• --- spoiler ---

    üst edit: bu başlığı açarken akp'nin nasıl iktidara geldiğini ve en azından 2010 yılına kadar nasıl iktidarda kaldığını kendi perspektifimden açıklamıştım.

    şu entry ise " neden hala akp iktidar? bunca olumsuz değişime rağmen? " sorusunun cevabını açıklıyor:

    (bkz: türkiye'de siyaseti okumak)
    --- spoiler ---

    türkiye siyasi tarihine ve sosyal dokunun dönemden döneme nasıl değiştiğine dair bilgi gerektiren durum.

    biraz uzun bir yazı olacak ama okuyanın bana hak vereceğine inanıyorum.

    benim tezim şöyle,

    her şey bu halkın genelini ya da diğer bir deyişle çoğunluğunu oluşturan dindar insanlarıyla alakalı.

    atatürk ilke ve inkılapları, akabinde onun izinden giden ismet inönü bu halkın gözüne çok battı.

    yüzlerce yıllık şeyh/molla/tarikat gelenekleri bitti.

    oysa bu insanlar bölgelerinin en saygın insanlarıydı ve bu bahsettiğim kitleyi yönetiyorlardı.

    tekke ve zaviyelerin kapanması bu kitleyi, şuanki akp seçmeninin dedelerini rahatsız etti.

    daha sonra ezan'ın türkçeleştirmesi ile bardak taştı.

    adnan menderes laikliğe bağlı kalacağınının teminatını ismet inönü'ye vermişti. ancak seçilirse ezan'ı tekrar arapça yapacaktı.

    işte bu kitle nasıl türban için akp'ye oy verdiyse bu sebepten menderes'e oy verdi.

    menderes döneminde chp'yi karalayan çok fazla propaganda yapıldı. ki menderes chp'nin mal varlığına el koyacak kadar ileri gidebilecek biriydi.

    dönemde atatürk'e büyük saygı olduğu için, insanlar atatürk'e konduramadığı için bütün eleştiri okları inönü'ye yöneliyordu.

    hala insanlar inönü hakında hiçbir kaynağı olmayan asılsız bir çok iddiaya inanıyorlar türkiye'de. özellikle de dindar, ekonomik durumu daha zayıf olan, az okumuş, muhafazakar, daha çok köylü olan kesim. tekrar başta söylediğim gibi - tam olarak karşılamasa da- biz bu sınıfa dindar sınıf diyelim.

    işte bu dindar sınıf menderes'e oy vermişti.

    chp aleyhine propagandalar, abd'den alınan hibeler ile menderes hayalini kurduğu diktatörlüğün temellerini sağlam atmıştı.

    halkın desteği konusunda bir sorun yoktu.

    ama menderes gitti.

    her ne kadar inönü menderes'e yol vermiş olsa da, defalarca darbe girişimi önlemiş, menderes'e karşı askeri kontrol altında tutmaya çalışmış olsa da bu dindar kesim bunları hiç bilmedi.

    onlara göre menderes'i asan inönü'ydü.

    chp'ye oy atmazlardı. peki kime atacaklardı?

    demokrat partinin ardılı olan adalet partisine,

    ya da süleyman demirel'e.

    bu seçmen bu dönem de süleyman demirel'e yöneldi.

    süleyman demirel askerin izin verdiği ölçüde uzun yıllar türkiye'yi yönetti. başarısının arkasında bu dindar kesim vardı.

    oysa adnan menderes de süleyman demirel de " içki içen " insanlardı. laiklerdi.

    oy almak için " siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz " diyen adamın ramazan günü içki içtiği iddia edilir.

    bu gerçek değilse bile içki içtiğini biliyoruz.

    kendisi zaten hem iyi eğitim almış hem de zengin bir insan.

    bu dindar sınıfı temsil etmiyor. bakın bu çok önemli, o sınıf bu adama zoraki oy veriyor. menderes onların temsilcisi değil. sadece onları kandıran bir demogog.

    süleyman demirel ise basit bir başarıyı " black label " içerek kutlayabilen bir insan.

    o da özünde laik değerleri savunan, iyi eğitim almış bir insan.

    yani süleyman demirel de hiçbir şekilde bu dindar sınıfı temsil etmiyor. kimse onun için öl de ölelim reis demiyor.

    menderes de süleyman demirel de bu sınıf için " kötünün iyisi. "

    dinsiz chp'den ( bu dinsizlik doğrudan söylenemez " komunist chp " söylemine sarılırlar bir dönem ) dini kurtaracak insanlar bunlar çünkü.

    daha sonra bu dindar sınıfı temsil edecek, bu çatışma ekseninde onların oylarını kendine toplayacak bir lider uzun süre gelmiyor.

    bu sınıf bildiğiniz " apolitik "

    bu dönemlerde koalisyon hükümetlerinin gelmesinin en büyük sebebi bu.

    çünkü dindar oylar herhangi bir partide toplanmıyor. ecevit'in kıbrıs başarısı din çatışma eksenini dönemin şartlarında milliyetçiliğe kaydırıyor ve dinsizlik/dindarlık önem yitiriyor.

    daha sonra darbe dönemi geliyor. seçime katılan 3 parti var.

    biri kenan evren'in desteklediği ( generallerden oluşan ) milliyetçi demokrasi partisi, diğeri inönü'nün oğlu erdal inönü'nün partisi shp,

    ve diğeri yeni bir siyasi aktör: özal.

    böyle bir seçimde bu kesimin özal'a oy vereceği açık. ne komunistlere oy verirler, ne darbecilere.

    bu kesimin " kendisine benzeyen " bir partisinin olmadığı dönem bitiyor.

    kendini seçmene daha önce ufak ufak tanıtmış, istediği yükselmeyi yapamamış birisi artık yükselmeye, popülerleşmeye başlayacak: erbakan.

    girdiği ilk seçimde %7 daha sonra %16, ve sonra %21 oy alarak iktidar oluyor erbakan.

    %21 gözünüze küçük gözükmesin. mecliste 5 adet parti var. ve bu %21 doğrudan bu bahsettiğim kitleden gelen oylar.

    erbakan da laikliği çekinmeden savunuyordu - her ne kadar şeriatçı milletvekilleri olsa da -, iyi eğitim almış bir insandı. bu halka çok yakındı ama yine de bir şeyler eksikti. tam olarak onların dilinden konuşmuyordu. bu sınıfın yıllardır beklediği liderin o olduğu sanılmıştı ama değildi.

    ve eğer iktidardan indirilmeseydi erbakan'ın oyları daha da yükselecekti muhtemelen. ordu tarafından önü kesildi ve beklenen o lider geldi.

    erdoğan'la beraber dindar seçmen ilk defa tam olarak kendisine benzeyen, aynı kendisi gibi konuşan, onların dilinden anlayan, onları kucaklayan bir lider tanıyor.

    ve artık yıllarca apolitik kalmış, kötünün iyisine oy atmış seçmen oy atacağı oluşumu buluyor: ak parti.

    yani sözün özü, ne ekonomik ne sosyal ne siyasi durum. hiçbir faktörün bir esprisi yok.

    eğitilmemiş, kendi gibi olana oy atacak, dinden başka hiçbir şeyi umursamayan bu cahil grup, ülkemizdeki en güçlü grup, her dönem kendisi gibi bir lider aradı.

    bulamadığında oyları şartlara göre dağıldı.

    ama cumhuriyet tarihinde ilk defa kendine benzeyen bir lider buldu.

    sözün özü, erdoğan bu halka hiçbir şey yapmadı. hiçbir dış faktör o oyların alınmasına neden olmadı.

    erdoğan tıpkı bir mesih gibi, bütün cumhuriyet tarihi boyunca bu seçmenin beklediği liderdi. ne zaman gelse o zaman bu gücü elde edecekti.

    ve o seçmen ilk defa politize oldu.

    tiksindiğimiz onlarca insanın sesi ilk defa bu kadar gür çıkmaya başladı.

    bu dindar kesim ilk defa gerçek manada siyasete girdi. hani ak parti döneminde gerçekleşmiştir diyorsunuz ya, onlar hep buradaydı. ilk defa seslerine kulak verildi. ilk defa konuşmaya cürret etmeye başladılar.

    ilk defa atatürk ve inönü bu kadar ayaklar altına alındı.

    demokrasiden zerre anlamayan, dinle kolayca kandırılan bu kesim eğitilmeden çok partili demokrasiye geçildiği için hem atatürk hem inönü sorumludur.

    bu eğitim verilemeden demokrasiye geçtiğimiz için türkiye demokrasisi ölü doğdu.

    erdoğan 80 yıl önce gelse yine iktidardı. 50 yıl önce gelse yine iktidardı.

