hesabın var mı? giriş yap

  • urfa civarlarında bulunan, üzerinde milattan öne on binli yıllardan kalma bazı yapıların ve kabartma sanat eserlerinin bulunduğu tepe.

    - tepe üzerinde devasa boyutta taşlar ve bu taşların üzere işlenmiş bazı sanat eserleri bulunuyor.
    - yakınlardaki taş kaynaklarının uzaklığı ve işlenmesi için gerekli insan gücü düşünüldüğünde bu anıtların yapılması için bin kadar insan çalıştırılması gerektiği tahmin ediliyor.
    - bu sayıdaki insanın böyle bir işte çalışması için bölgeye yakın bir yerde konaklaması gerekir.
    - bu kadar çok insanın bölgeye yakın bir yerde konakladığına göre bu kişilerin bir şekilde beslenmesi gerekir.
    - bir arada bulunan bu kadar çok insanı toplayıcılık ya da avcılıkla doyurmak mümkün değildir.
    - binlerce farklı yabani buğday türü üzerinde yapılan çalışmalar bu bölgede kendiliğinden yetişen buğdayın genetik yapısının bugün tarımda kullandığımız ekilebilir buğdayla neredeyse aynı olduğunu gösteriyor.
    - insanın mağra duvarlarına resim çizmekten vazgeçmesi başka bir deyişle avcılık ve toplayıcılık üzerine kurulan mağra yaşamını terketmesi bu anıtın yapımıyla aynı yıllara rastlıyor.

    özetle: insanın muhtemelen ilk kez tarım yaptığı, yerleşik hayata geçtiği, mağra duvarlarına resim çizmekten ziyade, sistematik bir biçimde sanat yapmaya ve kültürel birikim oluşturmaya başladığı yer, başka bir deyişle ilk "uygarlık"'ın kurulduğu yer ülkemiz toprakları içinde.

    peki biz ne yapıyoruz?

  • tolkien yüzüklerin efendisindeki yolculuğu tasarlarken ne düşünüyordu ? bence bolca şans kavramını düşünüyordu. tolkien çokça mitoloji okuyup bilen bir profesör olduğu için ve sıklıkla bir çok romanı inceleme şansı olduğu için öyküdeki zorlukların aşılıp aşılmaması konusunda hem tecrübesi vardı hem de nasıl aşılabileceği konusunda bir seçim hakkı vardı.

    orta dünyada kötüler bariz bir şekilde daha aktif ve daha güçlüdür hatta yeri geldiğinde daha da zekidir. tolkien bunu öylesine inandırıcı yapmıştır ki kötülerin gücü şakadan değil etkili bir yıkım silahıdır. haliyle orta dünya aslında bir çok hüzünlü hikayenin mekanıdır. yaratılıştan 3. çağa yani yüzüklerin efendisi zamanlarına kadar devamlı oyunbozanların düzenbazların ve zalimlerin kazandığı bir savaş süregelmiştir. güzelliğinde iyiliğin ve merhametin yanında olanlarsa ya ölmüş ya sürülmüş ve bazen de elflerin orklara evrilmesi gibi çok daha kötü sonlara vasıl olmuşlardır. yani orta dünyanın kötülüklerini alt etmek için geçmişe de baktığımızda gücün ve zekanın çok da işe yaramadığını görüyoruz. yarasa da kalıcı olmamış hatta rehavete neden olup daha büyük yenilgilere yol açmış. haliyle yüzüklerin efendisi hikayesinde de bariz bir üstünlüğü olan sauron'un öyküsü aslında tarihe baktığımızda çok şaşırtıcı değildir. dolayısıyla bu gücü alt etmek için izlenmesi gereken yolun da güç ve kudret yolu değil farklı bir yol olması gerekmektedir. tolkien'in öyküsü böyle dokunmuştur. işte bu noktada tolkien aşırı zekice planların ya da yapay görünen tesadüflerin gerçekçi olmadığı kanısına varmış olacak ki seçtiği yol "bilinçli bir şekilde seçilmiş ve bedel ödenmiş bir şans" olmuştur. eksiklerini de vaların iradesiyle örtmüştür. tolkien açık sözlüdür ve düşündüklerini tasarılarını kitapta aynen ifade eder (aynı önsözde hikayenin sonunu da söylediği gibi. çünkü önemli olan son değil süreçtir, öyküdür ona göre): gandalf frodo ile yüzüğün bulunuşunu tartışırken "o kör karanlıkta yüzüğün bilbo'nun eline gelmesi tesadüf mü sanıyorsun ? böyle yüzükler kendilerini kötü yüreklilere buldurmayı çok iyi bilirler ama herkesin planlarını aşan bir şey oldu ve yüzüğü bilbo buldu. burada yüzüğü de onun efendisini de aşan bir şey var. yüzüğü bilbonun bulması yazılmıştı". işte bu nokta bir kudretin müdahalesi. her şeyden üstün bir gücün müdahalesi. vaların böyle bir gücü olmadığını tahmin ettiğimize göre bizzat eru'nun müdahalesi. gandalf işte buradan cesaret alıyor. kendi yolunun da tesadüfen hobbiton'a düşmediği ve bilboya tesadüfen rastlamadığını bildiği gibi bunu da tahmin ediyor, görüyor. bu hikayede açık bir şekilde bir çok olayda bilbo zekice macerasında yardımda bulunuyor dostlarına ama şansı her zaman tamamlayıcı faktör oluyor. şans faktörünü tolkien öylesine ustaca kullanıyor ki okurken rahatsız olmuyorsunuz ve bu kadar basit ve sade planlar yapan bilbonun planlarını hem makul buluyorsunuz hem de şansının yaver gitmesini hakkı olarak görüyorsunuz. bu arada bilbo ve dostları bedeller ödüyorlar, yakalanıyorlar, hapsediliyorlar, kızartılıp yenilmeye çalışıyorlar ve bir ejderhayla mücadele edip bir savaşın içine karışarak üç yoldaşlarını kaybediyorlar. yani bilbo evet şanslı ama saçma sapan ve mantıksız bir şans değil bu. makul ve kabul edilebilir bir şans. hayatın doğal akışına uygun bir şans. bir maceranın üzerine kurgulandığı bir şans.

