• hayatimda izledigim en iyi 3-5 performanstan biri olan 30 temmuz 2006 depeche mode istanbul konserinden ciktim. keyifler sahane. o zamana kadar gordugum en buyuk gruplardan birini kanli canli izlemisim. yalniz bir sorun var. ertesi gun ankara'ya donmem gerekiyor isim sebebiyle, ve de salaklik edip bilet almamisim. hedef besiktas'a otobus yazihanelerinin oldugu o yokusa ulasip bilet kovalamak. fakat disarida cilginca bir insan seli var. ınsanlar kurucesme'den cikmis sahilden guney'e dogru resmen akiyorlar. birak taksi bulmayi herhangi bir arac bulmak imkansiz.

    neyse efendim yanlis olmasin gece 12 gibi basladik kurucesme'den yurumeye, gece 2 gibi falan arkadaslarimi evlerine yolladim, otobus yazihanelerinin oraya geldim. ulusoy'a bakiyorum bilet yok. varan'da yok. pamukkale yok. bu sirada benimle ayni akibeti paylasan bi adam daha var. ben bir yazihaneye giriyorum, arkamdan o giriyor, o da bilet bulamiyor dogal olarak. sonra adamla konusmaya basladik. o da konserden cikmis. bilet almamis. aynen benim gibi ertesi gun donmesi gerekiyor. en son yanilmiyorsam metro'ya girdik. sabah 5'te bir otobus vardi. dedik tamam bize 2 bilet verin baska caremiz yok.

    ondan sonra muhabbete basladik. adamin adi shirvan'mis. azeri asilliymis, iran'dan gelmis. bikent'te calisiyormus falan. sonra mp3 calarlari cikardik, basladik playlistleri karsilastirmaya. bak bende su mix var. bende su konser versiyonu var falan seklinde devam ettik. en son bir aciktik taksim'e gecelim dedik. orada atistirip otobus saatini bekledik. yolda da mp3 calarlari degistirdik. ankara'ya ulastigimizda da maillesip birbirimize o mixleri gonderdik. hala mp3 listemde duruyor o mixler.

    aradan neredeyse 10 yil gecmis. linkedin'de people you may know'da bu adam karsima cikti ve devaminda "ne yapiyo ya bu adam" seklinde yaptigim arastirma sonucunda kendimi burada buldum. ilim, bilim, farsca, felsefe falan derken depeche mode ilgi ve alakasindan da biz bahsetmis olalim.
  • "cehalet gelirken bedava gelir, giderken her şeyi götürür.! "

    - anooshirvan mohammadzade miandji -
  • son saldırılar ve dünya üzerindeki savaşların nedenlerine yönelik kişisel düşüncelerini dile getirmiş düşünür. mantıklı.

    ''hem buradan-facebook- ve hem diğer sosyal medya platformlarından çok sayıda okuyucu, olan bitene yorum getirmemi istemişler, aşağıda kendimce ( benim zekâmla sınırlı olan yorumum) görüşümü yazacağım, dilerim yorumum hatalı olur ve gerçekleşmez.

    rusya başkanına sordular, 20 milyon müslüman burada yaşıyor ( %14), çoğunluk sünni, siz niye gidip suriye’de şiileri tutuyorsunuz. o da cevap verdi, suriye’de başka şey oluyor, onun için. pek o başka şey nedir? o başka şey 3. dünya savaşının provasıdır, peki nasıl bir prova ve ne için?

    bir kere tarih bilmeden yorum yapılmaz. dünya tarihi zaten savaşlar tarihidir, savaşsız dönem olmamıştır, ancak 2. dünya savaşı'ndaki 65 milyon kişi hayatını kaybedince ve avrupa yıkılınca, “ arkadaşlar biz bir daha böyle yapmayalım” diyenler olmuştur ve dünya 50-60 sene çok büyük bir savaş yaşamamıştır.

    ancak dünyada savaş gerektiren sebepler bellidir. savaşlar genellikler ideolojik bir gerekçe ile başlatılır ama savaş kötü düşmanı ortadan kaldırmak, yok etmek veya devletlerin topraklarını ele geçirmekten ziyade; toplumları kontrol etmek, şekillendirmek ve ekonomileri canlandırmak için yapılır.

