atilla birkiye
-
"bilmem yaşlandım mı, bir adam bir arabanın içinde gözleri dolu dolu,
eylülsonrası, üç şeytanıyla birlikte dışarda yağmur
damlaları. ama bilir misin, yalnızlık, hep yalnızlıktır; ellisine gelmiş bir adam,
arabanın camlarında yağmur damlaları durmadan; ve durmadan sizi
düşünür." diye başlayan bir mail yollayarak feci şekilde içimi acıtmayı başarmış kişidir kendisi. biz hiç gitmedik ki, her zaman damlalarda saklıyız, sesimiz gelmez mi? dedirtmiştir... -
kendisi 30 yaşına geri dönebilmek için serçe parmağını vermeye hazır bir kişidir...
üstelik gözleri hassas terazilerden beterdir, alınan bir iki * kiloyu hemen farkediverirler. *` :gençliğine yazık`
tüm bunlara rağmen çok iyi bilir ki biz kendisini 50 lerinde de seviyoruz...
ilerisinde de seveceğiz, kadehlere doldurup sırlarımızı; hiç çekinmeden ellerine teslim edeceğiz... -
bana yazi yazabildigimi farkettiren, bana yazi yazmayi sevdigimi "bildiren", hayat ovamda vadi acarak benim o vadiden korkusuzca asagi dokulmemi saglayan yerkure hareketi.. hocam..
-
yirmi iki yıl kadar önce, varlık'ta bir 'stadyum' anısını paylaşmıştır;
"... 13-14 yıl önceye dönüp, bu futbol meselesine baktığımda, aklıma ilk önce fb'li ziya şengül geliyor. ben de o zamanlar bu futbolcuyu kendime 'şiar' edinmiştim. ziya o hafta orta sahada oynamışsa ben de; libero oynamışsa ben de libero oynardım. o hep 4 numaralı formayı giyerdi. tabii bizim mahalle takımında da herkes 4 numaralı formayı kimin giyeceğini çok iyi bilirdi. üstelik bana ziya falan demeye başlamışlardı ki bu doğrusu hoşuma giderdi. tabii o zamanlar 'madde mi öncedir yoksa ruh mu?' gibi bir sorunsalımız olmadığı gibi böylesine bir sorunsalın varlığından bile haberimiz yoktu. biraz biraz 60'lı yılların üniversiteli ağabeylerimize ait kulaktan dolma, ama biçimsel bilgilerimiz vardı. işte bu ziya, o yıllatda bizim gözdemizdi.
vefakar ve de cefakar arkadaşım necdet ile yağmur çamur dinlemeden fb'nin maçlarına gider, dolmabahçe'nin futbol havasını sık sık alırdık. şehir dışındaki maçlara gitmez, paramız çok olduğu zamanlarda da 'efendice' bir futbol karşılaşması izleyebilmek için numaralı tribüne giderdik. doğrusu ikimiz de mahallede 'aydın' çocuklar sayılırdık ki biz de bir spor karşılaşmasını oturarak izlemek isterdik haklı olarak. ama o gün herhalde paramız yoktu ki açık tribüne gittik. üstelik fb'li fanatik taraftarların arasına düştük. düştük ve hiç unutamayacağımız bir olaya tanık olduk.
o maçta ziya dökülüyordu. fener de takım halinde kötü oynuyordu, bir türlü galibiyet golünü atamıyor ve seyirci de çileden çıkıyordu. ziya'nın kötü oynayışı, kötü pasları ister istemez şimşekleri onun üstüne çekiyordu. yağmurda çamurda, türkiye'nin her kentinde takımını yalnız bırakmayan ve bağırmaktan ses telleri zedelenmiş taraftarlar, artık dayanamışlar homurdanmaya başlamışlardı. bu homurtular giderek karşı gösteriye varmıştı. biz nejdet ile bir futbol takımının bazen kötü de oynayabileceğini bilir bir görünüm ve sakinlikle, fb'nin ve ziya'nın dökülüşünü içimiz burkularak izliyorduk.
giyimiyle etraftakilere göre daha aklı başında izlenimini veren önümüzdeki bir seyirci, 'ulan bu ziya sadist, sadist be...' diye bağırdı. sadist kavramınının ne demek olduğunu az buçuk bilmemize karşın adama da hak verdik doğrusu. ziya o kadar kötü oynuyordu ki onlara göre bu bir işkence, bir eziyetti. tipik bir türk futbolcusu olarak ziya belli ki o hafta kondisyon açısından yetersizdi ve dökülmeye devam ediyordu. birdenbire yanımızda duran, görünümüyle tipik bir lümpen olan bir seyirci - ki tipik bir türk seyircisiydi - avazı çıktığı kadar bağırdı: ' ulan bu ziya komünist, komünist be...' her tavrıyla bir öncekini anımsatan adam böyle bağırınca 'sol tandans'lı nejdet ile ben, ister istemez irkildik ve şaşırdık. adam ya bizim içine düştüğümüz şaşkınlıktan ya da söylediği sözcüğün söylemek istediği veya anımsayamadığı olmadığını fark ettiğinden midir nedir, 'neydi ya, sadist, ha sadist' diyerek avazı çıktığı kadar 'sadist ziya' diye bağırdı. biz de bu küçücük olaydan sonra maçı değil de bu ilginç adamı izlemiştik. " ( varlık, ekim 1987, syf: 7 ) -
bir türlü bulamadığım "aşk ve hüzündür istanbul" kitabını adıma imzalayarak, evime göndermiş yüce insan.
ne kadar da şanslıyım! -
-
oyle guzel yaziyor ki buyusune kapilmamak ne mumkun...
iki damla gözyaşı
aşk şarkıları uçuşuyor karanlıkta
bir adam elinde rakı kadehi
bir kadını beklemeyi yudumluyor
ıslak kirpikleriyle gelmesini
yudumluyor
belleğine düşmüş bir kere
yüreğine de
adam içiyor, içiyor
kadın gelmiyor, gelmiyor
gözleri içeri süzülen
kapının solgun ışığında
kadın parlak günışığı oysa
kadın saatlerce yok ortada
uzun kızıl saçlarıysa hiç yok
adam kadının gözyaşlarını siliyor
iki damla masaya düşüyor
kadının ellerini tutuyor, tutuyor
dudaklarından öpüyor, öpüyor
yok bu, o gece değil
çünkü kadın gelmeyecek
gelmeyen kadın sensin
rakılı adam ben
aşk şarkıları uçuşuyor karanlıkta
eşlik ediyorum oldum bittim
uyumsuzca
söylemiştim diyeceksin
yine gelmeyeceksin
belki yarın gece, sonra belki
adam rakısını yudumluyor
kadının dudaklarını yudumluyor
masada hâlâ, iki damla gözyaşı
duruyor
(aşkım kırmızı bir gül, iş kültür yay. 2003) -
"sevgi soysal ile son röportaj" adında ilgi çekici bir roman yazan yazar.
-
3 cadısından biri olmaktan gurur duyduğum çok sevdiğim hocam. masmavi gözleri boğazın suyunu andıran aşk adamı...
-
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap