• --- spoiler ---

    iki kardeş arasında çok değişik bir ilişki var. çocuğun atlıkarıncayı kızkardeşine vermemesi biraz onu koruma eğilimi gibi. çünkü kendi de hiç binmiyor. sonunda da parçalıyor zaten. gece kardeşinin odasına gidip yerde yatıyor. ona sığınıyor adeta. yani hem onu korumaya hem de ona sığınmaya çalışıyor. büyüdüklerinde de aynı ilişki başka bir biçimde kuruluyor. annesine abim bilmesin derken abisini koruyor. ama o da geceleri abisinin yanında yatıyor.

    kuş yuvası kutsal aileyi temsil ediyor. kız yumurta düşecek derken aslında kendi düşüşünü ifade ediyor. annesi de yok o yumurta ellenmez, annesi ellendiğini anlarsa yumurtayı bırakır gibi bişey diyor. yani ben bu sorunu görmemeliyim, görürsem seni bırakırım diyor. yumurta ile kız temsil ediliyor. yumurtanın yuvadaki yanlış konumu da kızın ailedeki yanlış konumunu anlatıyor. annesinin öne sürdüğü gerekçe ise saçma. kız da zaten ikna olmuyor ama boyun eğiyor. kız diyor ki "ama düzeltmezsek yumurta düşecek" anne de diyor ki "ama anlarsa bırakır" oysa ki yumurta düşerse zaten kırılacak. anlamış anlamamış bişey farketmeyecek. "olsun" diyor annesi. "olsun" diyor ve yürüyüp gidiyor. yani bu konuyu konuşulmaya değer bulmuyor bile. diyaloğu bitiriyor. bu haliyle annenin kullandığı gerekçe aslında kendisinin bile düşünüp ikna olmadığı bir geleneksel bilgi. haliyle gerekçe de gelenek, görenek, adet, inanç vb. yi temsil ediyor. kuş kuvası aynı zamanda kızın bakış açısından da önemli. kızın yaşadığı çelişki de o yuva üzerinden anlatılıyor.

    kapı problemin bütününü temsil ediyor. kadın kocasına "kapı kapanmıyo bi ara bak" derken bir problem var ama sen müdahale et diyor. kocası da "tamam" diyor, yani müdahale etmek istiyor. zaten kendini değiştirmeyi istiyor. yaptıklarından pişman, bunu şiirinden de anlayabiliyoruz. ama o kapı bir türlü yapılmıyor. kız ise kapıyı birkaçkez kapatmaya çalışıyor ama yapamıyor. fakat kimseye de bahsetmiyor. şikayet etmiyor. annenin kocasına kapıdan bahsetmesi ile, kızının sorunundan bahsetmesi de paralellik gösteriyor. bi sorunu var diyor. okuluna da gittim diyor ama, baba da diyor ki "gençlik", "ergenlik". ben ilgilenirim diyor. kadın da tamam diyor. halbuki o da ilgilensin sen de ilgilen. onun ilgilenmesi senin de ilgilenmene engel değil ki. tıpkı kapıdaki sorunla ilginebileceğin gibi. bu husustaki geleneksel bilgi de "kapı erkek işidir". kadın da hemen ikna oluyor. ailenin reisi de babadır. baba "ben ilgilenirim" derse olay biter. ilgilenir. sen de ilgilen kadın, sen de.

    çocuklar yıkanırken oğlan hiç ses vermiyor. normalde yıkanan bir çocuk (kendimden biliyorum) sürekli ses verir. yok sıcak oldu, yok soğuk oldu, gözüm yandı, kulağıma kaçtı. oyunlar oynar suyla. çocuk ise dişini sıkıyor. daha o yaşda bariz bir tepkisi var. annesi ise anlamıyor. yıkanma sahnesinde babası çocuğu seviyor ama çocukta tık yok. bu tutum aslında genel. yani çocuk babasına karşı çok soğuk. anne bunu farketmiyor mu? farketse bile "baba dediğin otoriter olur, sert olur, yüzgöz olmaz çocukla" mantığına mı bağlıyor? orası çok net anlaşılmıyor. filmde eksik olan taraf burası. annenin durumu farketmemesine katkı sağlayabilecek birşeyler daha olmalı filmde. annenin başka bir sorunu daha olmalı mesela, ki farkedemesin.

    adamın telefona uzanan eli de pişmanlığını temsil ediyor. herkese karşı pişman olduğunu anlatıyor.

    sevişme sahnelerinin olması fakat tecavüz sahnelerinin olmaması da anlamlı. burada da ibretlik bir mesaj var. cinselliğin veya çıplaklığın topyekün bir ahlaksızlık olmadığı mesajı veriliyor. bu iş normal bir iştir, doğaldır, insanidir diyor yani. zira cinselliği inkar etmek, mevzusunu yapmamak, görmezden gelmek, bu konuda bilgi edinmemek gibi birtakım geleneksel erdemlerimiz de var. birçok sapıklık da zaten bu baskıdan kaynaklanıyor. bu mesaj karakterlerle göze sokula sokula verileydi kötü bir film olacaktı. haliyle böyle veriliyor. bakın cinsellik gösteriyoruz görün diyor. utanılacak olan bu değil diyor. saklanmayın diyor.

    filmin başında da din var, sonunda da. adam filmin başında da din adamın yanında filmin sonunda da. filmin başında kadın daha fazla dine yakın. kurban kesilmesini o istiyor daha ziyade. filmin sonunda ise kocasına dua okunmasını istemiyor. bu kocasına duyduğu kızgınlıktan kaynaklanıyor ama başka bir mesaj daha var. çünkü "olur" demesi çok kolay. sadece bir kelime. bugün mü okunsun yarın mı? yani taş atmayacak kolu yorulmayacak. tıpkı kurbanın kesilmesi etlerin eve girmesi gibi. kendiliğinden olacak. ama itiraz ediyor. öyle olmaz dediklerinde de "olsun" diyor. onun şahsı üzerinden geleneksel ahkalın yetersizliği itiraf ediliyor. kadın kızına pişmanlığını ifade ederken de "ne kadar kötü bir anneyim" diyor. "nasıl da farketmedim" oysa ki çok fazla ipucu vardı. fakat bu ipuçlarını birleştirip bir sonuca varmak bir akıl yürütme faaliyeti gerektiriyor. yani iyi olmak biraz akıllı olmakla da ilgiliymiş kadın bunu farkediyor. evveliyatında böyle bir bilinci yok. evveliyatında geleneksel yöntemlerle yetiniyordu.

    insanlar belli bir siyasal, sosyal, ekonomik gruptan değil. bu da çok ince ayarlanmış. biraz dindar olsalar, bak dinciler böyle denecek. olmasalar bak allah korkusu yok denecek. zengin olsa olmaz. fakir olsa yine olmaz. adamın ne iş yaptığı açıklanmıyor. kadının ne iş yaptığı da açıklanmıyor. tamam bunun maksadını anlıyorum ama bu durum gerçeklik algısının da biraz kaybolmasına yol açıyor. renk vermeyecem diye insanları tanıtmıyorsun. insanların ruhlarına temas etmek, kişiliklerini irdelemek mümkün olmuyor. çünkü o kişilikler kimse gücenmesin diye yaratılmışlar ve "ben kimse gücenmesin diye yaratıldım" şeklinde bağırıyorlar. öyle ki çocukların hayatı bile karanlık. kız okula gidiyor. o kadar. oğlan zaten uzakta. bir arkadaşıyla geliyor ama, o kim, nedir? nasıldır belli değil. yani sırf "bunlar da hepimiz gibi normal insanlar" demek için karakterleri yüzeyselleştirmişsin dostum. hikayenin vehametine yoğunlaşıldığı için bu eksiklik pek de göze batmıyor tabi.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak güzel film. izlenilesi.
  • meselesi olan "güzel" insanların cesur filmi.
    mert fırat'la yapılmış son röportajlardan birini okudum şimdi, o kadar önemli bir şey söylüyor ki:

    ".. sadece şuna dikkat ettik. ensest ile ilgili film çekerken, ensestin bir parçası olmamaya. daha önce çekilen filmleri izledik, orada meselenin anlatım şekli ister istemez çocukların bir cinsel cazibe odağı şeklinde ortaya çıkmasını sağlıyordu.biz kendi filmimizde böyle olmamasına dikkat ettik. biz sadece bu süreci anlatmak ve çocuğu da arzu nesnesi yapmamak istedik."

    sözde derdi kadına yönelik şiddete, tecavüze, dikkat çekmek olan pek çok yapım akla geliyor bu sözlerden sonra. iki yüzlülükten geçilmeyen bir sinemasal dünyada, totaliterlikle "iyi olma"nın sağlanmaya çalışıldığı kötü ve kokuşmuş bir yapıda, sözü olan, çok sözü olan bir film bu. mert fırat önemli bir noktaya daha temas ediyor: ".. metropolde, zengin semtlerde ensestin yaşanmadığı söylenir. ama yaşanıyor. bu durumun gelir seviyesi ile, zenginlikle bir alakası yok. tam da bu yüzden filmimizdeki ailenin ilk bölümde nerede, hangi dönemde yaşadıklarını belirtmedik. belirli bir zamana, belirli bir mekana ve kişilere atfedilmesin ensest diye!"

    ve ekliyor: "vizyonda ne olur bilemiyorum. ama salon konusunda bir sıkıntı var türkiye’de. bir filmin seyirci sayısı, salon konusundaki tekelleşme yüzünden işin en başından kısıtlanıyor. filmimizin vizyon tarihi aslında daha önceydi. ama oynatacak salon bulamadığımız için ertelemek zorunda kaldık.
    kaynak: http://bit.ly/g1dxoa
  • klişe film tanımlarından oldum olası hoşlanmamışımdır ama bir tanımın bir filme bu kadar yakışması nadir yaşanan bir durumdur. ilksen başarır'ın yönetmenliğini yaptığı, senaryosunda mert fırat ile ortak çalıştığı, atlıkarınca tokat gibi bir film insanlığa.

    tarkovski bir film, seyirciyi koltuğunda rahatça oturtmamalı, rahatsız etmeli der, işte atlıkarınca bu tanıma uyan filmlerden biri olmuş. enseste tek bir açıdan yaklaşmış, yapması gerektiği gibi, enseste uğrayanın tarafından ve fazla söze, diyaloglara ihtiyaç duymadan, nüanslarla, imgelerle, davranışla derdini anlatmış. ensestin sadece doğuda değil, sadece eğitimsiz kesimde değil, dünyanın her bölgesinde, her çeşit insan tarafından vuku bulabileceğini, filmi yerleştirdikleri zamansızlık kavramı ile anlatmayı başarmış.

    zamansızlık, aitsizlik ve en önemlisi konduramamak davranışı üzerinden, mutlu gibi görünen bir aile fotoğrafının, dondurulmuş bir zamanın arkasında yatan hikayeyi gösteren bir film olmuş. erdem'in bakış açısından uzakta, anne ve kızı sevgi'nin gözünden bizlere izlettirilen bir ensest anlatımı var filmin. diğer çocukları edip ise aslında tüm soru işaretlerini üzerine çeken bir karakter sıfatında, izleyicinin sürekli aklının bir köşesinde şu soru: ya edip ?

    ve yanıtlanmamış cevapların olduğu bir film, her zaman tüm cevapları veren filmlerden daha iyidir.

    film boyunca, neredeyse her kare bir sonrakiyle bağlantılı, hiçbir karesi sadece öylesine göz gezdirmelik değil. ayrıntılara, hareketlere dikkat edip, film boyunca nasıl bir sonraki sekans ile bağlandığını izlemek tam anlamıyla bir keyif.

    --- spoiler ---

    benim için bunlardan en önemlisi ve anlamlısı, filmin başında edip'in kardeşinin odasına gidip yere uzanıp uyuması ve filmin sonlarında bu defa büyümüş halleriyle sevgi'nin abisi edip'in odasına gidip yere uzanıp uyumasıdır. sanırım bu film için aklımdan çıkaramayacağım iki sahneden biridir. bir diğeri ise, sevgi'nin saçlarını kesip annesinin yanına oturduğu zaman ikisinin de hem fiziksel hem de ruhsal olarak neredeyse aynı göründüğü sahneydi.

