.

    [14] kanter, fatih, zıt kutuplarda iki garip kahraman: fahim bey ve vamık bey, balıkesir üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi, cilt 10, sayı 18, aralık 2007, s. 206.

    [15] a.g.e., s.206

    [16] baydar, m., edebiyatçılarımız ne diyorlar, istanbul:ahmet halit yaşaroğlu kitapçılık, 1960, s. 97.

    [17] kanter, fatih, zıt kutuplarda iki garip kahraman: fahim bey ve vamık bey, balıkesir üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi, cilt 10, sayı 18, aralık 2007, s.206.

    http://heyula.net/…aci-vamik-bey-degildir-371#_ftn2
  • 3 mayıs 1963 sabahı duyulan son sözü:

    “ben biraz daha uyuyayım."
hesabın var mı? giriş yap