    çünkü demokrasi bilinci olmayan bir ülkede seçim ancak bir nüfus sayımıdır.

    bu sınıfın sayısı hep daha kalabalıktı. ama topluca oylarını aktarabilecekleri ve politize olabilecekleri o lidere ilk kez kavuştular.

    ne neoliberalizm, ne populizm, ne mikrokrediler, ne amerika. onlarca üniversite'de yüzlerce akademisyen akp'nin başarısının altında bu gibi sebepler arıyor.

    akp'nin ve erdoğan'ın başarısının sırrı bu dindar sınıftır. ve onlar hep buradaydı. sadece akp'yi bekliyorlardı. " bizim milli içkimiz ayrandır " diyecek birini bekliyorlardı. türban'ı özgürleştirecek birini bekliyorlardı. tarikat, cemaat faaliyetlerine izin verecek, kendini şeyhlere düzdürmelerine izin verecek birini arıyorlardı.

    bu sınıf cumhuriyetin ilk yıllarından beri vardı ama sınıf olarak oy atacak bir lideri ilk kez buldu.

    akp'nin başarısı erdoğan'ın başarısıdır. ve erdoğan'ın başarısının sırrı budur.

    edit: türkiye'de cemaat/tarikat faaliyetlerinin dönemden döneme nasıl değiştiğini iyi bilmediğim için yazmak istemedim. cemaatlerin ve tarikatlerin tarihine hakim birileri varsa yeşillendirse çok hoş olur.

    edit2: kimsenin yaşam tarzını aşağılamıyorum. demokrasi bilinci olmadan bir adamın arkasından koyun gibi giden seçmenin kararlarına saygım yok.

    cem toker'den gelsin:
    milli iradeye saygı duymuyorum

    hiçbir bok bilmeden her şeyi bildiğini sanan bu kitleden tiksiniyorum. geleceğimi, umutlarımı, yaşama sevincimi öldüren bu insanlardan tiksiniyorum.

    amcamlardan tiksiniyorum.
    komşularımdan tiksiniyorum.
    almış olduğu dini eğitim(!) ona böyle yapmasını söylediği için çocuğuna aşı yaptırmayan kuzenimden tiksiniyorum.

    etrafında ne olup bittiğini bilmeyen sığırlardan da tiksiniyorum,
    farkında olup duyar kasan ikiyüzlülerden de.

    aman halkı aşağılıyormuş, yaşam tarzına saygısı yokmuş da bilmem ne de...

    saygısı olanlarını da gördü türk siyasi tarihi.

    duyarınızı az ötede kasın.

    edit3: demokrasi ve eğitim ilişkisi için bu da platondan gelsin:

    --- spoiler ---

    demokrasi, bir eğitim işidir. eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. devam edilirse demagoglar türer. demagoglardan da diktatörler çıkar.
    --- spoiler ---

    demokratik bilinci olup da oy kullanan her seçmene şeriatçı bile olsa saygım var. hangi koyunlara saygımın olmadığını hepiniz çok iyi biliyorsunuz.
  • "bir milletin, kendisini aşağılayan, hayat tarzını hor gören, "zorla" istemediği hayatı ona dayatmış olan bir güruha, eline seçim şansı verildiği zaman yönetimi teslim etmesi dünyanın neresinde görülmüş? haydi bir örnek verin."