    --- spoiler ---

    film ve sahneler hakkında o kadar çok anlatılacak ve konuşulacak şey var ki, en iyisi tüm bunları burada kesip, mutlaka izlenmeli bu film demek ve hem yönetmeni hem de oyuncuları kutlamak.
  • nasıl ifade edileceğini kestiremiyorum. "güzel" demek hem yetersiz hem de konu itibariyle zaten iğreti duran bir sıfat şu haliyle. "rahatsız edici" demek konuya dair fikir verse de anlatımı farklı bir yere çekebilecek nitelikte. bu öyle bir film ki önce sizi o hayatın içine çeken, sizi o evden birisi yapacak kadar gerçeğe yaklaştıran sonra asıl gerçekleri yüzünüze çarpan, suratınıza tüküren. ve "ne yaşandığını" göstermeksizin gözünüze sokan. oğlan çocuğunun gerginliği ve öfkesini, kız çocuğunun tedirginliğini ve haykırışlarını ta içinize işleten. kapanmayan bir banyo kapısının aslında ne demek olduğunu gösteren...
    tüm bunların dozu öyle bir ayarlanmış ki ne hafif ne çok ağır. evet, aslında çok ağır ama kaldıramayacağınız kadar değil gibi. bittiğinde o kadar çok şey söylemek istiyorsunuz ki sesiniz çıkmıyor. kızarmış gözleriniz, ağrıyan mideniz ve kamburlaşmış sırtınızla yerinizden kalkamıyorsunuz. üzerinden ancak saatler geçtikten sonra hakkında konuşabiliyorsunuz. bu şeyin, ensestin, gerçek olduğunu bildikçe mideniz daha çok ağrıyor. böylesi travmalar atlat(ama)mış insanların tepkisi ne olur diye düşünüyorsunuz, bu filmi nasıl izlerler ki? ve böyle bir karakter yazıp üzerine de oynayan mert fırat'ı bulup tebrik etmek istiyorsunuz. filmi altyazılı gösterip işitme engellileri -yine- unutmadıkları için tebessüm ediyorsunuz. tıpkı nasıl başlayacağınızı kestiremediğiniz gibi nasıl bitireceğinizi de bilemiyorsunuz.
  • eğer yurt dışında yapılsa nice filme rakip olacağını düşündüğüm, hüngür hüngür ağlatan ve türk sinemasına olan umudumu bir kez daha arttıran film.
    --- spoiler ---
    öyle bir ilk yarı ki "keşke böyle bir ailem olsa" diye iç geçiriyor insan. ufak tefek takıntıları olsa da felçli kayınvalidesine bile yemek yediren aşk dolu bir adam...
    hiç beden metalaştırmadan her ayrıntı ile ensest nasıl anlatılır sorusunun yanıtı bu film. inen çıkan atlılarınca, açılıp kapanan banyo kapısı, sallanan bir kayık... bir baba, bir kız, bir oğlan çocuk! cinsel çağrışım bu kadar küçük ayrıntılarla, bu kadar ustaca mı verilir? suçu olmayan herkesin kendini suçlaması... sessiz tanıklar... bu filmi izleyin. sadece izlemeyin, izletin. sevgi paramparça!
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    sadece bir kaç saniye denizin ortasında sallanan bomboş bir tekne...
    --- spoiler ---
    güya! konuşarak sorunlarını çözmek için babanın kızını yanında götürdüğü sahne, taş gibi oturur yüreğe.
    sadece görüntü, sonsuz bir sessizlik...
    büyük rahatsızlık hissinde, filmin diyalogsuz, en etkileyici sahnesidir benim için.
  • ve güzide sivasımın, güzide sinemadan anlamayan seyircisi sayesinde deli dumrul gibi kötü oyunculu, kötü konulu, hatta konusuz, kalite yoksunu bir film 3. haftasında gösterimde iken, 10 günde gösteriminden kalkmış filmdir. hadi şimdi yüklen korsan filme, he hiç mi korsan indirmedim, akşama kadar forumlardayım. ama bu filmi sinemada izlemek istiyordum ben** çok özür dilerim ilksen başarırdan da mert fırattan da...
  • hayatımın son 12 yılı ilköğretim çağı çocuklarıyla geçti. son iki yıldır iki çocuklu biriyim. annemin eğitim amaçlı anlattığı dağ köyleri hikayelerinden biliyorum. anne anlatması uydurmadır diye umduğum hikayelerden biri, atlıkarınca.

    filmi sevdim diyemiyor insan. oysa filmi sevdim, konusuna rağmen. filmin ne kabahati var anlattığı şey sahiden "kötü"yse. mert fırat neden en iyi erkek oyuncu ödülü almadı diye düşündüm film boyunca. kapalıçarşı'dan, başka dilde aşk'tan, ödül törenlerinden bildiğim, kaymak gibi, eli yüzü düzgün, bir içim su adam gitmiş, daha filmin ilk karesinden, konuyu bil bilme, gözünün üstünde kaşı var diye dövebileceğin biri olmuş. filmin en başından itibaren, sinir bozucu, olan bu adam, oğlunun saçlarını durularken iğrenç bir hâl alıyor. nergis öztürk ise oyunculuğunu sesiyle konuşturuyor. allah'ım o ne kadar güzel nasıl etkileyici, insanın bam teline basan bir sestir.

