• ankara üniversitesi eczacılık fakültesinde lisans, yüksek lisans, doktora eğitimi görmüş; odtü’de siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde ikinci yüksek lisansını yapmıştır. şimdi ise mülkiyede ikinci doktorasını yaparken aynı zamanda bir zamanlar sartre, althusser, foucault, deleuze gibi kuramcıların ders verdiği paris’teki ecole normale superieure’da felsefe eğitimi almaktadır. makale, deneme ve şiirleri radikal 2, birgün, birikim, evrensel kültür, bilim ve ütopya, üniversite ve toplum gibi çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmıştır. alevilik ile ilgili kitapları vardır ve bir de roman yazmıştır. televizyonda alevilik üzerine yapılan tartışmalara katılmaktadır.
  • suriye, kerbela ve kibir

    gün ortasıydı. resulullah kaygılıydı. kaygısından yerinde duramıyordu. odaya geçti. uyumak belki de bu kaygıyı azaltacaktı. uyumaya çalıştı ama kısa zamanda uyandı. kaygısı göğüs kafesini zorlayacak kadar artmıştı. gözlerinde yaşlar vardı. sonra yeniden uyudu. bir süre sonra yeniden uyandı. avucunda kırmızı bir toprak vardı. durmadan o toprağı öpüyordu.

    bu uykuyla uyanıklık faslının ortasında ümmü seleme’ye seslenmişti: “ey ümmü seleme! kapıyı üzerimize kapa. yanımıza kimseyi bırakma”. çünkü resullullah odada tek değildi. yağmur meleği rabb’ından izin alarak onun yanına gelmişti. tam o sırada hüseyin koşarak kapıya gelmişti. ümmü seleme, onu içeri bırakmamış fakat hicretin 61. yılında kerbela’da yezit’in askeri tarafından başı gövdesinden ayrılacak olan bu kutlu imam kapıyı zorlayıp içeri dalmıştı. çocuktu. resulullah onu her kucağına aldığında burnunu, alnını, yanaklarını, dudaklarını öpe öpe doyamıyordu. hüseyin içeri girer girmez kendini resulullah’ın kucağına attı. melek resullullah’ın bu haline baktı. ne sevindi, ne üzüldü. sadece sordu: “onu çok mu seversin?”. resullullah “evet” dedi.

    “iyi ama” dedi melek “o’nu senin ümmetin öldürecektir”. şaşırdı resullullah. hüseyin’i tutan kolları ona daha bir sarıldı. “müminler ha!” diyebildi ancak. “evet” dedi melek. “istersen onun öldürüleceği yeri sana göstereyim.” resullullah “olur” deyince melek getirdiği bir avuç toprağı ona verdi. “işte” dedi. “onun öldürüleceği yerin toprağı budur”. “o babil topraklarında şehid edilecektir”. rivayet odur ki imam şehid edildiği gün, saklanan bu toprak kan haline gelmiştir. hüseyin kendisine on binlerce biat mektubu gönderen, çağrı yapan küfe halkına uyup yola düşmüştü. hak, nasıl ki resullullah’ı dünya ile ahiret arasında muhayyer bırakmış ve o ahireti seçmişse, imam hüseyin de ölümü seçerek gitti küfe’ye doğru. yolda rastladığı şair ferezdak ona gitmemesi için yalvardı, dil döktü: “onları; kalbleri seninle kılıçları ise üzerine çevrilmiş olarak bulacaksın” demişti. dönmedi imam. binlerce kişilik yezit ordusunun karşısına çoluk çocuk toplam 73 kişiyle çıktı. imam atının üzerinde mağrur bir komutan gibi durarak karşılaştığı orduya bir konuşma yapmıştı: “ey insanlar, resulullah buyurmuştur ki ‘kim zalim bir sultanın (…) günah işlediğini görür de, onu, fiille veya sözle değiştirmeye çalışmazsa, allah’ın zalim sultanı sokacağı yere, onu da sokması, üzerine düşen farzdır.’ haberiniz olsun ki: onlar, şeytana itaati iltizam, fesadı izhar, ganimeti istediklerine ikram ettiler. ben ali oğlu hüseyin’im. ve resulullah’ın kızı fatima’nın oğluyum. benim vücudum, sizin vücudunuzladır.”

    imam kendisini koruyanların çoğunu, ölümü öngördüğü için, geriye göndermişti. yanında yalnızca onu terk etmeyeceklerini defalarca söyleyen hane halkı vardı. yezit çoluk çocuk herkesi günlerce susuz bekletti kerbela çölünde. ve emir gelmişti: “hüseyin’i öldürün. göğsünü ve arkasını atlara çiğnetin”. ama önce günlerce susuz bırakacaklar, sonra binlerce askerle üzerine saldıracaklar, sonra sırasıyla bütün hane halkını kılıçtan geçirecekler, sonra da imam yere düştüğünde onun kafasını bedeninden ayıracaklardı. yezidin leşkerlerinden birisi imam hüseyin’in oğlu ali’yi kılıcıyla parçaladığında imam onun üzerine kapanıp “senden sonra bana dünya bir toprak yığınıdır” diye haykırarak ağlayacaktı.

