hesabın var mı? giriş yap

  • - yan gözle bakarsa hoşlanıyordur.
    - gözünü mü kaçırdı? yine hoşlanıyordur.
    - yaptığı espriye kahkahalarla gülüyorsa hoşlanıyordur.
    - gülmediyse takılma, hoşlandığını belli etmek istemiyordur.
    - konuşurken gözlerinin içine bakıyorsa hoşlanıyordur.
    - durmadan dalıp gidiyorsa kızı düşünüyordur.
    - bir yere gidilecekse ve kızı davet eden oysa hoşlanıyordur.
    - başka bir arkadaş kızı aynı ortama davet ettiyse belli ki aracı koyuyor, çaktırmak istemiyordur.
    - kızın elindeki torbaları alıp taşıyorsa hoşlanıyordur.
    - almıyorsa kızlar aldırmamalı, "işine gelmeyeni görmezden gelebilirsin vardır bir sebebi" diyerek geçmelidir bu maddeyi.
    - başka bir kıza bakıyorsa, bu hoşlanılan kızı kıskandırmak maksadıyladır. e buradan da kızdan hoşlandığı sonucunu çıkarılabilir yine.

    sözün özü; kız hoşlanıyorsa o adamdan, adam ne yaparsa yapsın kız yapılan tüm hareketleri üstüne alınacaktır .