    söylemekten hiçbir zaman hoşlanmadığım, söyleyenlerin tarzını hiç sevmediğim o söz geldi aklıma: babana bile güvenme. ulan insan kime güvenecek. baba dediğin dağdır insanın arkasında, gerektiğinde yaslandığın, gerekirse evldını taşıyan. abi, amca, dayı bir parça.

    insana en çok koyan sanırım farkedememektir. evladının başına böyle bir şey gelecek ve sen farketmeyecek, farketmekte gecikeceksin. yakar. filmin en az acıtan tarafı budur zaten. anne fark ediyor, geç de olsa. bu, güzel olduğu kadar lanet dünyada, susan, görmezden gelen o kadar anne bir o kadar da ebeveyn varken, daha da neler oluyordur da haberimiz yoktur. ne canlar yanıp ne hayatlar kararıyordur. bunlar için de yaşasın cehennem!

    insanın üç kuruşluk keyfini çentik çentik edip, güvensizliğini perçinliyor atlıkarınca.

    nilüfer özçelik şiiriyse tuz biber ekiyor.
  • hakkinda cok sey duyduktan sonra izlemeyi iple cekerken koskoca istanbul'da sadece birkac sinema salonunda oynadigini gorunce cok sasirdigim, sonra da sasirdigim icin kendime sasirdigim film. hadi az sinema salonunda oynuyor, bari film izleme keyfini yasayabilecegimiz salonlar olsalardi da atlayip gitseydik. yazik ki ne yazik. elimdeki listeye bakiyorum, merakla bekleyip izleyemedigim filmlerin listesine, nedense cogu turk filmi ve nedense cogunda ayni sorunla karsilasmisim. bazi filmleri izlemek icin resmen ozel plan yapmak, istanbul'un bilimum yerlerindeki sinema salonlarini kesfetmek gerekiyor. ya da bekleyelim ki dvd'leri ciksin. sonra kuru kuru 'emege saygi, korsana hayir' muhabbetleri. biraz da siz gosterseniz o emege saygiyi da biz sasirsak?!
  • anlatacağım. yeri gelince bir bir anlatacağım. boğazıma dizilen onca şeyin ardından nefes alırsam elbette anlatacağım.
    ilk cümleyi kuracağım. edip'in adıyla başlayacağım. ilk kurbanın gözlerinden bakacağım. akan kanları sevgi'nin alnına sürecekler. susacağım. ilksen başarır ve mert fırat'a getireceğim sonra lafı. belki de adını getiremeyeceğim o şeyin. sonra işte sıkılıp gideceğim.
    edebiyat parçalamaya çalışıp kendi kendimi yiyeceğim.
    kültürel kodlardan sıyrılmak ne denli zorsa, lafı insanlığa getirip insan aramak ne denli zorsa, bu konuyu da öyle bir çırpıda söylemek/anlatmak o kadar zor. o yüzden gizli gizli olmalı her şey. adını dahi söylememeliyim. metin içine serpiştirmeliyim. sızdırmalıyım. siz de kapkacak toplayıp gelmelisiniz. komşuları da çağırmalısınız. muhakkak. ne için? mezarlarlarımıza tükürmeye elbette. şu fransız yazarı çağırmamalı ama. biz bize olmalı. aynı dölden olmalı. kendi dölünü döllemeli. sonra en çok konuşamayan gelmeli. her şeyi bilen, gören, duyan ama sesini çıkaramayan. sandalyesini gıcırdatarak gelmeli. gelmemeli. anne susmalı. çocuk susmalı. baba susmalı. bir sahte evcilik olmalı. bir sahte oyuncak olmalı. bir sahte dokunuş olmalı. bir oyuncak vajina olmalı. bir oyuncak karanlık olmalı. bir parça kan olmalı. bir parça sevgi olmalı. en çok utanç olmalı. utanç olmalı ki yüzümüz kızarsın. artık kanamayan bir rahime bir can yerleşsin. uyusun da büyüsün. o da atlıkarıncaya binsin. uyusun da büyüsün o da oyunlar oynasın. uyusun da büyüsün ayrı yatakta yatsın. ayrı yastığa baş koysun. uyusun ki iniltisi duyulmasın. büyüsün ki alışsın. uyusun ama büyümesin ki sesini çıkarmasın. ne uyusun ne büyüsün ki hep utansın. unutmasın. hep hatırlasın. ölmek istesin. ölemesin.
hesabın var mı? giriş yap