    şimdi gelelim ortadoğu’ya, orta doğu bilimle ilişkisini 13. yy da kesmiştir, sonradan on parmağı geçmeyecek kadar birkaç münevver çıksa da, ağırlıklı olarak bir durgunluk ve depresyon sürecini yaşamıştır. burası dogma odaklı birey yetiştirmek için verimli bir alan, burada dogma yüklü bireyi yetiştiririm sadece başka bir bomba için fitil olarak kullanmaya karar vermişler? ne zaman? 40 sene önce. önce rejimleri dinci/ılımlı dinci/ çeyrek-melez dinci yaptılar, nasıl yaptılar? çok kolay yaptılar, para ile yaptılar? niye? çünkü senin inandığın şey para. onlar da seni inandığı şey ile aldılar ( buralarda vatan çıkarlarını satanı bulmak daha kolaydır.)

    sonra bu rejimlere abidik gubidik projeler ve ideolojik modeller verdiler, sen ocu ol, sen bucu ol, bunlar da zaten fikri olmayan rejimler, tasarımcının fikri onun fikir oluverdi, hay hay dediler. ( zaten tasarımcının umurunda değil senin ideolojinde kimliğinde, o bir proje yapıyor ve sen sadece bir basamaksın orada).

    sonra burada bir savaş başlattılar, ama savaş akıldışı ve anlamsız bir savaş gibi görünüyordu, niye? burada bir şey yok ki, petrol desen işe yaramaz, savaş tarafları petrol zengini, toprak desek verimsiz, insan kaynakları desen verimsiz, kültür desen verimsiz, bir şey yok ki, bir şey yok ki onun için gelesin savaşasın, peki niye?

    bu' niye'ye cevap vermek için size çok önemli bir açıklama yapmak zorundayım: “ oyun kurucu, hiçbir zaman oyunun tün kurallarını söylemez, o size 3-5 parametreye açıklar sizde zavallıca o parametrelere odaklanırsınız. ama bilin ki o parametreler dışında onların en az on katı parametre daha vardır, zaten böyle olmazsa oyun olmaz, çünkü oyunu hep o kazanır, niye? çünkü asimetrik güç söz konusudur. sen 3 parametre ile düşünürken, o 3000 parametre ile düşünüyor.” (sen eyvallah demişsin zaten, sen ben eşeğe binerim, şarkı söylerim tarlaya giderim, şiir yazarım başka şey düşünmem demişsin, sen tefekkürü bırakmışsın zaten, sen ben kitap okumadan adamım zaten demişsin, bilgiyi erdemi küçümsemişsin, şımarmışsın.)

    şimdi savaşa dönelim, burada savaş için bir gerekçe yokken niye burada filler tepiniyor? çünkü sağ gösterip sol vuracaklar, savaşı burada başlatıp, başak yere sıçratacaklar, nereye? değerli bir yere? mesela ve acaba avrupa mı? niye ve nasıl?

    niye: çünkü avrupa okyanus ötesi ekonomik ve kültürel değerleri tehdit ediyor, avrupa eşitlik derken, okyanus ötesi rekabet diyor. buda amerikalı arkadaşların işine gelmiyor, liberal ekonomi, sosyal ekonomiyi bitirmek için çok hevesli, bunun için tüm araçları kullanıyor ve kullanacaktır. peki niye paris? yani şimdilik paris olabilir ama yarın başka bir başkentte olabilir, sonuçta onlar için proje o kadar büyük ki küçük basamakların adı, rengi ve türü önemli değildir ( ayrıntıdır)

    bizim de çok övündüğümüz ve üzerine çok bastığımız cumhuriyet kavramı ve olgusu fransız halkını bir icadıdır. pek cumhuriyet ne diyor? şunu diyor, net bir cümle “ arkadaş, düşünce özgürlüğü, kutsaldan önce gelir.” fransız ihtilali veya fransız devrimi (1789-1799), fransa'daki mutlak monarşinin devrilip (concorde meydanı idamları), yerine cumhuriyetin kurulması ve roma katolik kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye zorlamıştır.

    avrupa ve batı dünyası tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. cumhuriyet, hem monarşinin ( 16. louis ) hem de kilisenin kutsallığına noktayı koymuştur. niye? çünkü halk bıkmıştır, hem kral hem kilise, gelişigüzel kafasına göre her şey yapıp kimse bana karışamaz ben kutsalım demiştir. halkta aydınlanma çağı öncüleri (voltaire, montesquieu, jean-jacques rousseau vs) sayesinde düşünmeyi kavramıştır ve haklarını bilincine varmıştır.

    şimdi bu ortadoğu’daki piyon arkadaş, neyin ne olduğunu bilmeden fitil olarak gidip oradaki arkadaşı havaya uçururken, okyanus ötesi arkadaş bakıp tebessüm ediyor. ( zaten ben bu yazıyı yazarken, o tebessüm eden arkadaşın sunduğu platform üzerinden yazıyorum, ne güzel demi, yani matrix'in içinde olacaksın sonra matrix'e kafa tutacaksın, gülsem mi ağlasam mı). bu ortadoğu’daki arkadaş o “özgür ifade” düşüncesini bir “dogma” ile yıkmak istiyor, başarır mı? vallahi yıkmak kadar kolay iş yoktur, yıkmak kolaydır da inşa etmez gerçekten zordur.

    (şimdi bana ne yapalım diye sormayın, şunu diyeceğim, sayfamda on binlerce insan var, bunlarda 2-3 bini sürekli girip tüm yazdığım yazılar posterler ve bilgileri ücretsiz değerlendiriyorlar. ama bunları oluşturma bana ücrete patlıyor, sonra ben tüm bu övgülerin eşiğinde küçük felsefe kitabımı çıkartıp arkadaşlar bunun da ben yazdım 25 lira şu sayfasında alabilirsiniz dediğimde 5 kişi çıkıp mesaj atıyor, yani siz ne bekliyorsunuz? iki kere giyeceğiniz bir tişörte 30 lira vermesini biliyorsunuz ama felsefe kitabına 25 lira vermeye üşeniyorsanız, hangi hakla haklarınız savunmak istiyorsunuz? sizin değeriniz ne?)

    çoğu kişi buralarda binlerce insan ölürken dünya ayağa kalkmıyor da 120 fransız ölünce niye kalkıyor diye isyan ediyor? iş bizim anlamadığım şeyde bu. “fransa vatandaşına değer veriyor, ama fransa devletinde önce fransız vatandaş kendine değer veriyor.” senin öyle bir derdin yok ki! sen kendin kendine değer vermiyorsun ki,( değer nesne olmaz, kola sigara cips almazsın aç kalıp 3-5 sayfa kitap okursun) başkası gelsin sana değer versin, senin bir değerin var para, o yüzden o arkadaş gelip gelip seni parayla öpecek.

    peki bu savaş avrupa’ya sıçrasa ve eğer oralar yıkılırsa ne olacak? okyanus ötesi arkadaş, oh ben kazandım diyecek, ama 50 sene sonra çocukları, “ hay aksi şeytan, biz özür dilerim kafamız basmadı, o sosyal model daha iyiymiş diyecek” ve tekrar sırıtacak, ne zamana kadar? sen paradan daha önemli bir şey bulana kadar, onun satın alamayacağı bir değere kadar.

    sözümü başak bir aydınlanma çağı düşünürü ile bitirmek isterim, thomas paine der ki “gelecek nesiller için plan yaparken, erdemin kalıtsal olmadığını hatırlamamız gerekir.”

    esen kalın.''

    anooshirvan mohammadzade miandji
  • ''dil kimsin sen?'' sorusuna cevaplar arayıp bulan kişi. bilgelik.