  • sovyetler birliği’nden ayrılan devletler ve eski doğu bloğu ülkelerindeki lingua franca konumunu gittikçe kaybetse de, hala slav dillerinin en önemlisi, dünyada en çok konuşulan diller sıralamasının beşincisi ve birleşmiş milletler’in altı resmi dilinden biridir rusça.
    ön- ve son eklerin bolluğu, kelimelerin uzunluğu, isim ve sıfatların hallere göre çekimlerinin karmaşıklığı rus dili ve edebiyatına zenginlik; bu dilin öğrencisinin beyin hücrelerine ise fazladan mesai olarak geri dönmektedir. bolşevik devrimi, kızıl devrim ya da (kasım’da yapılmış olmasına rağmen) ekim devrimi diye de anılan 1917 devrimi, kültürün her öğesine olduğu gibi rus diline de damgasını vurmuştur ve benim burda değinmek istediğim de şahsen daha çok bu etkilerdir:
    kitleleri bilinçlendirmek, okur-yazar oranını yükseltmek adına lenin ve şürekasının ilk yaptığı iş kiril alfabesini daha kolay öğrenilir hale getirmek; kimi harfleri atmak, kimilerinin görünüşünü, kimilerinin de telaffuzunu basitleştirmek olmuştur, ki bugün nostaljik tatlar yaşamak adına pekçok rus’un, dükkanına ya da şirketine bu eski harflerden oluşan isimler vermekte olduğunu belirteyim.
    devrimin dile bir diğer etkisi kendini hitaplarda göstermiştir. bay ve bayan (gaspadin/gaspaja) gibi burjuva işi hitaplar kaldırılmış, yerine özünde “arkadaş” anlamına gelen “tovarişç” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır (bizde şahane züğürtler adı altında gösterilmiş pek başarılı jacques deval oyununun adı da batılı kaynaklarda tovarich diye geçer). tovarişç’in yoldaş* anlamına geldiğini sanmak da hatadır bu arada, “yoldaş” sözcüğünün tam tercümesi sputnik’tir ve sputnik sizin de bildiğiniz gibi amerikalıların en mühim uzay üssünün adıdır (komiklikti, en azından çabasıydı).
    devrimin rusça’ya bir başka kıyımı, onu i.k.d.b.d (iğrenç kısaltmalarla dolu bir dil) haline getirmiş olmasıdır. 1984’ün newspeak’inden hiç de farklı olmayan bir şekilde en gereksiz kelimeleri dahi kısaltmışlardır: “okul işçisi” dedikleri ve aslında “öğretmen” demeye çalıştıkları “şkolnyi rabotnik” şkrab olmuş; gizli istihbarat örgülerinin adı vchk (cheka), gpu, ogpu, nkvd, nkgb, kgb (komitet gosudarstvennoy bezopasnosti – devlet güvenliği komitesi) gibi, burda sadece bir örneklem grubunu sayabileceğim kadar değişik harf kombinasyonlarıyla anılmıştır.
    rus şehir ve caddelerinin isimlerinin devlet ideolojisinin elinde yalama olacak kadar sık değiştirildiği de hepimizin malumu bir olgudur. tacikistan’ın başkenti duşanbe’nin bir zamanlar stalinabad olduğunu (“abad” farsça’da şehir anlamına gelmekte; almanca’daki burg ya da rusça’daki grad kelime/soneklerinin muadili olmaktadır; bu bağlamda aşkaabad’ın “aşk şehri”, islamabad’ın ise “islam şehri” demek olduğunu hatırlayıp geçelim); önceleri tsaritsyn olan şehrin uzun yıllar stalingrad diye anıldığını ve destalinization yıllarında volgograd’a evrildiğini; ama tabii ad değiştirme konusunda en ünlü örneğin şimdi sankt peterburg (saint petersburg) adıyla bilinen ve zaten deli petro tarafından bu adla kurulmuş olan, lakin almanca tınısı yüzünden birinci dünya savaşı sırasında petrograd’a, devrim sonrasında ise leningrad’a dönüştürülmüş, 1991 yılında yapılan bir halk oylamasında ise yeniden sankt peterburg adına dönmeye karar vermiş şehir olduğunu bilelim. bugün kimi şehirlerde hoşluk olsun diye yol tabelalarına mekanın bütün eski isimleri yazılmakta, altalta yedi ismin dahi dizilmiş olduğu gözlenebilmektedir. ülkenin adı bile geceden sabaha değiştikten sonra bütün bunlar çok da garipsenmemelidir gerçi herhalde.
    tüm bu değişimlerin içinde beni en fazla eğlendiren ise, devrimin çocuklara konulan adlara yansıyış şeklidir. vladimir lenin kırması vladnen ya da ninel* isimleri ilginçtir hep de, bir zamanlar rus topraklarında teknolojik ilerlemeyi yüceltmek isteyen anne babaları tarafından traktor ya da raketa* adına layık görülmüş çocukların olduğunu bilmek daha ilgi çekicidir fikrimce. esas bir de, biri erkek biri kız olan, ve rev ile lyutsiya adları konulmuş kardeşlerin urban legend olup olmadığından emin olamadığım hikayesi vardır ki, neşe budur: annesi babası bu çocukları çağırırken “rev i lyutsiya” (“i” rus dilinde ve bağlacının ta kendisidir) diye bağırmakta, bu da “devrim” kelimesinin rusça’sı olan “revolyutsiya”yı sabah akşam zikretmeye bahane olmaktadır. gorbaçevli yıllarda çarlık rusya’sına ve özellikle de son romanovlar’a karşı geliştirilen romantik hislerin anastasya, nikolay, pavel, anna gibi romanov hatırası; batı özentisinin ise arnold, dzhonatan, karolina gibi ecnebice isimleri taşıyan bir dizi yumurcağa sebebiyet verdiği de bir başka gerçekliktir (lisede ingilizce’yi daha yeni yeni öğrendiğimiz yıllarda, biraz da problemli olan bir hocamızla ne olduğunu unuttuğum bir konuda konuşur/tartışırken ona “ama bu doğru” demek istemiş, lakin yetersizlikten olacak, “but this is the truth” yerine “but this is the reality” deyivermiş; varoluşsal açıdan ne kadar ağır bir laf sarfettiğimin farkına hocamız (sık sık girdiği için sınıfça hiç yabancılık çekmediğimiz histerivari bir tavır içinde - ve tabii ingilizce) “yaa, demek öyle, demek gerçeklik bu; soru şu aslında, gerçeklik diye bir şey var mıdır, buna ne diyeceksin bakalım ha?!” diye aşırı bir şekilde karşılık verene kadar varmamıştım. bu da rusça başlığının altında eksikliğini uzun süredir hissettiğimiz bir anekdottu gerçekten).

