• "ah, öznelerin farklılığı öldürecek beni. o zaman çok güldürmüştü ama şimdi öldürecek. herkesin cümlesi aynı bile olsa öznesi farklı. ve gramer hiçbir işe yaramıyor. gravyer bile daha iyi olabilir. demek istediğim, özne hiçbir zaman ben olamadım. özne hep bir denizkestanesiydi."

    (bkz: veciz sözler)
  • vasat bir yazardır. neredeyse tek bir çarpıcı sözü, mecazı, şiirselliği yoktur. kitaplarını okumayan birinin kaybı olmaz. okuyan biri göreceli olarak zaman kaybedebilir. ekseri türk yazarları gibi duygu sömürüsüne yönelik yazmıştır. ondan çok daha genç, derinlikli, şiirsel, bir derdi olan yazarlar var.
  • "en iyisi, unutmak ve hatırlamak imkânını elimizden alan inşaat faaliyetlerinden, denetimsiz büyüyen şehirlerden, altyapı sorunları yüzünden yaz yağmurlarının yol açtığı sellerden, doğanın acımasızca talan edilmesinden şikâyet etmek... en iyisi saf ve soylu şeylerin etrafında kolayca kuracağımız ittifak, en iyisi sürekli birbirini onaylamak...

    böylece, ah nerede o eski domateslerin kokusuna kadar gelir insan. bütün uzlaşmacı konuşmaların sonunda varacağı yer."

    (bkz: tarihi kırıntılar)
  • kendisi ev arkadaşımdır. bir süredir kayıp, endişelenmeye başlamadan güzel bir uyanışla kapımı tıklatsa fena olmaz.

    görsel
    let's pretend
  • "uzun düz saçlarını arkadan iki eliyle tutup sağ omzundan aşırıyor ve önüne bırakıyor. iki yumruğunu birden yanaklarına bastırıp dudaklarını tavşan dudağı yapıyor, boşlukta bir yere uzun uzun bakıyor. bazen tırnaklarını yer gibi yapıyor ama yemiyor. "
    (bkz: bizim büyük çaresizliğimiz)
  • kahramanlarını kederli, kırılgan ama çenesi düşük erkeklerden seçer. herkes herkesle dostmuş gibi’deki aşk kırgını hasan, veciz sözler’deki karşılıksız aşk yaşayan sulhi, bizim büyük çaresizliğimiz’deki kendisine birazcık ilgi gösteren her kadına aşık olan ender, sinek ısırıklarının müellifi’nin sevgili karısı nazlı'dan başka kimsesi olamayan cemil. hepsi de aşıktır, hepsi kırılgan adamlardır ve hepsi de çok konuşurlar!

    barış bıçakçı'nın ''güzel bir cümle'' yazma arzusu hep var bence. kahramanlarında da izleri var çünkü bunun. baharda yine geliriz'deki genç aşık, sevdiği kızın okuyacağı bir kitap yazdığını hayal ederken aslında tek bir cümleyi hayal eder: ''içinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın.'' sinek ısırıklarının müellifi olan cemil defterinde ''güzel cümleler'' biriktirir, diğer cümlelerin bu güzel cümlelerin etrafında ne yaptıklarını bilmeden dönmesini ister. ''kendi dünyamdan çıktığımda basit cümlelerin öznesi oluyorum, diye düşündü ve nazlı’ya sarıldı ve bir resmin belirsiz kenar çizgileri üzerinde gitmeye başladı; sonuna geldiğinde bunun bir resim değil güzel, karmaşık bir cümle olduğunu anladı. güzel, karmaşık bir cümle.''

    kurbağalara inanıyorum’da bıçakçı bu konuya kendisi açıklık getirir: ''benim için hakikat bir cümle uzunluğunda, genişliğinde ve derinliğindedir, daha fazla değil. uzun cümleyi biliriz, gramer koyar ona sınırı. ama geniş ve derin cümle diyorsak, işte bu güzellikle ilgili bir şeydir. cümle genişledikçe ve derinleştikçe güzelleşir.''

    aforizmaya olan ilgisi ve sevgisi, okurun altını çizeceği cümlelerle dolu yapıtlarıyla (veciz sözler, bizim büyük çaresizliğimiz, sinek ısırıklarının müellifi) daha suskun anlatıları (aramızdaki en kısa mesafe, baharda yine geliriz, bir süre yere paralel gittikten sonra) arasındaki gelgitleri, gevezeliği erkek kahramanlarıyla hem icra eden hem onu yine onlarla tiye alan üslubu ve neredeyse tüm kitaplarına sinen ''kederli palyaço'' anlatımıyla, tutkulu bir okur kitlesi edindi barış bıçakçı.