    zaman geçip yüzük de yeni sahibini yani frodoyu bulunca, maceranın lothlorien kısmında galadriel çok açık edilmeyen ama muhtemelen kendisinin tahmin ettiği nedenlerle frodoya yıldızcamı veriyor. yıldızcam, elflerin yıldızının ışığının hapsedildiği bir suyu tutan küçük bir şişecik. ne anlama geldiği hakkında fikir yürütmüştür frodo ama yanıldığını çok sonra yani shelobla karşılaşmalarından sonra anlamıştır muhtemelen. frodo ve sam cirith ungol geçidini geçerken daha önce hiç ışığın girmediği geçitlerde bu ışık ve şansları sayesinde kurtuluyorlar ancak bedel de ödüyorlar. evet ellerinde ışık var ve shelob bu ışıktan korkuyor ancak basit bir hikayedeki gibi shelob kaçıp gitmiyor ve güle oynaya o geçidi geçemiyorlar. sting ile tuzak ağı geçiyorlar ama işte o noktada gollum saldırıyor planı bozulunca ve shelob da sam'in gollumla uğraşmasını da fırsat bilerek frodoyu sokup zehirliyor. dikkati kurbanının üzerindeyken de sam arkadan yaklaşma ve altına girip ilk hamleyi yapma şansı buluyor. şans, cesaret, yıldızcamı ve tabi ki bir diyet. bu olaylar gerçekleşmese sam ve ya bir başkasının shelob'a yaklaşması mümkün bile olamaz ve ya sam'in elinde yıldızcamı olmasa o verdiği hasardan sonra bile hiçbir şey shelob'un canını bu kadar acıtamaz. evet şanslılar ancak bu şansı kim ister bilemiyorum. öyle bir şans ki adım adım ilerlemeleri için bedeller vermeleri ve eksilmeleri gerekiyor. ancak bu sayede biz okurken rahatsız olmuyoruz, aksine gerçekçi geliyor, yapay gelmiyor ve daha çok seviyoruz, daha çok okumak ve bu öyküye tanıklık etmek istiyoruz.

  • gezi parkına açılacak avm'de yer almayacağız da demişliği olan iş adamı için şaşırtmamıştır. o zaman rte çıldırmıştı, bakalım şimdi ne yapacak.

  • adam hala normal birşeymiş gibi evet yanlışlarım oldu diyor.

    yanlış dediği de silahla hastane basmak.

    hangimizin yanlışı olmadı ki ardacığım? ben daha dün roketatarla kreş vurdum.