    çocukları, kardeşleri ve yoldaşları birer birer katledildi. imam yaralıydı. “çöl yazıda ekilmiş bir kara duman/ dumanın içinde imam görünür/ abbas at üstünde vermiyor aman yezidin askeri yaman görünür”… bu ağıtlar binlerce yıl kerbela’dan yükselecek bütün coğrafyayı saracaktı. kardeşi abbas onlarca yaradan sonra öldürüldü.

    son anlarında her taraftan hüseyin’e saldırdılar. o, sol avucuna bir kılıç darbesi aldı. vuran zür’a b. şerik-üt temimi idi. sonra bir darbe de omuzuna indirdi. imam da onu omuzundan kılıçla vurup yere düşürdü. imam, artık yüzünün üstüne düşüp düşüp kalkıyordu. nefes alıp vermesi hızlanmıştı. gözleri tozun içinde düşman arıyordu. bütün ehlibeytini kılıçtan geçiren kılıçları arıyordu. çevresindeki ordudan bir kişi bile cesaret edemedi yanaşmaya uzun süre.

    babası ali, kardeşi hasan ve sonra sırasyıla bütün ehl-i beyt gölzerinin önünden geçti. o sırada sinan b. enes arkasından gelerek mızrağı imam’ın köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkardı.

    bir müddet hüseyin’in cesedine yaklaşıp başını kesmeğe kimse cesaret edemedi. sinan b. enes havliy b. yezid’e “başını kes onun” dedi. havliy bunu yapmak isteyince elleri titredi. kesemedi. sinan b. enes bu işi kendi yaptı. resullullah’ın öpmeye kıyamadığı başı gövdesinden ayrıldı kerbela çölünde. şehid edildiğinde hüseyin’in bedeninde otuz üç mızrak yarası, otuz dört kılıç yarası vardı. hicretin altmış birinci yılı, muharrem ayının 10’u, cuma günü öğleden sonraydı.

    hüseyin’in mübarek başı şam’daki yezid’e gönderildi. yezid, önüne gelen, hüseyin’in mübarek başına baktı. elindeki asayla onun ağzına ve dudaklarına vurdu.
    yezidin ol kibri ki binlerce yıl islam’ı ve onun yakasını bırakmadı. bu coğrafyayı kana buladı. ol kibir ki din’i din ile boğmaya çalıştı. ol kibir ki hüseyni olanlara her türlü zulmü yaptı. ol kibir ki tam da ali şeriati’nin dediği gibi “kendisine mensup olan egemen sınıfa, alt tabakadaki insanlara karşı imtiyazlar sağlamak ve bu imtiyazları tarih boyunca muhafaza etmek suretiyle” insanları kinle ikiye üçe ayırdı.

    başbakan diyor ki “suriye’de yaşananlar kerbela’da yaşananlarla aynıdır”. başbakan belli ki kerbela’yı bilmiyor. müslüman kanı akıtmanın tarihini okumamış. dışişleri bakanı, abd’li clinton’la “çak” yaparken ukrayna’dan bir arkadaşım yazıyor “yeni osmanlı tokadınız bu mu?” diye. dünyaya bir kat daha rezil olurken, tarihe ortadoğu’da savaşı başlatan bir devlet olarak geçmek üzereyken, başbakan hiddetleniyor yine birilerine: “şerefsizler”. başbakan kerbela’yı bilmiyor.

    kerbela ağza alınacaksa eğer, besmele çekip, kibri bir tarafa bırakmak gerektiğini danışmanları ona söylemiyor. vesselam. not: kerbela vakası hakkındaki tarihsel veriler m. asım köksal’ın hz. hüseyin ve kerbela faciası (akçağ yayınları, 1984) isimli kitabından alınmıştır.
  • "utaniyorum" baslikli yazisi okunasi birgun yazari.
  • bombayı esad patlatmış olsaydı başbakan bu kadar suçluluk içinde bir konuşma yapmazdı. kaçarak abd'ye gitmezdi.
    bombayı esad patlatmış olsaydı akp'lileri yerin dibinden topluyor olmazdık.
    bombayı esad patlatmış olsaydı bugün akp savaş ilanı için dakika sayıyordu.
    bombayı esad patlatmış olsaydı ülkede milli yas ilan edilirdi. başbakan grup konuşmasının sonunda abd başkanıyla yiyeceği yemeği ballandırarak anlatmazdı
    bombayı esad patlatmış olsaydı akp'nin has müttefiki batı basını akp'yle dalga geçiyor olmazdı.
    bombayı esad patlatmış olsaydı 63 mobese kamerasından en az biri çalışıyor olurdu.

