19965 entry daha
  • ‘yaratan rabbinin adıyla oku! o insanı alakadan yarattı.’

    kainatın yaratılış sebebidir aşk. üflenen ruhun, sahibini arama çabasıdır bu yolculuk.

    ..........

    aşk; maşukta kendini bulmak, maşukta kendini kaybetmek ve nihayet maşukta kendini yok etmektir. o’na baktığında kendini, kendine baktığında o’nu görmektir. aradaki ikiliği kaldırmaktır. ben (benlik) varsa, aşk yoktur. aşk varsa ben yoktur. aşk tevhiddir. ben ise şirk. tevhide giden yol şirki terk etmektir.

    ..........

    maşuğun sana layık gördüğü sefanın da cefanın da gözünde eşit değerde olmasıdır.

    ne varlığa sevinirim
    ne yokluğa yerinirim
    aşkın ile avunurum
    bana seni gerek seni.

    ..........

    teslimiyettir. kendisine ‘inandığın muhammed bir gecede mescid-i aksa’ya gidip geldiğini söylüyor. olacak iş midir? hala o’nun peşinden gitmeye devam mı edeceksin?’ diye sorulduğunda ne diyordu ebu bekir?

    -bunu size o mu söyledi? vallahi o söylediyse doğrudur.

    ..........

    artık gören gözlerim kör, duyan kulaklarım sağır. ne senden başkasını görürüm. ne senden başkasını işitirim.

    ‘allah kuluna yetmez mi?’ zumer suresi 36.ayet

    ..........

    mecnun olup baktığın her surette leyla’yı görmektir. nihayetinde kainatta leyla’dan başka bir şey kalmadığında kendine dönmek, baştan sona o’nu görmek, o’nun aslında başından beri kendin olduğunu anlamak, kendi cüzi ve fani varlığını baki olanın içinde eritmek.

    sonsuz denizlerin bilgisinin, bir damla suyun içinde var olması gibi:

    ‘her ne var ki alemde
    örneği var ademde‘

    ..........

    ‘vasıl-ı hak olmaya eylersen heves
    aşka ulaş, gayrıdan gönlünü kes’

    çünkü;

    ‘aşk imiş her ne var alemde
    ilim bir kıyl ü kal imiş ancak‘
  • herkes yaşantısına göre cevaplıyor bir kısım vardır aşk meşk konularında ne kadar şanslı ama bir kısım sadece efkar kasmaya mahkum ama kimse üzülmesin, bir kız için üzmeyin kendinizi belki su yolunu bulur ve sizin yanınıza gelir. olmaz demeyin ben bir kızı 2 sene bekledim yasımız küçük dedi bana sürekli sonra duygularını açıkladı ve şuan beraberiz 10 aydır
    not: yaş 16
  • aşk yıkıcı bir tanrıdır.

    kanla beslenir, kurban ister...

    insanın mütedeyyin bir aşık olduğunu iddia edebilmesi için, kendini aşkın içine yedirmesi; aşkın, gururunu ufalamasına, varlığını kanayan yüzlerce parçaya ayırmasına ve yeniden tanımlamasına izin vermesi gerekir.

    sıcaklığı kalbinizi ısıtan oyunbaz bir alev değildir aşk; evinizi, siz içindeyken ateşe verir, küllerini de savurur.

    “büyüdükçe” ateisti olduğumuz bir ilahtır.

    artık iyice sivrilmiş köşelerimize, parlatılmış egolarımıza, bi halt zannettiğimiz kıymetli “ben”liğimize sarılıp, olanca şımarıklığımızla reddederiz kurban vermeyi...

    kendimize sarıldıkça, cennetinden sürülürüz.
  • bastırılmış seks duygusu.
  • yarım kaldığı zaman telafisi olmayan tek şey. ben 50 yaşıma geldiğimde bugün yarım bıraktığım bir programlama dilini dahi kendimi zorlayıp öğrenebilirim ama yarım kalan aşkın telafisi yok, tamamlayamazsın. kalır içinde öyle.
  • başladığında adı aşk, sonunda simya olan iki kişilik deliliktir.
  • - sen aşk nedir bilir misin ey fani?

    - ...

    - aşk öyle bir pınar ki, içtikçe susarsın

    - ...

    - ve o öyle bir susuzluktur ki; dehidrasyonun bünyene yaptığı...

    bilen söylemez söyleyen bilmez
  • insana günümüz aşklarını sorgulatan bir yazı:

    sürdürülebilir çaresizliklere ilişki diyenler, bu adam, bu kadın hayatımda olmazsa ölürüm diyenler, takılıyoruz işte abi, hayat tek başına katlanılamayacak kadar ağır diyenler ve hayatının odağına uygun birini bulmayı koyduğu için, bulamadığı sürece mutsuz olduğunu düşünenler, buna evet dedim ama daha iyi bir fırsatı kaçırıyor muyum diye etrafı kolaçan edenler ve sayamadığım ötekiler.

    herkes aşkı arıyor ve mesele, zor bulunan bu mücevherin karşınıza çıkma olasılığındaki düşüklükmüş gibi algılanıyor. sanki onu bulunca bütün dertler sona erecek; onu bulsak içimizdeki boşluk dolacak.

