• hasan ali toptaş'ın iletişim yayınları'ndan yakında çıkacak olan ve kendisiyle yaptığı söyleşilerden kurulu yeni kitabı.

    --- spoiler ---

    “dili kötü kullanan bir yazar yerilmeli ama iyi kullanan övülmemeli. dili iyi kullanmak yeter şarttır çünkü.”
    “kendimi herhangi bir yere ait hissetmiyorum. ne bir şehre, ne bir ülkeye, ne de dünyaya.”
    “çocukluğunun elinden tutmayan kişi hiçbir yere gidemez.”
    --- spoiler ---
  • bir de çocuk kitabınız yayımlandı son zamanlarda: `ben
    bir gürgen dalıyım` . kapalı bir edebiyat yapıyorsunuz
    ama çocukları da ihmal etmiyorsunuz?

    çocuklar için yazmak apayrı bir disiplin. ben bir gürgen
    dalıyım'ı korka korka yazdım ama çok sevildi. böyle bir şeyi yeniden deneyebileceğimi pek sanmıyorum .

    ***
    her ay çocuk kitabı basanlara ithafen

    ***

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • şükrü erbaş : yakından tanıyan birisi olarak, hasan ali, sen tenha bir adamsın, fakat yazdıklarında, tam tersi, mahşeri bir kalabalık var. kalabalıkla yazmanın ve yalnızlıkla yazmanın ilişkisi desem?

    hasan ali toptaş : yazmak bence bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk .
    okuru hesaba katsan da böyle bu , katmasan da. başka bir
    deyişle, bir öyküye, bir şiire, bir romana başlarken;
    bitirdiğinde daha da yalnız.
    metinlerimdeki mahşerî kalabalıkları da ben yalnızlığın başka bir biçimi olarak görüyorum.
    içinde bulundukları metnin vazgeçilmez bir malzemesi
    ya da kurgunun temel bir parçası gibi gözükseler de (ki öyledirler, öyle kılınmışlardır), bu mahşerî kalabalıkların, ruhsal yapımdan kaynaklanan, benim bile farkına varmadığım çok daha başka nedenleri de olabilir tabii. çocukluğumdan bir türlü yenemediğim kalabalık fobim olabilir sözgelimi. sonsuzluğa noktanın kahramanı bedran'da da vardır bu fobi; otobüs terminalinin kalabalığından bile korkar, dehşet verici sahneler hayal eder. ben fobimi kahramana yükleyerek başımdan defetmeye kalkışmış değilim tabii, o fobi o kahramanın kılındı. bir anlamda, hem beyhude bir defetme çabası gerçekleştirildi, hem de o fobi o kahramanın yapısını oluşturan bir malzemeye dönüştürüldü. kalabalıkla
    yazmanın ilişkisi bana pek açıklanabilir gibi görünmüyor.

    yazmak, belki de kalabalık bir tenhalık hali.

    başlarken yalnızsın ,bitirdiğinde daha da yalnız
  • okurun beklentilerini düşünmüyorum. okuru hesaba
    katmak bana göre okura kötülük etmektir. sadece okura
    değil, aynı zamanda edebiyata da kötülük etmektir. yazarken, okur bu paragraftan hoşlanır mı, bu cümleye bayılır mı, olayların seyrini şu yana çevirirsem hoşuna gider mi diye sorduğumuz an artık metni okur şekillendirmeye başlar çünkü. yazar özgürlüğünü kaybeder, özgürlük kaybedilince nasıl yazılabilir bilmiyorum. belki başkaları için mümkündür ama bu hiç benim tarzım değil. benim yazdığım romanların ideal okuru hasan ali toptaş 'tır.
    romanlarım okunsun istemiyor muyum peki? elbette istiyorum. fakat, bir yazımda da belirttiğim gibi, okura yazmakla okur için yazmak arasında fark var.

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • latife tekin : sen vazgeçemiyorsun değil mi?

    hasan ali toptaş : vazgeçemiyorum. aslında, gidişata baktıkça, olup bitenleri duydukça sıtkı sıyrılıyor insanın.
    gene de bırakabileceğimi sanmıyorum. geçmişte böyle bir deneyim yaşadım çünkü . ilk iki hikâye kitabımdan sonra beni anlamıyorlar diye yazmamaya, hayatımı bir edebiyat okuru olarak sürdürmeye karar vermiştim. elime hâkim olamadım , yalnızlıklar ı yazdım o yaz.

