hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • obp(ortaöğretim başarı puanı), öğretimde fırsat eşitliğini en çok zedeleyen kavramlardan birisi. özellikle bu sene olduğu gibi soruların basit ve puanların yığılma yaptığı sınav senelerinde birçok insanın hakkının yenmesine sebep oluyor.

    bir örnekle, en zor fen liselerinden birinden 60 puanla mezun olup üniversite sınavında 5 bine giren öğrenci ile özel berkecan kolejinden 98 puanla mezun olup 25 bine giren öğrenci gün sonunda aynı sıralamayı yapmış sayılıyor. halbuki bu iki öğrenci profili arasında dağlara taşlara bir fark varken birinin tek suçu zor bir okulda kaliteli bir eğitim almış olmak.

    #obpkaldırılsın

  • adı gibi hem teknik hem de kültürel anlamda “devrim” olan ilk türk otomobilinin hikayesini anlatan türk filmi. belki de en iyi türk filmi.

    ----------------

    “peki yandan egzantrikli mi yapalım, üstten egzantrikli mi? yandan olursa yapımı daha kolay ama üstten olursa motor daha efektif olur...”

    ----------------

    bu entry’nin amacı filmden daha çok, filmin baş kahramanı devrim hakkında gözden kaçmış bir kaç şey söylemek. önce film hakkında da bir cümle söylemek gerekiyor: film sadece çıkış noktası nedeniyle bile (yarım yüzyıl önce gerçekleşmiş tarihsel bir kırılma noktasını kayıtlara geçirmek ve “haber vermek” çabasıyla yapılmış bir film olmasıyla) “mükemmel” sıfatını hakediyor.

    otomobile gidersek:

    devrim, 130 günde yaratılması, kendini ona adamış bir avuç inanmış insan tarafından yaratılması ve hem halka hem de bürokrasiye rağmen yaratılması nedeniyle isminin hakkını sonuna kadar veren bir otomobildir.

    devrim bir "meydan okuma"dır. sanayi devrimi sonrası batı uygarlığına, ezberletilmiş "başarma duygusundan yoksun" türklük kavramına meydan okumanın otomobilidir.

    yokoluşunu da kendi varoluş sebebinin içerisinde barındıran bir otomobildir.

    otomobil (kendisinden “otomobil” diye bahsetmek bile gurur veriyor), yaklaşık 4.5 m uzunluğu, 1.8 m genişliği ve 1.5 m yüksekliğiyle günümüzün d segmenti (“compact executive car”) otomobilleriyle aynı boyutlara sahipti.

    örnek olarak, güncel mercedes c serisi (w204) sedan 4.582 mm uzunluğa, 1.770 mm genişliğe ve 1.447 mm yüksekliğe sahip.

    boyutlarına rağmen devrim’in ağırlığı sadece 1.250 kg’ydi. bugünkü emsallerinden 250-300 kg daha hafifti. basit şekilde “preslenen” karoserin kalitesi, olmayan güvenlik ve konfor donanımları ve yalıtım malzemeleri düşünüldüğünde “otomobil”in bu ağırlıkta kalması normal.

    bu hafiflik motor özellikleri ile birleştiğinde ortaya o dönem için “verimli” bir otomobil çıkıyor. bunu anlamak için motor özelliklerine bakmak gerekli ve bilinçli mi tesadüfi mi olup olmadığı net olmayan şaşırtıcı bir motor konsepti var:

    2.0 litre hacimde, silindir başına 2 subaplı ve alttan egzantrikli (cam in block) motor, 1980’li yılların sonuna kadar, yani önce verimlilik artışı için ezgantrik milinin yukarı alındığı (sohc), daha sonra da subap sayısının 2’ye katlandığı (silindir başına 2 yerine 4 subabın kullanıldığı) ve buna bağlı olarak da egzantirk sayısının 2’ye çıktığı (dohc) motorlar dönemine kadar hakim olan geleneksel motor konfigürasyonuna sahip.

    nefes alması ve yakıt beslemesi için karbüratörün kullanıldığı atmosferik motor 50 hp gücünde.