    ali murat irat- birgün gazetesi yazarı
  • şu berbat, gülünç, komik, saçma yazısından sonra şu şekil özür dileyerek resmen nasıl özür dilenir konusunda ders vermiştir. çok gülmüş ve küçümsemiştim kendisini. özür yazısından sonra hayranlık duydum, alışkın değiliz sonuçta! görmek istediğimiz hareketler bunlar.
  • duvarla hoş sohbettir;
    "bana yeni bir yalnızlık lazım dedim duvara. insan bir süre sonra sadece yalnızlığından değil onun aynı oluşundan da sıkılıyor. artık yalnızlığımızı da rutin olmaktan çıkartmalıyız dedim. ben çoklu yalnızlıklar istiyorum dedim. duvar bana sadece “sen hiç yalnızlık çektin mi ki?” dedi. ben hep yalnızım dedim. insanın yanında bir başkası yoksa yalnızdır işte. ben sadece seninle konuşuyor, sana ağlıyor, sana gülüyorum. peki dedi duvar “senin gelmesini umdukların var mı hala”. düşündüm evet dedim. işte dedi. henüz daha yalnızlık yaşamamışsın. o umudun kalmadığında anlayacaksın yalnızlığı. dokundum duvara."
    {aşk bütün yalnızlıkların anasıdır, ali murat irat}
  • bu coğrafya iki yüzlü bir coğrafya. kanın üzerinden eksik olmadığı, kinin yakasını bir türlü bırakmadığı bir coğrafya. batıyla doğunun her ikisinin de çöpünü döktüğü, üzerine kustuğu bir coğrafya. bütün uygarlıkların beşiği olan ama üzerinde bir türlü uygarlık barındırmayan bir coğrafya. kendisini kandırmada bir numara olan ve bunu da “konukseverlik” gibi saçmasapan, ipe sapa gelmez kimi kavramlarla yapmaya çalışan bir coğrafya. konuksever olan ama sevdiği konuklarının bir kısmına tecavüz etmeden ülkesine göndermeyen bir coğrafya.

    ve de hepten yanlış okumaya çok müsait bir coğrafya. kendini kandırmak için elinde kalan tek hazineyi de harvurup harman savuran iki yüzlü iktidarların coğrafyası bu coğrafya. sürekli olarak barışa, kardeşliğe, dostluğa önem veren uluları, pirleri, büyükleri, düşünürleri vs ön plana çıkaran ama bunu tam da kendi pis siyasetlerine alet etmek için yapan, o büyük sözleri piç eden bir coğrafya bu coğrafya.

    “gel kim olursan ol yine gel” diyen bir ulunun sözlerini şehrin girişine asan ama o uluyu yazdıkları ve yaptıkları için zamanında taşa tutanların coğrafyası bu coğrafya. “dönen dönsün ben dönmezem yolundan” deyip, hüseyni cesaretiyle hızır paşa pisliğinin üzerine giderken, tıpkı küfelilerin hüseyine ihaneti gibi kendi köylülerinden ihanetçi çıkaran bir coğrafya bu coğrafya. küfeliler muharrem’de kendilerini ne kadar dövseler azdır. hiçbir azap hüseyine yapılan o kalleşliği affettirecek kadar büyük olamaz. yalandan gözyaşlarıyla ve kendilerini zincirlerle dövmekle ihanetlerini affettireceklerini sanan ama her fırsatta yeni hainliklerle tarihin karşısına çıkan toplulukların coğrafyası bu coğrafya.

    bu coğrafya kalleşliklerin ve acıların kendi tarihini yazdığı bir coğrafya.