  • murphy kanunları uyarınca, doğru insan tam da beklenmeyen anda çıkar aslında karşımıza.
    her kalabalık kutlamaya, üzerimize en kibar elbiseler, en içten gülücükler alıp gideriz.
    herkesin alnında ne yazar okumaya çalışırız, gel gör ki doğru insan, kafada takke, ayakta sabo terlik ve dizleri çıkmış bir eşofmanla bakkala indiğimizde düşen parayı yetiştirmek için arkamızdan koşan insandır.
    ya da otobüste cep telefonunu açık unuttuğumuz için tüm yolculardan azar işitirken, -ikarus otobüste ne abs' si- diyerek bizi kollayandır.

    doğru insanı ararken girilen şekil şemal, bizi onun için doğru olmaktan çıkarır aslında. en doğru en doğal olandır. bunu unutur, o bizi yüzlerce metreden seçsin diye şatafata boğarız kendimizi.yüksek sesle konuşuruz o ne kadar esprili olduğumuzu anlasın uzaklardan diye, pembe, morlara boğarız kendimizi elalem çok yakışıyor dedi diye, sosyal görünmek için bir merhabamız olan herkesi öperiz yol ortası rastlantılarında.

    bu sebeple bekleyiş kaybettirir aslında ha keza arayış da. çünkü gerçek, yağmuru seyrederken yalnızlığa ağlamaktır.
    doğru insan bu anı içten içe bilen ve bu anı silmek için emek verendir.
    oysa göremeyiz. çünkü yaptığımız şatafatın benzerini bekleriz ilk etapta.

    karizmatik bir merhaba bekleriz belki de o her bayram mesaj atanımızdır. 15 yıldır doğum günümüzü unutmayan ve sadece dost gördüğümüzdür.
    belki okulda sınav dönemi bize de fotokopi çektirendir.

    doğru insan biz teklif etmeden ders çalıştıran, hava soğuduğunda ceketini verendir.
    doğru insan yalındır, doğaldır. bunu bilmek bekleme süresini kısaltır.
    aramak ya da beklemek değil aslolan görebilmektir.

    herkes için doğru insan vardır, önemli olan omzunuza bırakılan ceketteki sıcaklığı hissedebilmektir.

  • bu aileye bakıp herhangi bir dini unsur göremiyorum diyen yazarın tersine ben bu ailede bir sürü dini unsur görüyorum

    1. havva denen kadın 2011 yılındaki ifadesinde demiş ki ; ‘’oğlum isa ve damadım tumcer evdekilerin camiye namaza gitmesini fırsat bilip meryemin cesedini tütünçiftlik te bir yere gömdü.’’

    bir düşünün bu ne demek? bu kadın evde o günlerde aç susuzdu çocuklar da öyle.hatta tecavüze uğramıştı. ki bunun akabinde vefat etti.düşünün ki evdeki büyük ablanız böyle bir halde ve camiye gidiyorsunuz neden? açıklayım neden olduğunu
    muhtemelen bu gerzekler ablalarının içine cin girdiğine eniştenin de onu tedavi ettiğine inanıyorlardı.öyle ki namazı cemaatle kılmanın sevabını kaçıracak anormal bir durum yok ortada.çünkü bazen insanların içine cin girer.dinimizde cin yok mu yani.yok diyen bok yer.

    neyse eve dönüyorlar ki abla evde yok.ablanın cin çıkarırken ufak bir kazaya kurban gittiğine ya da cinlerin onu öldürdüğüne ablalarını kurtaramadıklarına inanıyorlardı belki de

    ama ilginçtir ki kız ölmeden kredi çektirip almışlar üzerlerine.bunun için de kendilerince mantıklı bir açıklamaları vardır elbet.

    2. havva kadının başındaki başörtüsü öyle ciddi biçimde örtülmüş ki ..neredeyse yüzü gözükmüyor.çünkü biliyorsunuz saçınız bir teli dahi gözükse cehennemde yanacaksınız.çok dindarlar hem de sofular..cinlerden büyüden deli gibi korkuyorlar.kızını verdiği adam hoca.herhangi birine değil kızını değerli bir hocaya vermiş kadın yani büyü bozuyor adam .el falan da almıştır birinden .adam hoca ..

    kızı hakeza güzelce örtünmüş.muhafazakar çevrede yaşıyorsanız bilirsiniz ; kapalılar bile kendi içinde kısım kısım ayrılır bazıları şal takar bazıları daha uzun eşarp takar bazıları çarşafa girer her birisi bir öncekini (eşarp takan şal takanı mesela )kendinden daha hafif /münafık olarak görür.yeterince örtünmüyordur çünkü.işte burda din unsuru var.entry e konu olan ailemiz bal gibi dindar .üstelik anadolu dindarlığı dediğimizden daha öte bildiğin siyasal islamcılık kıvamında.

    3- ailedeki isimler isa, havva, fatih, meryem ve evet recep tayyip..
    dindar oğlu dindar

    şimdi kimse çıkıp bana dinle ne alakası var demesin.bu palu ailesini benim gözümde ilginç yapan şey onları bu hale dini inançlarının getirmiş olması.yani işledikleri suçlar dini inanlarıyla öyle bir harmoni oluşturmuş ki bunların hepsini yaparken yanlış bir şey yaptıklarını düşünmemişler.tez konusu tam yani.