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • emrah serbes : uzun süre icra memurluğu yaptınız. sizin gibi sessiz ve ağırbaşlı biri bu mesleği nasıl icra etti?

    hasan ali toptaş: bunu anlayabilmiş değilim. hayatta yapabileceğim en son iş , geldi beni buldu. vergisini ödemeyen mükelleflerin evinde, işyerinde haciz işlemi yapıyordum. gidiyorsunuz , çocuklar çizgi film seyrederken televizyonu kucaklayıp götürüyorsunuz. çok tuhaf bir şey, benim için çok zordu. şimdi emekli oldum ama hayatta en pis işleri bana yaptırmışlar
    gibi hissediyorum .
  • sizi en çok neler besliyor, kimleri okuyorsunuz... yaşamdan neleri biriktiriyorsunuz?

    elbette, öncelikle türkçe yazılan ve türkçeye çevrilen romanları takip etmeye çalışıyorum. başka dil bilmediğim için yalnızca türkçeyle sınırlıyım bu konuda. kimleri okuduğuma gelince; bu her gün, her hafta, her ay değişen bir şey bu yüzden yazar adı vermek çok zor. gene de, zaman zaman dönüp yeniden okuduklarım var tabii. kimi zaman tevrat ve kur'an'ı okurum sözgelimi, kimi zaman kafka okurum kimi zaman vüs'at o. bener, bilge karasu , turgut uyar ve edip cansever , kimi zaman da türkçeyle yıkanmak icin yaşar kemal okurum. tevrattaki anlatı ritmini arada bir hatırlamak isterim çünkü. ya da,yaşar kemal'in kullandığı türkçenin içinde gezinmek, unutulmuş kelimelere, söyleyiş biçimlerine bakmak isterim. ya da, vüs'at o. bener'in metinlerinde cümle kendi nefesini nasıl idareli kullanıyor, nerede yarım nefes alıyor diye arada bir eğilip görmek isterim.

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • filiz aygündüz : veznedarlık ve icra memurluğu yaptınız... 25 yıl boyunca sevmediğiniz bir işi yapmak nelere mal oldu?

    hasan ali toptaş: hayatın bana 25 yıllık süreç içinde bir jest yapmasını isterdim. koşulları zorladım. anadolu'nun herhangi bir yerinde bir kütüphanede memur olarak çalışayım istedim ama olmadı. beş yıl veznedarlık, dokuz yıl icra memurluğu, kalanı hazine avukatlığında memurluk... belki istediğim olsaydı beş roman daha yazmazdım ama daha çok okur daha rahat yaşardım.

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • evet, bir çeşit gösteri çağında yaşıyoruz. bunu böyle mi adlandırmak gerekir onu da bilmiyorum. görünme arzusu had safhada. böyle diyoruz ama yazmak da görünmenin başka bir çeşidi. az önce dediğim gibi, ben konuşma becerisinden yoksunum zaten; bugüne kadar türkiye'de katıldığım söyleşi sayısı sanıyorum on beşi geçmez. fotoğrafa çıkamayan adamlardanım. zaten aslolan yazarla metin üzerinden kurulan ilişkidir ve en sağlıklısı da odur.

    hasan ali toptaş
  • adı beni çok etkilediği için okumaya başladığım hasan ali toptaş'ın çeşitli dergilerdeki söyleşilerinin derlendiği kitap.
    --- spoiler ---

    ben adını ilk okuduğumda başlarken yalnız olup bitirdiğimizde daha da yalnız olduğumuz şeyin hayat olduğunu düşünmüştüm. o sırada doktora tezini yazmakta olan arkadaşım kitabın adını görür görmez doktora tezi dedi haliyle. söyleşilerden anladığım kadarıyla hasan ali toptaş içinse bu romanmış.

    kendisinin de önsözde belirttiği gibi bence her söyleşide aynı konular tekrarlanmış :

    -yazarın dil işçiliği, kelime seçiminde gösterdiği özen, kelimeleri notalarla bir tutması
    -şiir mi öykü mü roman mı
    -niye şiir değil
    -yazarın yayın dünyasına atılma serüveni
    -roman nedir ne değildir
    -heba'daki askerlik mevzusu
    -hat edebiyatı (ki hasan ali toptaş gibi ortalıklarda görünmeyi sevmeyen, tabir caizse piyasa yazarı olmayan bir adamın külliyatını böyle tanımlamasına şaşırdım)

    o nedenle bence biraz daha ince bir kitap olabilirmiş.
    --- spoiler ---
    ben adının hatrına sıkılsam da sonuna kadar okudum kitabı. bir de üstat sadece yazarken değil konuşurken de çok özen gösteriyor dile belli ki.
hesabın var mı? giriş yap