    1 kasim 2015 var en yakin ornek.
  • akp nin başarısı bedavacılara dağıttığı paradır. para kesilirse oylar da kesilir. bazen kömürdür, bazen makarna, bazen bakım parası... hepsinin kaynağı paradır.

    orta sınıfı daha çok çalıştırıp daha çok vergi alıp, kalabalık asalak karakterli alt sınıfı ordan gelen gelirin küçük bir kısmıyla yemlemekte, pastanın büyük kısmını da yandaş üst sınıf olarak yemektedir.

    akp nin başarısı(!)(?) budur.
  • dindarlar mağdur edildiği için böyle oldu diye düşünülüyor; türban yasağı mesela ki bence kılık kıyafet yönetmeliğinin belli sınırlarının olmasına türban yasağı demek pek doğru değil, bana göre de şort yasağı olabilir pekala.

    onun dışında çoğu dindarın mağduriyet kavramı biraz geniş. ben bira içince mağdur oluyorlar mesela, konsere gidince, kızlı erkekli gezince, örtünmeyince, oruç tutmayınca mağdur olabiliyorlar. "şenlikler yapılmasın kızlar var" diyorlar, "toplum içinde sarılmanın cezası olmalı" diyorlar, "çalışan kadın fuhuşa davet çıkarıyor" diyorlar, "hamile kadın dışarı çıkmasın" diyorlar... şiddet ve katliam içeren olaylardan bahsetmedim bile.

    ayrıca modern hukukla ve vicdanla bağdaşmayan olguları savunuyorlar; çocuk yaşta kızlar evlendirilebilsin istiyorlar, kocası itaat etmeyen kadını dövebilsin istiyorlar, kadının boşanma hakkı olmasın istiyorlar.

    bunlar olmadığında yani kendileri gibi olmayanları mağdur edemedikleri zaman mağdur olan bir kesimden bahsediyoruz. cumhuriyetin laiklik hassasiyeti bu boyutta olmasaydı daha 50'lerde din devletine dönüşmüş olacaktık diye düşünüyorum.

    rönesans'ı yaşamamış; insan haklarını, özgürlükleri, eşitliği içselleştirmemiş ve dolayısıyla laikliği benimsememiş; kendi dinini ve mezhebini herkese dayatma hakkına sahip olduğunu düşünen bir toplumda seçime giriyor oluşudur akp'nin başarısının nedeni. sonrasında devletin demokrasiyi koruma mekanizmalarını, cemaatin de yardımıyla bir bir etkisiz hale getirerek konumlarını sağlamlaştırdılar.

    yine de şunu gözardı etmemek lazım; 70'lere 80'lere gelindiğinde artık halkın çoğunluğunda din devleti gibi bir arzu, öncelik yoktu. aslında 2000'lerde bile yoktu bu. din istismarına meyil vardı sadece. cemaatler ve gittikçe sayıları artan imam hatip liseleri sayesinde medyada, üniversitelerde, yargıda laiklik karşıtı insanlar yetiştirilmiş oldu. bu insanlar ve iktidar adım adım giderek toplumu dönüştürdü, dönüştürmeye devam ediyor. yani çoğunluk din devleti istemiyordu, ancak ona giden adımlar atılırken karşı da çıkmıyordu. toplum ne yana çeksen o tarafa gidecek durumdaydı başta, abd'nin bizim için uygun gördüğü model ise "ılımlı islam devleti" idi. bu da başka bir etken.
  • yolu meta anlatılardan geçmeyen bir eylem.

    (bkz: metandan korkmam meta anlatıdan korktuğum kadar)

    nedir buradaki meta anlatı?

    1. akp'nin dominant statüye erişmesiyle yeniden palazlanan 1973 tarihli, şerif mardin imzalı türkiye'de merkez-çevre ilişkisi teorisi. özetlersek; türk toplumu, geç osmanlı devrinden bu yana iki eşitsiz parça halinde varlığını sürdürmektedir, demokratikleşme arttıkça da büyük parça küçük parçayı tokatlamaya başlar.

    tabi mardin de söyler büyük parçanın, yani çevrenin ayırt edici özelliklerinden birinin dindarlık olduğunu. ama burada söz konusu olan daha da farklı:

    2. (bkz: serbest seçim tuzağı) yani müslümana seçme seçilme hakkını kısıtlamadan verirsen öyle seçimler yapar ki en sonunda demokrasi fesh edilir. türkiye'de de yavaş yavaş bu noktaya geldik diye bir düşünce.

