• burada yazılanları okuyunca ne şanslıymışım diyorum. yazılanların çoğu babaannelerin kötü olduğuyla ilgili.

    ama sen bence dünyanın en iyi babaannesiydin, abimle sana taktığımız isminle “babrik”.

    çocukuluğumdan genç kızlığıma kadar oda arkadaşımdın, dert ortağımdın, sırdaşımdın. tanıdığım en güçlü, en komik, en akıllı ve en iyi yemek yapan kadındın. 13 yaşındayken sırf yetim ve öksüz olduğun için 39 yaşındaki dedemle evlendirilen, 14, 17 ve 19 yaşında 3 kere anne olan, 29 yaşında doğu'nun bir köyünde dul kalan ama dimdik hayatta kalan küçük bir devdin sen. bugün bu insan olabildiysem senin sayende, hep güçlü kalabildiysem, böyle iyi yemek yapabiliyorsam, narin ve kırılgan değil de mücadeleciysem hepsi senden ötürü.

    keşke ölen insanları yılda 1 kez görmemize izin verilseydi, seni o kadar çok özlüyorum ki, insanlar içki içip biraz çakırkeyf olunca sevgililerinden bahseder ya, ben seni anlatıyorum mesela. yemeklerini, gün yüzü görmemiş küfürlü atasözlerini, beraber içtiğimiz sigaraları, sevgililerimi ilk seninle tanıştırmamı, o çok sevdiğin ve şimdi aynı mezarda koynunda yattığın ikinci dedemin mezarına gidişlerimizi anlatıyorum.

    ne güzel kadındın be aliye, seni çok seviyorum.

    debedit: bak babrik bir sürü kişi azıcık da olsa seni tanıyor artık, yaşarken söylediğin gibi “ben ölünce bir babaannem vardı dersin.” seni anlatmaya doyamıyorum.
  • sözleridir.

    - kızım sen niye ders çalışıp duruyorsun?
    - atanıp öğretmen olacağım babaanne.
    - ee şimdi de öğretmen değil misin? çalışıp duruyorsun işte.
    - ee ama babaanne atanınca daha iyi olacak.
    - nesi iyi olacak? yine (pencereden karşıdaki okulu işaret ederek) bu okulda çalışmaya devam edecek misin?
    - yok babaanne, muhtemelen doğu'ya gider orada çalışırım.
    - kendine iş arıyorsun ha! ne güzel işte, evin karşısındaki okulda çalışıyorsun. öğleye kadar çalışıyorsun bir de. ne yapacaksın doğu'ya gidip?
    - biraz da oradaki öğrencilere öğretirim. hem daha çok kazanırım, bu işimin garantisi yok ki.
    - burada da ne kira ödüyorsun ne de yemek parası. manyak mısın nesin boş ver ders çalışma. sana kim bakacak oralarda?
    - ben kendime bakarım.
    - özlemez misin bizi?
    - ya babaanne, atanmak her türlü daha iyi.
    - yav kızım senin işlerine akıl sır erdiremiyorum ben. sana rahat batıyor. öğretmen oldun, hâlâ ders çalışıyorsun. bir de yine öğretmen olmak istiyorum diyorsun. kendini bitiriyorsun farkında değilsin.
    - boş ver babaanne. ben ders çalışayım.

    babaannemle yaklaşık 4 yıl önce yaptığımız muhabbet. şimdi bir başıma doğu'da bir yerlerde öğretmenlik yapıyorum. görseydi bu günleri yine bana manyak derdi.
  • her sabah işe giderken hala yaşadığına şükrediyorum.

    doğduğum günden beridir dedem ve babaannemle yaşıyorum. iyi ki varlar. şu an alzheimer ve yatalak çok iyi durumda değil. yine de onu her gördüğümde şükrediyorum. bana iyi bir insan olmam gerektiğini, nasıl yemek yemem gerektiğini, kibarlığı ve en önemlisi kadınlara nasıl davranmam gerektiğini öğretti. tam bir arnavut kadını.

    edit : birisi favorileyince fark ettim.

    kendisini 19.12.2022 tarihinde maalesef kaybettik. huzur içinde uyu
  • duası.

    “bismillahi birsin
    ve billahi nursun
    yetmiş bin ayet el kürsin
    dört bir tarafımızda dursun.”
  • idris aleyhisselam gelir *

    babaannem terziydi. seksen küsur yaşında, bildim bileli iğne ve makasla uğraşmaktan çizgilerle dolmuş ellerini işaret ederek "idris peygamber de terziydi. cennetin kapısını terziler açacak" derdi. bugün yanına gittiğimde, çantamdaki kitabı görüp "cennetin kapısını okumuşlar açacak" dedi. cennetin anahtarını seksen küsur yıl sonra bana tevdi etti :)
  • herkes ne güzel anlatmış babaannesini.. bizimki babamı falan sanki kendi doğurmamışta, komşu gelip kapıya bırakmış gibi davranıyor. çocuğunu sev(e)meyen torununu ne kadar sevsin...
  • babam onu anlatırken, sürekli çalıştığından bahsederdi. köy' de güneşin ilk ışıkları ile beraber uyanır, kahvaltı hazırlar sonra çocuklar ve kocası ile tarlaya gider, akşama kadar pamuk tarlasında çalışır, o sırada çocuklarla ilgilenir, akşam eve gelince yemek ev iş leri ilgilenirmiş. o kadar yoğunluğa rağmen köy meydanındaki çeşmeden kova ile su taşır, taşıma su ile çiçek beslermiş. tabi kocası çiçekleri sevmediğinden ara ara söker atarmış.

    uykuya hep hasretmiş, ne zaman sandalyeye otursa, başı yana düşer uyuklarmış.

    kocası çok zalimmiş, hem tarlada, hem evde, her işi dört dörtlük yapan karısını sudan bahanelerle dövermiş. bir gün dayanamamış, kimse evde yokken son kez yemek yapmış, her tarafı son bir kez temizlemiş, ineği sağıp sütü de kaynatmış, ondan sonra asmış kendini.

    onu hiç tanıyamadım, bir tane siyah beyaz vesikalık fotoğraf duyduğum anılardan başka hiç bir şey yok. ama ne zaman düşünsem, aklıma sandalye de oturan, yorgunluktan başı yana düşmüş uykuya hasret bir kadın imgesi beliriyor.
  • yok hükmünde olması, öz oğluna bile değer vermemiş kişi benim için yok hükmündedir.
  • kin, nefret, pislik... bedduadan başka hiçbir şey çıkmazdı lanet ağzından.
  • sırf korkuyorum karanlıktan diye kitap okurken başımda beklerdi. son nefesinde yanında olayım diye o kadar dua etmiştim ki o komadaydı herkes uyurken ben onu son defa öptüm.
hesabın var mı? giriş yap