• neredeyse tum iktisat kitaplari iktisat icin su tanimi verir; iktisat insanlarinin sınırsız ihtiyaclarinin doganın sınırlı kaynaklari ile karsilanmasını konu alan bilimdir. refah toplumu da bu tanım uzerinden hareketle insanlarin sınırsız ihtiyaclarinin maksimum karsinlandigi toplum olarak tanimlanir. oysa;;; refah toplumuna ulasmanin bir diger yolu az istemekten, az tuketmekten gecer...

    aylakliga ovgu, tuketim toplumuna karsi cikisin bir yansımasıdır. cunku tuketim toplumu insani surekli bir tuketime, tukettiklerini ve tuketeceklerini kazanması icin kazanmaya ve dolayısıyla calismaya zorlar...

    aylakliga ovgu refah toplumuna ulasmanin yolunun tuketmekten gecmedigini bilmektir. tıpkı afrikada yasan ilkel(!) insanlar gibi gunun sadece uc saatini calisip temel ihtiyaclarini karsimak icin gecirip geri kalan kısmında kendiyle mesgul olmaktir...

    aylakliga ovgu tuketim toplumunun kolesi olmaktan kurtulup, ozgur olmaktir.
  • “aylaklığa övgü” kitabından çok etkilendiğini söyleyen bir kadın, şimdi benden set üstü ocak taksidine girmemi istiyorsa ben yakarım o kitabı aga!

    (bkz: umut sarıkaya)
  • ''gayet ciddi olarak şunu söylemek isterim ki, modern dünyada çalişmanin erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol, refaha giden yol, çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer.''

    bertrand russell – aylaklığa övgü
  • bu kitaptan benim aklımda kalanlar.

    1- çalışmanın erdemli bir davranış olduğu fikri de nereden geliyor? acaba insanların çok çalışmasından en fazla nemalanan kesimin topluma bir şekilde kabul ettirdiği bir fikir mi bu? mantıksal dayanağı nerede? neden çalışmak erdemli gibi algılanıyor arkadaşım, bana bunu açıklayabilir misiniz haa, hıııı?

    2- farazi bir dünyada, dünyanın tüm düğmelerini 10 kişinin her gün 8 saat çalışarak ürettiğini düşünelim. bu dünyada teknoloji ilerlemiş ve düğme üretim süresi teknoloji sayesinde yarıya inmiş olsun. bu durumda ideal olan; düğme üreten bu 10 kişinin artık 8 saat değil, 4 saat çalışması olurdu. bizim dünyamızdaysa bu durumda bu 10 kişinin yarısı işten çıkarılıyor. kalan yarısı da halen 8 saat çalıştırılıyor. ne kalan mutlu, ne işten çıkarılan.
  • 1932 yılında yazılmasına rağmen halen geçerliliğini koruyan mükemmel tespitleri içeren deneme. insanların ihtiyaçları kadar çalışmasının yeterli olacağını, ihtiyaçtan fazla çalışmanın sadece mutsuzluk ve diğer insanlar için işsizlik anlamına geldiğini savunmaktadır. tüm insanların anlaşıp günde 4 saat çalışması halinde mutluluk ve rahatlığın artacağını, yaratılan boş zamanların bilimsel ve sanatsal ilerlemeyi de beraberinde getireceğini anlatmaktadır.
  • okudukça lanet olsun böyle sisteme diye isyan ettiren, hayatınızla ne yapacağınızı bilmez bi duruma sokabilen deneme ve kitap. hala mesai saati kavramına uymakta zorlanan biri olarak sık sık aklıma düşen bi kısmı da şöyledir:

    "belirli bir zaman içinde birtakım insanların çamaşır mandalı yapımında çalıştıklarını varsayalım. bunlar günde (diyelim ki) sekiz saat çalışarak dünyanın bütün mandal ihtiyacını karşılayacak kadar üretim yapmaktadırlar. birisi çıkar, aynı sayıda işçinin aynı çalışma süresi içinde öncekinin iki katı mandal yapmasını sağlayan bir buluş kor ortaya. ama dünyanın iki kat fazla mandala ihtiyacı yoktur, mandallar zaten o kadar ucuzdur ki daha ucuza satılsa bile daha fazla satın alan olmayacaktır. aklı başında bir dünyada olsa, bu durumda, mandal yapımıyla uğraşan herkes sekiz yerine dört saat çalışır, ama bunun dışında her şey eskisi yine eskisi gibi yürürdü. gelgelelim içinde yaşadığımız dünyada böyle bir şey ahlak bozucu sayılır. içinde yaşadığımız dünyada insanlar hala sekiz saat çalışmakta, birtakım insanlar iflas etmekte ve mandal yapımında çalışan işçilerin yarısı işten atılmaktadır. bunun sonucunda yine öteki planda olduğu kadar boş vakit kalır insanlara, ama bu sefer insanların yarısı çok fazla çalışırken öbür yarısı tüm aylaktır. işte, nasıl olsa kalacak bpş vakit bütün insanlık için bir mutluluk kaynağı haline getirileceğine, bu şekilde ne yapılıp edilip evrensel bir sefalet kaynağı haline getirilmektedir. bundan daha büyük bir delilik düşünülebilir mi?"
  • bertrand russell'ın in praise of idleness isimli 1950 nobel edebiyat ödüllü denemeler kitabının, mete ergin tarafından dilimize kazandırılıp, cem yayınevince yayınlanmış hali.
  • aylaklığa övgü direnişe övgüdür. bir zamanlar buna dair bir şeyler karalamışım.

    son kertede elimizde olduğunu düşündüğümüz şeyler aslında elimizde değildir.içinde bulunduğumuz ilişkiler ve karşılaşmalar sandığımızdan çok daha azını bize katarlar.madem öyle bu kalabalığın sebebi nedir ?tüm bu kafa karışıklığının, emin olamama hissinin, kararsızlığın ve bir an evvel harekete geçmek hakkındaki sarsılmaz inanç zihnimize ve sinir uçlarımıza kadar nasıl yerleşmiştir?düşünceleri yeni düşüncelerin, onları da diğerlerinin izleyerek bizi yatakta uzanmışken, sokakta dolaşırken, denizi ya da gökyüzünü seyrederken (deniz olmayan şehirlerde gökyüzü denizin yerini tutar)bir an bile olsa bulunduğumuz yere çivilenmemizin arkasında hangi eksiklik vardır? oysa tamamlanmaya ve tam olmaya yönelik hiçbir eğilimi olmayan insanlar, tamamlanmaya ya da tutunmaya çalışırken ancak yaltaklanabilirler! tüm bu kalabalık, sözcüklerin çokluğunun kalabalığından çok daha ağırdır; çünkü genel olarak tam bir suskunluk haline karşılık gelir.üzerimize doğrultulmuş yüzlerce gerekçe, bizi bir yerlerde bir şeylerin olduğuna veya birilerinin bizi beklediğine inandırmaya çabalıyordur. bu gerekçeler, aylaklığın kendisine doğru çevrilmiş silahlardır ve direnişin hemenyanıbaşımızdalığının sebebi de budur. aylaklık bir direniştir.
  • yunanistan'ın şu anki mali krizi ile ilgili bir haber bülteninin kullandığı haber başlığı "komşu dolce vita'nın kefaretini ödüyor" olmuştu. tatlı hayat günümüz dünyasının kabul edilemez suçudur çünkü sistem senden günde 10-12 saat çalışmanı, krediler alıp, evler arabalar alıp, kredi öderken daha çok kredi almanı, sürekli harcamanı ve çalışmanı, üretip tüketmeni istemektedir. gününü siestalar, deniz kum güneş ve rakıyla dolduran halkı cezalandırırlar.
  • birkaç -izm’i yorumlayarak, aylaklığa övgüden çok daha fazlasını anlatan kitap.

    rastgele bir alıntı:

    “ne kadar akıllıca olursa olsun, hiçbir kural, şefkatin ve düşünceli davranışın yerini tutamaz.“
hesabın var mı? giriş yap