    birinci anlatı konusunda bir şeyler karalamıştım vaktinde:
    (bkz: #65225704)

    bu anlatıda temel yanılgı şu: türk seçmeni bir takım ideolojik takıntılara sahiptir ve bunlara göre oy verir.

    halbuki 1950'lerden bu yana türk toplumunun seçim alışkanlıkları incelendiğinde ortaya çıkan sonuç bambaşkadır: türk seçmeni aslında sanıldığından çok daha kurnaz bir seçmen. sosyo-ekonomik çıkarlarının farkında ve oy verirken ilk gözettiği şey de bu.

    halk tabiriyle, türk seçmeninin gönlünde yatan tek parti ekmek partisi.

    ha elbette ekmek partisi bir de muhafazakar, dindar ve milliyetçi olursa ne ala! tüm bu özelliklerin partileri daha çekici kıldığı da ortada. ancak bunlar ikincil beklentiler. yani ekmek partisi solcu seküler demokrat falan olsa bile yine ekmek partisi, değişen bir şey yok.

    örneğin ilk tam demokratik seçim olan 1950 genel seçimleri sırası ve sonrasında taşra hayatını bizzat gelip gözlemleyen bir sürü araştırmacı var. biz bu seçimlerde dp chp'yi sikti bayılttı zannederiz ama bu büyük şehirlerin gerçeği; taşrada chp'nin ciddi başarıları var, dp ise kazandığı yerlerde kıl payı kazanıyor. türk köylüsünün seçimlere ne kadar pragmatik baktığını anlatan anektodlar dolu. mesela daniel lerner kıraathanelere gitmiş köylülerin tartışmalarını dinlemiş. bir kıraathanede köylüler baya bildiğin oturup kimin kime oy vereceğini hesaplıyor, sen şuna sen buna bas diye. köyün yaşlılarından biri aynen şunu diyor; aman kim kazanırsa kazansın yeter ki kıl payı kazansın, yoksa biri bize küser öteki de bizi cepte sanır sittin sene köye uğrayan olmaz.

    tamam maslow teorisi klişesine girmeyeceğim ama bunu hep aklın bir köşesinde bulundurmakta fayda var. ekmek çoğu zaman çoğu kişide siyasetten önce geliyor.

    ikincil yanılgı şu: asırlardır aynı olan, aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri isteyen bir topluluklar bütünüyüz.

    burada iki mesele var. birincisi bırakın asırları, birkaç yıl içinde dahi toplumun istek ve düşüncelerinde ciddi kırılmalar meydana gelebiliyor. 90'lı yıllarda şeriat isteyenler %20'lere ulaşmışken 2000'li yıllarda %5'lere düşmüş. neden? demek ki toplumun %15'i için şeriat istencinin arkasında reel bir motivasyon varmış, bu motivasyon kaybolunca şeriat istenci de sönüp gitmiş.

    ikincisi toplumun bu istek ve düşünceleri kendi içinde üretip, siyasi partileri de buna göre var ettiği, iktidarda ya da muhalefette konumlandırdığı düşüncesi. yani insanların gönlünde zaten akp yatıyordu, hatta yüzyıllardır akp yatıyordu, allah da en sonunda insanların gönlüne göre verdi ya da insanlar eleye geçire akp'yi yarattılar fikri.

    son zamanlarda siyaset bilimciler, özellikle yapısalcı/kurumsalcı kanat bu korelasyonun tersinin de geçerli olduğunu ortaya koymaya başladılar. yani toplumlar partileri şekillendiriyor doğru ama karşılığında partiler de toplumları şekillendiriyor. haliyle 2000'li yılların türk toplumu akp'yi ne kadar var ettiyse, akp de 2000'li yılların türk toplumunu o kadar var etti.

    zaten modern pazarlamada da biz bunu görüyoruz. şirketler ürün çıkarırken sadece ihtiyaçlarımıza yeni karşılıklar üretmiyor, aynı zamanda yeni ihtiyaçlar da üretiyor. mesela insanlar daha küçük ve portatif bilgisayarlar istiyordu ama şirketler insanlara akıllı telefonları verdi, gibi.