    (1990’larda silindir başına 4 subaplı, üstten çift egzantrik mili ile donatılmış ve karbüratör yerine enjeksiyonlu beslemeye sahip motorlarla verimlilik ve performans artışı anlamında bir “1. devrim”i yaşadık. daha doğrusu çok önceleri üst sınıf premium araçlarda bulunan bu özellikler c segmenti ve d segmenti araçlarda kullanılmaya (halka inmeye) başladı. “2. devrim"i ise, 2000’lerin sonunda “downsizing” ile yaşadık. bir taraftan, çevre düzenlemeleri ile egzos emisyonlarının önem kazanması ve buna dayalı vergilendirme sistemi, diğer taraftan petrol arzının geleceği ve artan akaryakıt fiyatları nedeniyle ortaya çıkan tasarruf ihtiyacı üreticileri daha verimli motorlar üretmeye itti: motor hacimleri küçüldü, eskiden büyük hacimle gelen güç, daha küçük hacimlerden aşırı besleme ve direkt enjeksiyon ile gelmeye başladı...)

    bu 2 devrimden çok önce, “devrim” 1961 yılında olacaktı ama nedenini bildiğimiz şekilde o devrim 4 adet üretildi ve proje iptal edildi.

    motorun özelliklerine dönmek gerekiyor artık:

    premium sedan boyutlarında ama 1.250 kg ağırlığında olan bu hafif otomobil 2.0 litre hacminde bir benzinli atmosferik motora emanet edilmişti.

    devrim için geliştirilen motora referans alınan 6 silindirli bir chevrolet motoru sökülerek, motor bloğunun 2 silindiri kesilmiş ve 4 silindirli bloktan bir kalıp üretilmiş, motor bloğu bu kalıptan dökülmüştü.

    buraya kadar “şaşırtıcı” bir şey yok, doğru.

    motorun silindir çapı 81 mm, strok’u ise 100 mm. bu haliyle motor aslında benzinli yerine dizel konseptine daha yakın. motorun maksimum 3.600 d/dak çevirebilmesi de bunu doğruluyor.

    (dizel motorların strok’ları, silindir çaplarına göre daha uzundur ve bu nedenle devir çevirmek için pistonlar daha uzun yol katederler. yine bu nedenden dolayı, dizel motorlar benzinli motorlara göre daha az devir çevirebilirler ve yüksek devirlere ulaşamazlar, ama alt devirlerde ürettikleri çekiş gücü ve tork çok daha yüksek olur.)

    (aynı hacimdeki 2 motordan “basık” olan, yani silindir çapları daha geniş, strokları daha kısa olan motor daha yüksek devir çevirme kapasitesine sahiptir.)

    devrim'in motoru da maksimum 3.600 d/dak çevirebiliyordu. tam bir dizel motor gibi. yani mühendisler belki de bilmeden, aslında aşırı beslemesi (turbosu) olmayan bir “dizel” motor tasarlamışlardı.

    50 hp güçte olmasına rağmen, düşük devir konsepti ve karoserin hafifliği nedeniyle dönemi için mütevazi ve verimli bir otomobil yaratıldığı kesindir.

    o dönemlerin almanya’sının sembolü olan vw bettle da, fransa’nın citroen 2cv’si de 50 hp üretmiyordu...

    bugün tekrar bir türk otomobili yapmayı düşünenler varsa ismini yine “devrim” koymalı belki de. geçmişe sadakat ve yanlıştan dönmek adına...

    ilginç olan başka bir nokta da devrim kelimesinin ingilizce karşılığı olan “revolution” aynı zamanda “motor devri” anlamında kullanılıyor.

    sektörde retrospektif otomobilden geçilmiyor ve yenileri geliyor: vw beetle, mini cooper, fiat 500, chrysler pt cruiser, audi quattro, citroen ds serisi...

    emek verenler kadar, sadece vizyonu için bile cemal gürsel’i de saygıyla anmak gerekiyor.

    keşke yaşasaydın devrim.

  • düşük sayısal zeka göstergesi olabileceği gibi, yüksek sözel zeka göstergesi de olabilir; ancak tek emin olduğum böyle bir başlık açmanın düşük sosyal zeka göstergesi olduğu.

  • üniversite yıllarından bu yana sevgili olan iki arkadaşım geçenlerde evlendi. zaten beş senedir felan birlikte yaşıyorlardı. neyse altılı bira kaptım gittim evlerine.

    ilk fark ettiğim değişiklik sifonu çekince klozete mavi bi su dökülmesi oldu. o neydi lan öyle? sonra bi baktım lavaboda taşlar var. kokulu böyle. her yer pampak olmuş. sigara sararken temizlik gerginliğinden döktüm tütünü . sonra balkonda tüttürdük dalgaları. velhasıl en temel değişiklik sterilizasyonda oluyor sanırım.