    ''adamın birinin, babadan yadigâr antik ipek bir halısı varmış. satmaya karar vermiş. ona göstermiş buna göstermiş, ama kimse talip olmamış. sonunda zengin birini bulmuş ve ona götürmüş.

    zengin halıya bir bakmış ve sormuş, ''kaç para?'' adam cevap vermiş ''100 altın''. zengin tereddüt etmeden tamam demiş ve çıkartıp 100 altın vermiş.

    adam sevinmiş. o sırada zengin sormuş ''bu halının kaç para ettiğini biliyor musun?'' adam cevap vermiş ''hayır bayım.''

    zengin devam etmiş ''en az 3000 altın eder.'' adam susmuş. zengin sormuş, ''niye 100 altına verdin?'' adam biraz düşünmüş ve cevap vermiş, ''bayım bağışlayın ama benim bildiğim en büyük rakam 100!''

    şimdi aklıma ludwig wittgenstein geldi dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır. dilin anlam zenginliği ve anlam derinliği gelişmedikçe, o dil ile yapılan iş sayısı sınırlı kalacaktır.

    konuşma dili 150-200 kelime/ dakika ve okuma dili 200-250 kelime/ dakika iken, düşünme dili 1300-1800 kelime/dakika düzeyindedir.

    bu yüzden yeterince sözcük, anlam, kavram ve düşünsel bağlantıya sahip olmayan zihin kısır döngüde çıkmazları yaşayacaktır. bu durumda, 200 kelime ile düşünen, 2000 kelime ile düşüneni anlamayacaktır.

    parafı şöyle bitirmek isterim:
    ''dilin kadar varsın''*

    anooshirvan mohammadzade miandji
  • şans eseri tanıştığım, "adam heralde deli" diye düşünürken ardından 2 saat ağzım açık dinlediğim, hoş sohbet, bol zekalı, bol bilgili, azeri asıllı ilim insanı
  • bilgi yayınevi için samed behrengi'den sevgi masalı'nı türkçeye çevirmiş.

    http://www.bilgiyayinevi.com.tr/sevgi-masali
  • şöylece bir çocuk-genç kitabı var. özellikle 12-13 yaş aralığına hediye alacaklar için şahane bir seçenek.
  • derste tam bir oh captain my captain edasıyla, hayata, gündeme veya tarihe dair ilham verici hikayeleriyle her zaman ilgiyi ve yüzlerde gülümsemeyi baki kılan sempatik farsça hocası, uzman eczacı, sözlük yazarı ( ekşisözlük yazarı değil, piyasadaki tek farsça-ingilizce sözlüğün yazarı ). anlattığı hikayeler kadar, bu kadar çok şey bilmesi bile insanı strese sokuyor ve okuyup öğrenmeye teşvik ediyor. bilkent'li olmayan fakat kendisiyle hoş bir iki kelam etmek isteyenler cepa alışveriş merkezindeki eczanede bulabilirler kendisini...
  • an itibariyla, ulusal kanalda, ceviz kabugunda, sahane aciklamalariyla goz doldurmaktadir.
  • son bir kaç yılda ne oldu, bundan sonra neler olacak tane tane anlatmış.