    şu halde akp'nin gerçek başarısı türk toplumunun belli kısımlarının ihtiyaçlarına cevap vermesinde değil, türk toplumunun belli kısımlarının ihtiyaçlarını belirlemesinde yatıyor der, türk toplumunun önemli kısmının birincil ihtiyaçlarının da ideolojik değil sosyo-ekonomik olduğunu kavrarsak işin içinden daha rahat çıkabiliriz.

    yoksa öbür türlü zaten akp'nin başarısını anlamayı bırakın böyle bir başarının varlığından söz edemeyiz ki. bu teoriye göre akp'nin iktidar olması değil iktidar olamaması başarı olurdu.
  • hitabet şekillerine, söylevlerine, sloganlarına, örgütlenme modellerine, reklam ve propagandalarına bakıldığı zaman; arkada toplumun kültürünü iyi analiz eden ve kitle psikolojisinden anlayan bir ekibin olduğu aşikar. keza muhalefetin en büyük eksikliği de kitle psikolojisinden ve toplumsal kültürden bihaber eylem ve sloganlarını on yıllardır tekrar edip durmalarıdır.
  • akape'nin başarısına gölge düşüren bir etmen var: akape kuruluş amacının tamamen dışına çıktı, sorun orada. akape macaristan'ı örnek almalı. orada iktidara karşı olanlar tutuklanmıyor, en fazla doğalgazı, elektriği kesiliyor. sıradan vatandaş doğrudan iktidardan zulüm görmüyor. herkes kendi işine bakıyor. oradaki sistem, sadece iktidar yanlısı çevreden olanların ne ceviz kırarsa kırsınlar tutuklanmaması üzerine kurulu. sıradan vatandaş yılan kendisine dokunmadığı için hayatından memnun.

    bugün ictiharla akape'nin başarısı diyoruz ama eğri oturup doğru konuşalım şimdi; maalesef akape iktidara niçin geldiğini unutttu, bu denge fırsatını kaçırdı, bunu da görelim. gerek inşaat piyasasında gerekse enerji, savunma sanayii, sağlık, eğitim ve tarımsal ürünler sektörlerinde iş dünyası akape'nin başarısını inkar etmiyor, girişimci ruhun temsilcileri nankörlük etmiyor. ama akape'nin hatasını dile getirmekten de geri durmuyorlar. eleştirileri haklı: senin işin fincancı katırını ürkütmeden kamu kaynaklarını emişyon yapmak. karıncayı sikip belini incitmemen lazım. ama iktidarda olmanın esbab-ı mucibesini unutuyorsun, halkın üstüne rejimin silahlı elemanlarını vurdulu kırdılı pataküte yolluyorsun. sen ekmeğine bakacağına konunun dışındaki kesimlerle dalaşıyorsun. teşbihte hata olmaz, esnafın aptalı zabıtayla kavga edermiş, o misal. hep yüksek egolar yüzünden bunlar. bir de bop gibi bir misyon var, işte o mecbur bırakıyor tomayı gazı sopayı. yoksa akape de bilirdi muhaliflerin gönlünü hoş tutmayı.

    bir yandan akape'nin başarılarını anlarken diğer yandan çektiği bu sıkıntıları da anlamak lazım.

    .
  • robin van persie'nin iki hafta önceki kupa maçında beşiktaş'a karşı olan başarısını anlamak gibidir. ne bir eksik, ne bir fazla.

    özetle sahtekarlık, yalancılık, olduğu gibi görünmemecilik, göründüğü gibi olmamacılık, niyet sömürüsü ve bolca manipulasyon.

    dolayısıyla üzerinde çok kafa yorulacak, hakkında tez üretilecek bir şey falan değil.

    bir gün kendi kendine azalarak bitecek.
  • "okuyanın bana hak vereceğine inanıyorum" dan sonrasını okumadım..
    valla ne başarısı varsa anlayanlar bana da kısaca anlatsın..
  • anlamanız için önce ak partinin başarısını anlamanız lazım, aradaki fark sadece bu siz akp ile ak parti ayrımını yapamadığınız için anlamıyorsunuz.

    sizin istediğiniz gibi değil benim istediğim gibi bana söylemde bulunursaniz anlarsınız.

    tanım: aydınlanma
hesabın var mı? giriş yap