    çok mutlulardı. temiz ve mutlu. bense pis ve huysuz olarak evime döndüm. *

  • türk dizi ya da filmlerinde bütün karakterlerin ismi farklı.

    normalde bir sokakta 3 mehmet 2 mustafa 2 hasan ne bileyim 4 mustafa 5 ayşe bulunurken dizilerde her karakter farklı isimde.

  • (bkz: john carpenter/@justin mcleod) 'hala' günümüzün en önemli sinemacıları arasındadır.

    1948 doğumlu sinemacı korkudan bilim kurguya pek çok tarzda film yapmıştır.

    kendimce size seçki sunacağım;

    (bkz: the fog) – sis (1980) görsel

    carpenter'in yönettiği, senaryosunu yazdığı ve müziklerini yaptığı sis, kuzey kaliforniya'daki küçük bir sahil kasabasını esir altına alan ve beraberinde bir asır önce orada bir gemi kazasında ölen cüzzamlı denizcilerin intikamcı hayaletlerini getiren garip, garip bir sisin hikayesini anlatıyor.

    sis, çağdaş küçük amerika kasabasında yeniden su yüzüne çıkan intikam temaları ve bastırılmış yozlaşmış tarihsel olaylar üzerinden toplumsal gerçekçi göndermeler yapıyor. ilk vizyon tarihinden bu yana geçen yıllarda, bir kült kültür oluşturması iiel dikkat çekten filmin 2005 yılında rezalet bir yeniden yapımı yayınlandı.

    (bkz: escape from new york) - new york’tan kaçış (1981) görsel

    bir başka yönetmenlik, senaryo ve müzik konusunda carpenter imzası taşıyan kült film.

    gösterime girmesinden on altı yıl sonrasında, 1997’de geçen olayları anlatan filmde manhattan adası yüksek güvenlikli bir hapishaneye çevrilmiştir. bu girmesi ve çıkması neredeyse imkânsız adada mahsur kalan abd başkanı’nı kurtarmaksa carpenter’ın unutulmaz karakterlerinden birine düşer: kurt russell’ın hayat verdiği eski asker ve mahkûm snake plissken. new york’tan kaçış tekinsizliği, karanlığı ve karamsarlığıyla carpenter’ın zamanla değeri artan, kült niteliği kazanmış filmlerinden biridir.

    carpenter, filmi 1970'lerin ortalarında watergate skandalına tepki olarak yazdı. halloween'nın (1978) başarısından sonra, prodüksiyona başlamak için stüdyo üzerinde yeterli etkiye sahip oldu ve tahmini 6 milyon dolarlık bir bütçeyle ağırlıklı olarak st. louis, missouri'de filme tamamladı.

    10 temmuz 1981'de amerika birleşik devletleri'nde vizyona giren film, eleştirmenlerden olumlu eleştiriler aldı ve gişede 25,2 milyon dolardan fazla hasılat elde ederek ticari bir başarı elde etti.

    film, en iyi bilim kurgu filmi ve en iyi yönetmen dahil olmak üzere dört satürn ödülü'ne aday gösterildi. film bir kült klasiği haline geldi ve ardından yine carpenter tarafından yönetilen ve yazılan ve russell'ın rol aldığı bir devam filmi olan escape from l.a. (1996) geldi.

    (bkz: christine) katil otomobil (1983) görsel

    bill phillips tarafından yazılan ve stephen king'in 1983 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan film, arnie cunningham'ın, arkadaşlarının, ailesinin ve genç düşmanlarının 1958 model kırmızı-beyaz klasik bir plymouth fury satın almasının ardından hayatlarındaki değişiklikleri konu alıyor. christine adlı, cqb 241 plakalı, kendine ait bir aklı varmış gibi görünen ve arnie üzerinde kötü etkisi olan kıskanç, sahiplenici bir kişiliğe sahip bir arabadır...

    9 aralık 1983'te amerika birleşik devletleri'nde vizyona giren christine, eleştirmenlerden genel olarak olumlu eleştiriler aldı ve gişede 21 milyon dolar hasılat elde etti. film o zamandan beri bir kült klasiği haline geldi.

    sony pictures ve blumhouse'dan bir yeniden yapım için uğraşmakta.