  • geçtiğimiz hafta çinili fırın'ın önünden geçerken marmara üniversitesi ülkücüleri'nin iftar yemeğini bu mekanda düzenlediklerine şahit olmuştum. mekan bayraklarla donatılmıştı ve teşkilat içeride iftar yapıyordu. muhtemelen bu fotoğraf da o yemekten sonra çekilmiştir.

    yani demem o ki, bu haber diye ortaya saçtıkları ifrazat, dezenformasyondan başka bir şey değil.

    mide bulandırıyorsunuz, daha fazlası değil.

  • ryan gosling'in tip ve oyunculukta aştığı film. aşk filmi. dram filmi. su gibi akıp giden ve öyle bitip dımdızlak bırakan film. şey gibi böyle kekremsi, ama bir o kadar da banyoda yeni köpüklenmişken, suların kesildiğinde alacağınız surat ifadesi gibi bi film.
    ha bi de michelle williams'a deception'da duyduğum hayranlığı bitiren filmdir kendisi. evet.

  • insanlarla anlaşıp anlaşamayacağımı ortaya çıkaran testin değişken elemanı..
    şişe şekline gereken saygıyı göstermiyosa o insanla işim olmaz..

  • iki arkadaşım üniversiteye gidebilmek için otostop çekiyorlar. bir araba duruyor bekleyen kızlardan biri ön koltuğa oturuyor. bizimkiler arka koltuğa kuruluyorlar. biraz sonra öndeki kız arabayı kullanan çocuğa soruyor "bunlar kim?" çocuk yanıtlıyor. "bilmem seni almak için durdum arabaya bindiler"

  • yorumların yarısı "dolar düştü" ibaresi içeren bir müşteri popülasyonu barındıran satıcıdır. 2 yıldır 7-8 bandında gezen doların 11 lira olmasına dolar düştü olarak yaklaşan insanlara her şey müstehak. daha bir ay önce dolar 10 lira oldu denilince herkes şok olmadı mı? balık hafızalılar. ayrıca adamın fiyatını beğenmediysen kesersin çeneni almazsın. zara'da bu mont niye 1500 tl diye kavga ediyor musun?

    müşteri her zaman haklıdır sözü dünyanın en aptalca tespitidir.

  • başlık: 3 senedir zara poşetiyle geziyorum

    1. çöpte buldum sobada ütüledim içine gazete doldurdum metro tramvay geziyorum...
    gözler üstümde keyfim yerinde.

  • market ya da ormanda yürüyüş dışında dışarı çıkmadığım, eşim dışında hiç kimseyle fiziki olarak görüşmediğim karantina sürem 1 ayı geçti.

    neredeyse her gün ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum bu aralar. evlenirken “hayatı beraber geçirmek istediğin insan”ı seçtiğini düşünüyorsun ama birebir yaşayıp görmek çok değişik bir duygu.

    mutlu olunca “kesin bir bokluk olacak” diye düşünen bir insan olduğum için, şimdiye kadar hep içimde evlendik ama belki birkaç yıl sonra aslında doğru insan olmadığızı anlarız belki gibi bir korku vardı. “ya hata yaptıysam” korkusu. şu bir ayı geçirdikten sonra, anladım ki çok doğru bir karar vermişim.

    başka hiç kimse olmadan, 1+1 ufacık evde mutlu mutlu yaşayabildiğim bir insanı bulmuş olmak inanılmaz.

    o kadar insan içinden nasıl oldu da böyle harika bir insanla ikimiz de bekarken tanıştık, ikimiz de birbirimizi çekici bulduk, zaman geçti iyice bağlandım, o da bana bağlandı ve mutlu olduk. nasıl bu ufak ihtimal gerçekleşti? aklım almıyor.

    ilerde daha ufak bir yere taşınsak şehir hayatını özler miyiz, beraber sıkılır mıyız tantana olmadan diye düşünüyordum arada. çok daha mutluymuşuz meğer.

    mutlu evde büyümediğimden herhalde bana öyle olağanüstü ve inanılmaz geliyor ki... neyse hayat bu ama şimdilik pek güzel.