    neymiş? dostluk, barış ve kardeşlikmiş! yalan! koca bir yalan. bu coğrafya kan ve kinin, nefretin ve sevgisizliğin coğrafyasıdır. daha resullullah ölür ölmez, onun bedeni henüz soğumamışken, iktidar arzusuyla yanan üç kağıtçı zihniyetin coğrafyasıdır bu coğrafya. iktidarını perçimlemek için sürekli geriye dönüp sünnetini yok saydıkları geleneklerden laflar, sözler çalarak, devşirerek kendi sadakatsizliğini örtmeye çalışanların coğrafyasıdır. koskoca bir islam uygarlığının üstüne bir leş yiyicisi gibi çöken suudi krallığının o güzelim (!) demokrasisinin dizinin dibinden ayrılmazken kendi halkının bir kısmına cumhuriyet bayramını kutlatmayan zihniyetle, kendi cumhuriyet bayramını kutlamak için gaz bombalarının önüne atlayan ancak aynı gazı sendikacılar yediğinde, kürtler yediğinde, aleviler yediğinde “zaten onlar teröristti” diyen cumhuriyetçilerle, bunların topunun iki yüzlü siyasetinin coğrafyasıdır bu coğrafya.

    kan ve irin kokusunun caddelerinden eksilmediği ve eksik olmayacağı bir coğrafya bu coğrafya. “ya sev ya terket” diyenlerin gün döndüğünde kendilerinin “ya sev’mek ya da terket’mek” zorunda kaldıkları bir coğrafya bu coğrafya.

    hacı bayram veli camii var ankara’da. hacı bayram veli demiş ki zamanında: adem suretinde olan herkes, adem değildir. demek ki gördü kimi mahlukatları da insan sıfatında yaratılmış olmalarına rağmen insan olmayan, ondan dedi. mevlana hayatta olsaydı bu köhne ve pislik akan dünyayı bu hale getirenlere “gel” der miydi? en azından bazılarının hacı bayram veli’nin dediği gibi insan sıfatında ama insan olmayan mahlukatlar olduğunu bildiği için onlara demezdi.

    kropotkin’in bir sözü var, diyor ki: bizler ne hayal aleminde yaşıyoruz, ne de insanları olduklarından daha iyi hayal ediyoruz, onları oldukları gibi görüyoruz. bu nedenle insanların en iyisinin bile otoritenin uygulamalarıyla özde kötü kılındığını ileri sürüyoruz. insanın insanı yönetmesinden bu nedenle nefret ediyoruz.

    iktidarı eline alanın deccal kesildiği bir coğrafya bu coğrafya.

    kimse kusura bakmasın demeyeceğim. çünkü bu yazının bir amacı yok. herhangi bir amaçla yazılmadı bu yazı. bir mesaj da vermiyor. okuyanların da o en büyük ırkçılık olan “hümanist” damarları tutsun da hemen kardeşlik notları düşsünler, o güzide coğrafyalarını savunsunlar diye de yazılmadı. ve belki de uyguladığım otosansürden dolayı bu yazıda hiçbir şey yazılmadı. belki de bu yazı yazılmadı. vesselam.
  • ankara üniversitesi eczacılık fakültesi farmakoloji anabilim dalı araştırma görevlisidir.
  • "türkiye'de 12 eylül'den sonraki kemalizm, toktamış ateş'tir." diyerek son yılların en güzel tespitlerinden birini yapmış. akp'nin en büyük kemalist parti olduğunu, çünkü kemalizm'in boş bir gösteren olduğunu da eklemiş. keza tayyip erdoğan'ın gazi mustafa kemal'in yolundan yürüdüğünü söyledi o iki buçuk saatlik konuşmasında.

    http://www.muhalefet.org/…k-sorunu-var-12-3689.aspx
  • duvarla sohbete devam eder.
    "ben bugün biraz ağladım. sessiz ağladım. en tehlikeli ağlamak sessiz ağlamaktır bunu öğrendim. kendi çocukluğumdan öğrendim. çünkü sessiz sessiz ağladığımda annem geldi aklıma. insanın aklına annesi kaç yaşında gelirse gelsin anlar her daim çocuk kaldığını. buna da ağladım biraz.
    her nasılsa anladı duvar ağladığımı. “neden ağlıyorsun dedi?”. dedim ki “bir nedeni yok”. baktı yüzüme, dedi ki: "nedensizlik size mahsus olmadı hiçbir zaman. o maddeler dünyasının meziyetidir. bir nedeni olmalı mutlaka o yaşların." baktım ona, dedim ki: "bazen ağlarsın. ağlaman neye yarıyorsa nedeni odur." "peki" dedi duvar. sıva parçaları koptu üzerinden. halıya düştü. dedi ki "bak benden kopan bir daha gelmiyor geri. üstelik ben bedenimde taşıyorum kopan giden herşeyin izini. ağla elbette ama değerini bil insan olmanın da". sarılasım geldi."

    ali murat irat
hesabın var mı? giriş yap