    (bkz: the thing) – şey (1982) görsel

    bill lancaster'ın senaryosundan uyarlanan ve john carpenter tarafından yönetilen film görevi bilim insanlarından oluşan bir keşif ekibini norveç’e uçurmak olan macready, ekibin orada garip ve uğursuz bir keşif yapmalarına tanıklık ediyor. bilim ekibi tarafından keşfedilen uzaylı, karşısına çıkan kişileri öldürüyor ve onların kılığına giriyor. carpenter’ın dehasından izler taşıyan yapım, vizyona girdiği günlerde o kadar da popüler olmasa bile sonradan kült filmler arasına girmeyi başardı.

    1938 tarihli john w. campbell jr. romanı who goes there?'e dayanan yapım, 1951'deki the thing from another world'ün ardından kısa romanın sadık bir uyarlaması olarak 1970'lerin ortalarında başladı. şey, her biri hikâyeye nasıl yaklaşılacağı konusunda farklı fikirlere sahip birkaç yönetmen ve yazardan geçti. çekimler, ağustos 1981'de başlayarak yaklaşık on iki hafta sürdü ve los angeles'ın yanı sıra juneau, alaska ve british columbia'daki soğutmalı setlerde gerçekleşti. filmin 15 milyon dolarlık bütçesinin 1,5 milyon doları, rob bottin'in büyük ekibi tarafından herhangi bir şekle girebilen bir uzaylıya dönüştürülen kimyasallar, gıda ürünleri, kauçuk ve mekanik parçaların bir karışımı olan yaratık efektlerine harcandı.

    (bkz: prince of darkness) – karanlıklar prensi (1987) görsel
    (bkz: prince of darkness/@justin mcloed)

    john carpenter tarafından yazılan ve yönetilen, donald pleasence, victor wong, jameson parker ve lisa blount'un oynadığı 1987 amerikan doğaüstü korku filmi

    the thing (1982) ile başlayan ve (bkz: ın the mouth of madness/@justin mcleod) (1994) ile sona eren carpenter'ın "kıyamet üçlemesi" adını verdiği serinin ikinci filmdir.

    los angeles’ta terkedilmiş bir kilisenin bodrumunda uzun yıllardır uğursuz bir sır saklanmaktadır. gizemli bir tarikata mensup bir rahibin ölümüyle, başka bir rahip bodrumun kapısını açar ve içinde yeşil sıvı bulunan bir fıçı keşfeder. rahip, sıvı dolu fıçıyı araştırmak için bir grup fizik mezunu öğrenciyle iletişime geçer.

    ne yazık ki, aslında sıvının ne içerdiğini ve neleri açığa çıkaracağını hiç ama hiç bilmemektedir. keşfettiklerinde ise her şey için oldukça geç kalınmış olacaktır. kendi kendine canlanan sıvı, tarihsel ve inançsal bir hesaplaşmanın taşıdığı hınç ile karşısına çıkan diğer öğrencileri yaşayan birer ölüye dönüştürmeye başlar.

    aynı yüz yılda yaşadığımız için şanslı olduğumuz sanatçılar arasında olan carpanter her ne kadar sinemadan uzak dursa da yeni filmler için senaryo yazdığı dedikodular arasında.

    umarım usta daha uzun yıllar yaşar ve yeni eserler verir bize.

  • paket servislerde, "tamam, pos makinen çalışınca gelirsin", restoran gibi yerlerde, "bu benim telefon numaram, pos makinen çalışınca ara beni", mağaza vb. yerlerde, kibarca, "ürün kalsın" cümlelerini kurduğunuzda, mucizevi bir şekilde çalışan pos makinesinin bir yerlerden çıkageldiği, talihsiz tahsilat durumudur.

  • belki blackberry, iphone gibi akıllı telefon kullanmıyorum ama benim telefon da aptal sayılmaz. mesela otomatikman saati geri almış bugün.kafa zehir.

  • hürrem: "sarayda eğlence istiyorum. hiçbir masraftan kaçınmayın."
    napcan hürrem? tiesto'yu mu getirteceksin. ulan 2 yıldır gördük ki en büyük olayınız lokma dağıtıp, meyve tabağı yaptırtmak.