    sinek ısırıklarının müellifi’nde ''gençken dinledikleri şarkılara, geçen zamana ve herşeye rağmen devam eden hayata dair'' bir roman yazmak isteyen, yazıda hep o ''tek ve öldürücü hamle''yi arayan cemil ile tanıştırdı bizi. neredeyse tüm yapıtlarında bir yazar figürü var. kendi cümlelerini sevgilisinden çok seven, aşk ile edebiyat arasında bir tercih yapıp ''kendisini seçen'' hasan, başarısız bir hayattan veciz sözler damıtan ''imbik sulhi'', hayata tutunabilmek için ''mum alevini andıran sözcüklere'' tutunan ender, seyrek yağmur'un kahramanı, koca gövdesiyle savrula savrula bir hikâyenin peşinde koşan ''başarısız ve şişman'' rıfat, ''duyarlılık gösterileri'' ''sözcük oyunları'' ve ''felsefe kırıntıları''yla dolu karman çorman şeyler yazan zamane genci berkan, hatta tüm kitaplara yayılmış ve yazma edimiyle uğraşan sayısız yan karakterler, bıçakçı'nın ''yazar kadrosu''nu oluştururlar.

    ''neden yazdım?'' varoluşçu sorusunun cevabını arar sık sık barış bıçakçı. bizim büyük çaresizliğimiz’de ender şöyle sorar: ''herşey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?'' bıçakçı ise aynı soruyu şöyle sorar:'' insan neden yazar? herşey olup bittikten sonra neden bir de cümle kurar? hayatın içinde eksik kalan nedir ki yazıda tamamlansın ister? neden örneğin okumayacağını bildiği halde giden sevgiliye mektup yazar? aylarca mektup bekleyip gelmeyince neden o mektubu onun ağzından kendisi yazar? neden evdeki panoya alışveriş listelerinin, elektrik faturalarının, ders programının, sınav tarihlerinin arasına bir de güzel cümleler yazar?''

    kelimelere hâkim olabilirse hayata da hâkim olabileceğine inandığı, bazı yan yana gelmemiş sözcükleri yan yana getirebilirse hayatta da bazı taşları kıpırdatabileceğine inandığı için yazar bence bıçakçı. içinde, derinlerde bir yerde “anlamın yarasa gibi oraya buraya çarparcasına uçtuğu kapalı bir yer” olduğunu hissettiği için yazar. “dünyayı matematiğe has bir zarafet ve kesinlik içinde açıklayabileceğine” inandığı için yazar.

    sanki üstünde biriken yükü boşaltabilmek için, kalbine saplanan ağrı dinsin diye yazar. bu dünyada bir iz bırakabilmek, ''ben de geçtim buradan'' diyebilmek için yazar. cemil'e söylettiği gibi, ''kapı aralarından gözetleyen komşuların karşısına nihayet düzgün bir kıyafetle, 'fena olmayan bir yazar kıyafeti'yle çıkabilmek için de yazar. ''sonunda hiçbir yere varmayan şeyler''i anlatabilmek için yazar. ''anlatılmaya değmez olanı anlatmak'', anlamsız gibi görünen şeyleri anlamlı kılmak için yazar. ''sadece kendi düşürdüklerini değil bütün dökülenleri'' toplayabilmek için yazar.

    etkilendiği yazarları kitaplarında ağırlar. (ritsos, cortázar, oktay rifat, yusuf atılgan, oğuz atay, turgut uyar, salinger, vüsat. o bener) hatta sinek ısırıklarının müellifi’nde bir liste verdirir cemil’e - ''hayatın bir şölen olduğunu hissettiren şeylerin üstünkörü yapılmış bir listesi'' - ki o listenin büyük kısmı yazarlardan oluşmaktadır.

    ''nasıl yazdığını, kurbağalara inanıyorum’da şöyle açıklar: ''bense bir soruyla değil, bir cevap ile yazmaya başlıyorum. ‘bu budur!’ diyebileceğim şeyleri yazıyorum ama bir yandan da bu yargının, bu bilginin anlık olduğunu, benim kısıtlı varoluşuma bağlı olduğunu biliyorum, hissediyorum. ‘bu budur!’ yargısının ağırlığını azaltmak için karşı kefeye o yargıyla alay eden, aslında genel anlamda yargıya varmak ile alay eden bir karşı ağırlık koymaya çalışıyorum''.

    yazarların genellikle yaptığını yapmamasıyla, röportaj vermemesiyle, resim çektirmemesiyle dikkat çekti. ama kendi suskunluğuyla da dalga geçer bıçakçı. sinek ısırıklarının müellifi’nde ''ilk kez mülakat veren, fotoğraf çektiren, usul usul edebiyat yaptığı söylenen ama muhtemelen en büyük numarası ortalıkta görünmemek olan bir yazar'' diye söz eder kendisinden. veciz sözler’in arka kapağında, ''yeni zamanlarda dostluğu en güzel hikâye eden yazarla karşı karşıyasınız!'' denir. bizim büyük çaresizliğimiz’de ender, ''son zamanlarda dostluğu en güzel anlatan yazar'' nitelemesiyle sunulan bir yazarın kitabını karıştırıp huysuzca mırıldanır: ''dostlukları anlatan edebiyat eserlerini severim. ama zekâ gösterileri, edebi şakalar görünce hoşlanmadım. hatta sinirlendim.''

    üslup. ironik veciz sözler, suskun ve içe dönük aramızdaki en kısa mesafe’nin gösterişsiz lirizmi. büyük laflar etmeye henüz dili dönmeyen çocuğun gözünden aktarılmış yalın kesitler. bizim büyük çaresizliğimiz’in aforizması bol anlatımı. sonra yine suskun iki yapıt, baharda yine geliriz ve buruk yalınlığıyla bir süre yere paralel gittikten sonra. iki ana yolda da, karşımıza minimalizm çıkar. çünkü minimalizme bu iki yoldan da gidilebilir. birincisi geniş zaman cümleleri ve aforizma. ikincisi ise, tekilliğin şiirselliği.

    dilerseniz daha da uzatmayayım, netameli minimalizm meselesi de başka bir yazıya kalsın.

    iyi geceler, sevgili okuyucular.
  • onun gözlerine bakınca ince bir masumiyet tülüyle sarmalanıyordum. bu gözlere bakmadan geçen günlerin ne anlamı olabilirdi. bütün o vicdan azapları, suçluluk duyguları, ciğer sökmeler bunun için, diye düşünüyordum.

    bizim büyük çaresizliğimiz, barış bıçakçı
  • itiraf

    şiirden, heykellerden, aşktan söz ediyoruz ve dünyaya ayak uyduramamış biri olarak kendimizden. "hiç kimseye benzemiyoruz, hep dışarda kalıyoruz işte kocaman burnumuz: mutsuzluğumuz" diyorum, coşkuyla alkışlıyor dostlarım beni nasıl da çok seviyoruz sözcükleri! anlatacak şeyimiz kalmadığında, sonunda sustuğumuzda, saklanmaya çalışırken ışığa yakalanan iğrenç bir hayvanın gözlerine benziyor gözlerimiz, gözleriniz, gözleri...
  • barış bıçakçı'nın isimsiz yayımladığı şiir kitabından bir kaç kısa şiir.

    kırlarda sonbahar

    uzakların düz çizgisi, kuru otların sesi.
    ah yolculuk, şiddetli genişlik
    ve her yöne gidebilirim.
    bunu çok geç anladım, kuşlar geçti yanımdan
    bazı mevsimler, çok geç anladım.
    önüm arkam ölüm..

    bu şehir bu kapı aralığı

    burada kalalım, bu kapı aralığında.
    yazlar sıcak ve kurak
    kışlarımız göğsümüze işleyecek denli kıvrak!
    burada kalalım, kapı aralığında.
    soğuk havaları önemseme, sessizliği de!
    bağırabiliriz düşerken
    ve yükselirken, susabiliriz kabaran bir sevinçle.

    serseri bir ıslık için şarkı

    evet anlıyorum,
    bir yolcu yerde başka, yolda başka!
    örneğin yerde korkak yolda başka.
    yerde yenik, yolda başka.
    yerde ölü, yolda başka..
  • hani her gün gelip gittiğin yolda bir anda bir güzellik keşfeder ve şaşırırsın ya ben bunu nasıl görmemişim diye, işte barış bıçakçı'nın kitaplarının bıraktığı tat budur. ağdalı cümlelerle dolu değildir edebiyatı ama sürekli altını çizmek ister insan. sanki rakı sofrasında güzel bir sohbet gibidir romanlarının dili.
hesabın var mı? giriş yap