    iflas
    önce ne oldu sonra ne olacağını yazacağım:
    1-önce ımf (ınternational monetary fund, uluslararası para fonu) ile hesabı kapattık, böylece dışarıdan kimseye hesap vermeyecektik ( istediğimiz zaman istediğimiz yere para harcayabilelim diye).
    2- köylerden şehirlere göçü teşvik ettik, böylece inşaat sektöründe büyük bir sıçrama oldu ( 70,000 köye su çekeceğime, herkesi toki lere taşırım bir boru çekerim suyu oradan veririm, çok ekonomik)
    3- bilen bilmeyen, sütçü, yoğurtçu, fırıncı, kimin gözü aç ise inşaat sektörüne girdi, uluslararası kredi çekti, niye? ( dünyada para boldu) sonra 200-300 bin liraya mal ettikleri evleri 1-2 milyon liraya satmaya başladılar, 1 koyup 2,3,4 aldılar.
    4- insanlar özenince, sıfır araba sıfır ev, onlarda kredi çekip mahalle değiştirdiler, böylece köylerden gelenler eski evlere yerleşip şehirliler daha yeni evlere taşındılar. çankaya çay yoluna, sonra inceke , sonra da gölbaşındaki bir dağ başına taşındı…dağın başı…
    5- doları icat eden ve yöneten abd, faizi yükseltirken dünyadaki dolaşan serbest para abd ye geri dönmeye başladı, para kıtlığı başladı.
    6- siyasileri kendilerini güvenceye almak için, köyden gelenleri işe aldı böylece kamu büyüdü, memur sayısı 4 milyon kişiye yaklaştı, yani onca özelleştirmeye rağmen kamu küçülmedi aksine büyüdü. 20 milyon çalışanın 5 te 1 i memur. kamu şişti. kamu denetim ve yasamadan sorumlu iken bir şirkete dönüştü.
    7- üretim azalıp tüketim arttı. 1000 lira kazanıp 3000 lira harcandı. lüks hayat diziler, tv ler, reklamlar ve özentiler ile bilinçli olarak yaygınlaştırıldı. evde 50 kuruşa içeceğin kahveli içme 30 lira benzin yak gel restoranda iç bir de yanına yaş pasta verelim olsun 100 lira giderken de 30 lira daha yak bizahmet, toplam olsun 160, ama düz 200 yaparsan daha da enayi olursun, makbule geçer)
    8- toplum yükselen binalar parlayan ışıklar ve lüks avm leri gördükçe ağzı sulandı, kazanmadan harcamaya başladı, ne olacak ki, ileride kazanınca öderiz taksit taksit, ama keyfini hemen çıkaralım, demi, önce keyfi gelsin sonra parasını öderiz, sonuçta memuruz ay başında maaş kesin yatacaktır, yada iş adamıyım 1 i 3 e 5 e satıyorum, ohhhh..kebap….aaa…kebap demişken ortaya karışık olsun, yedik yedik yiyemedikse de namımız olur.
    9- ankara’da 10 tane orta boy modern hastane yapıp herkesin kendi mahallesindeki hastaneye yönlendirmek gerekirken, sırf bir müteahhit çok zengin olsun, hastane çok büyük olsun, ün salsın diye tek devasal bir hastane yapıldı, niye hasta yolda giderken ölsün ya da ölmez ise hastanede kaybolurken kan kaybetsin…sersem olsun…
    10- üretim, teknoloji, sanayi, yazılım, donanıma harcanması gereken kaynaklar, yürüyen tavuk, türkçeyi araplara özendiren dizilere, dağ başında yapılmış gökdelenlere harcandı….üniversitelerin sanayi ile işbirliği geliştirilmesi yerine her tarafa dershane gibi içi boş binalar yapıldı, iş sulandırıldı. millet çocukların 3000 lira verip dershaneye gönderiyordu, dershaneler kapatılıp özel liseye dönüştürüldü bu defa 30000 lira vermek zorunda kaldılar, çok zengin olduk, çok harcadık.