    aşkı bulmak değil ki mesele, mesele bencilliğimize kapanmışlığımız yüzünden onu bir türlü elimizde tutamamamız; çünkü birini sevmek, “insanın kendinden sıyrılma mucizesidir”. sevginin turnusol kağıdı sadece budur. başkasını en az kendimiz kadar sevebilmemiz, en az kendimiz kadar düşünmemiz, farklılığı uzaklık olarak değil de bizi geliştirebilecek zenginlik olarak görmemiz.

    insan karmaşıktır, kişisel tarihinin onda bıraktığı izler, yaşadıklarından kalmış korkuları, yığınlarca ıvırı zıvırı ve arızası vardır, benim gibi senin gibi. herkesin öğrenilmesi gereken bir kelime repertuarı, sökülmesi gereken bir beden dili vardır. eziyetli iştir aslında birini sevmek, sorumluluk ister. birine elinizi uzattığınızda yazılı olmayan bir protokole imza atmışsınızdır demektir. bir söz vermişsiniz demektir ve tek taraflı feshedemeyeceğiniz bir anlaşmaya girmişsiniz demektir.

    tabii insanları ve duygularını ciddiye alan bir cinstenseniz, -arkadaşa baktım gideceğim cinsinden olanlara zaten söylenebilecek bir şey yok, onlar takılsınlar işte, sık sevgili yapsınlar, yaşasınlar- ama sevmeyi önemseyen biriyseniz karşınızdakine bir sorumluluğunuz var demektir.

    bulunmayan ya da az bulunan aşk değil sevgililer günü-zedeleri; bulunmayan, sevme cesaretidir çünkü birini sevmek doğası gereği bir kahramanca ruh gereksinir. korkakların -haklı olarak- kaçması bundandır. herkes öncelikle sevilmek ister, birinin hayatındaki en özel insan olmayı ama galiba hemen herkes öncelikle sevilmek istediği için bu kadar çetrefillidir bu işler.

    kim daha fazla sever sorusu, daha ne kadar sürer, sevildiğim kadar seviliyor muyum yoksa sakata mı geldim biçiminde çoğaltılabilecek bütün sorular aslında sevgiyle falan değil hesapçı ruhunuzla ilgilidir. eee hesabın olduğu yerde sevgi küserek kendi içine çekilir.

    eğer izdivaç için münasip bir hanım/bey aramıyorsanız, aradığınız sadece koşulsuz bir aşksa, nereden bilinsin sayın aşık adayı duyguların karmaşık süresi? yaşayıp ve tadını çıkarmanız gerekirken, önünüze hayat denen feci sıkıcı koridorda güzel bir hediye paketi sunulmuşken, parçalayarak açıp paketi, son kullanma tarihine bakıp bağırmanızın beyhudeliğini size nasıl anlatmalı?

    şaka değil, insan gibi yaşamanın ölçüsü nasıl cesaretse, insan gibi bir aşkın tek ölçüsü de cesarettir; okuyanlar hatırlar, nazım hikmet’in ferhad ile şirin adlı oyununda şirin’i iyileştirmek için gelen adam, mehmene banu’yu gizlice seven vezir’e mealen şöyle bir şey söyler: “sen korkaklar gibi seviyorsun vezir, sadece kendin için seviyorsun”. doğrudur, çoğunluk sadece kendi için sever, bu yüzden aşk çabuk kaybolan bir düş haline gelir.

    bir de herkes elbette kendi meşrebince sever, kimse karakter değiştirmez birine aşık oldu diye, sadece geçici bir an iyilik damarı tutar, başkası için endişelenir ama sonra bu da geçer. kalıcı olan tek şey bizdeki sürekliliktir ve aşkı yanımızda barındırma yetimiz, kendimize içkin olan sürekliliklere bağlıdır.

    zor iştir anlayacağınız, insanın rahatını bozar, kendiniz dışındaki birine karşı sorumluluk duymanızı bekler. öyle canınız sıkılınca kaçıyorsanız hemen olay yerinden ağlayarak sakın aşka laf söylemeyin. bilin ki siz de sevme kabiliyeti sınırlıdır ve bu gerçekle çabuk yüzleşin ki başkalarının canını yakmayın. dolayısıyla çok bulunmasa da aslında az bulunan aşk falan değildir, onu taşıyacak yürek ve sağlamlıktır.

    bir anda aşk geçip gider, hızlı duygular kökleri beslemez, yandan dalları geliştirir ama kökü besleyen emektir. ne kadar klişe olursa olsun öyledir. şimdi gidin, düşünün sizde sevmeye dayanacak yürek var mı diye? yoksa ne kendiniz üzülün ne de başkasını üzün; emin olun bu bir nasip meselesidir.

    yoksa kendinize karşı çok acımasız, çok eleştirel olmanızı gerektirir, bir de sevme kararlılığınız olmalı tabii, öğrenebilmek için. hiçbir şeyin doğuştan gelmediğini bilelim, annelik, babalık, arkadaşlık, sevgililik hepsi öğrenilmelidir, doğasına uymakla yetinenler de meşkle yetinsinler.

    süreyya karacabey
    görürsem aşk'a söylerim
  • var olmayandır
5752 entry daha
hesabın var mı? giriş yap