    şimdi ne olacak:
    1- 2010 senesinde eryaman da oturduğum ev 1+1 idi fiyatı 75,000 tl idi yani o günün kuru 1,5 bir abd doları iken 50,000 dolar ediyordu. bugün bu yazıyı yazmadan önce fiyatına baktım 107,000 tl olmuş yani 6 liralı kura göre 17,833 abd doları, yani 3 kat küçülmüş yani 3 kat fakirleşmişiz.
    2- bu fakirleşme devam edecektir. ülke gittikçe küçülecektir, çünkü bazı hataların sonucunu görmek yıllar alır, maalesef, hemen göremezsiniz. sera gazlarının aşırı salımı sonucu ozon tabakasındaki hasar gibi, 90 yıllarda pervasız antibiyotik satışı sonucu yıllar sonra ağır bedellerin ödenmesi, asimetrik büyümelerin ve dünya gerçeğine uygun olmayan politikaların sonuçlarını görmek gibi…
    3- şahin politikalar herkes ile gerilme sonucu çeşitli ticari konularda bedel ödettirecektir.
    4- dünya üretiminde 1000 de 9 olan üretim payımız, daha da düşecektir. bazı arkadaşlar fantezi yapmayı sevebilir, ama gerçek bu, biz dünyada üretilen malın %1 ni bile üretecek boyutta değiliz, keşke bunu herkes görebilse.
    5- iflasın sebep sonuç ilişkisini kurmayıp yine başkalarını suçlayıp dibi göreceğiz. yani gittikçe küçüleceğiz, alım gücümüz azalacak, fakirleşeceğiz.
    6- dağ başında yapılmış olan 2,000,000 liralık evler satılmayacak, kalacak, kalacak, kalacak, gerçek değerine düşene kadar bekleyecek.
    7- kolay para kazanmak isteyenler iflas edecek, toplum bunu görecek, geçici ders alacak, ama 5-10 sene sonra toparlanınca tekrar aynı çark dönmeye başlayacak, çünkü bu 20. kezdir ki bu toplum batıyor ve ders almıyor…(derinine etraflıca düşünmek bize göre değil, çabucak canımız sıkılıyor…)
    çözüm nedir?
    ben şahsen köylü olmak isterdim. köylü şehre gelince durmuyor çünkü köyle dur diye bir ışık levha yok, tarlaya giderken dümdüz gidiyorsun, şehre gelen köylü de dümdüz gidiyor. ..ya eziliyor ya da eziyor. ezilenleri gömüyorlar görmüyoruz ama ezenler zengin oluyor görüyoruz…görünce de “..aaa adam dün kasabadan geldi bir bina dikti 30 trilyonluk bir adam oldu diyoruz, lüks bir jeep, sağına soluna iki sarışın da aldı mı, işte al sana örnek, numune)
    ben köylü olmadığım için bir şey yapmadan önce kaç kere düşünüyorum, öz denetim sistemlerim var.
    bu arada bu yazıyı okuyup köyle lafına takılanlar olacak, biliyorum, olmazsa şaşırırım, ama açıklama yapayım, insan doğduğu yeri seçemez, köylü yada şehirli olmak dert değil, ama köyden gelip şehirde köylü gibi yaşamak derttir. beni rahatsız eden şehirlerin köyleşme oranı köylerin şehirleşme oranını geçmesidir ( buna sosyolojide kültürel gecikme ( cultural lag) derler, sonra yazarım).
    son bir not; elinizdeki telefon 1000 liralık da olsa 10,000 liralık, içindeki rehber aynıdır. size gelen mesaj iyi ise siz mutlu olursunuz kötü ise mutsuz olursunuz. hayatın anlamını nesnelere, eşyalara ve lükse bağlayan materyalist toplumlar, üretimden daha fazla tükettikleri için iflas ederler.
    fransız filozof albert camus un çok sevdiğim sözü ile bitirmek isterim “ başarı kolay elde edilir, önemli olan onu hak etmektir.”
    biz lüks yaşamayı hakettik mi?
    dr. anooshirvsan miandji
hesabın var mı? giriş yap