hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • yalnız o dolapta yemeklik hiçbir şey yok.
    bir de havalı havalı buzluğu açınca etle vs dolu olduğunu gösterecek zannettim de, orası da boş.
    sadece sarı renkli, ki o da şişelere ve poşetlere doldurulmuş limon suyu diye tahmin ettiğim şeyden başka bir şey yok buzlukta.
    hayır o dolabın içinde ekonominin çok iyi olduğunu gösteren ne var?

    hakikaten bu hayat bunlara müstehak ya, biz boşa kendimizi harap ediyoruz.
    ne gerek var, yesin ketçabını baksın keyfine.

    edit:elli tane mesaj almışım tavuk suyudur, kemik suyudur vs diye.
    “tavuk suyudur la o” diyen de var. *
    tamam tavuk suyu olsun. madem ekonomi o kadar iyi, niye bir tane tavuğu haşlayıp poşet poşet suyunu saklamış ki her yemeğe koymak için?
    alsın doldursun dolabını tavukla, etle, butla. ne seviyorsa artık?
    ayrıca limon suyunu şekilli dondurup içeceklere attıklarını görmüştüm, oradan aklıma geldi. ekonomi de o kadar iyi olunca. *

  • tevfik göksu: ne konuşacağımıza siz mi karar vereceksiniz?

    ekrem başkan: ben karar vereceğim tabii. ben başkanım.

    çıldırıyorum.

  • jessie karakterine hasta olduğum çizgifilm. charlie brown dan sonra ikinci kahramanım. evlere şenlik bi annesi olması işini hayli zorlaştırsa da yaptığı yaramazlık ve tembelliklere bayılıyorum. adam olucak bu çocuk büyüyünce. bi de köşeyi dönecek arthur var tabi.
    nancyden bahsetmemek olmaz. tam cadı, ama bi o kadar da şirin. bütün bi günü kocaman bi kalpakla geçirdiği bölüm favorilerimden.
    polly unutulur mu. bi gün toplanıp dövseler ne iyi olur. iğk nasıl gıcık bi tip ya. o kaşıkları alıp... tabi bu düşünceler 5 yaşındaki yeğenin yanında söylenemiyo*.

  • başlık: japonlarda l harfi yokmuş lan

    1. oha şu anda aydınlandım ... amk l yok . lüleburgaz diyemiyo adamlar

    2. satrançta at nasıl gidiyor bunlarda amk, tam bi kaos

  • aile birliği, türklerde tarih boyunca her zaman önemli olmuştur.

    bahaeddin ögel hocanın dediği gibi, türk tarihinin kökü ve dinamik çekirdeği türk aile düzeni idi. devlet teşkilatının küçük örneği de bu bitip tükenmeyen enerji kaynağı idi.

    eski türklerde oguş/aile toplumun çekirdeği olarak küçük bir birlik olmasına rağmen toplumun genelinin huzuru ve birliği için manevi önemi büyüktü. bunu pek çok kaynaktan tespit edebildiğimiz gibi akrabalık isimlerinin çok olmasından da anlayabiliyoruz.

    dolayısıyla evlenmek, yeni bir ev açma, yeni bir aile kuruluşunu müjdelediği için, düğünler de eğlence kültürünün basit bir ögesi olmanın ötesinde aileye giden yolun başlangıcı olarak kutsal bir tören olarak algılanırdı.

    türklerde eski zamanlardan beri çekirdek aile yapısı esastı. evlenme yaşı gelen çocuklar, evlendikten sonra aileyle oturmaz kendi evini kurardı. (ki evlenmek kelimesi de zaten yeni bir ev, yeni bir aile kurmak anlamına gelir) bütün oğullar bir çadır ve bir miktar mal (hisse/kalın/kalın tölöö - ki en eski türk adetlerinden biridir) ile evden ayrıldıktan sonra en küçük oğul/od tigin baba ocağında kalır, yaşlılıklarında annesine, babasına bakar ve öldüklerinde de onlardan kalan her şeye sahip olurdu.

    “türk aile yapısı genel olarak patriarkaldı ama kadınlar da ikinci sınıf insan muamelesi görmez, aile hukukunda eşiyle eşit haklara sahip olurdu. evlilikte -genellikle- monogami esastı. (kağan evliliklerinde ise poligami görülüyor.)

    anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük aile tipi yaygındı. evlenen çocuklar aileden ayrılıp kendi evlerini kurarlardı. en küçük erkek çocuksa evlenince ayrılmaz gelinini baba ocağına getirirdi. levirate geleneği ise tamamen gönüllülük esasına bağlı uygulanırdı…”
    (bkz: oguş/@ay hatun)

    (buradaki patriarkal kelimesine de bir parantez açmak lazım. zira diğer toplumlarda olduğu gibi baba karısının ve çocuklarının sahibi değildi. türklerde annenin de tıpkı baba gibi geniş hakları vardı.)

    eski türklerde genellikle dıştan evlenme vardı. bunun en büyük nedeni de sert doğa koşullarında ve düşman tehditi altındaki bir yaşamda akrabalık yoluyla ilişkileri sağlamlaştırmak ve bu şekilde diğer boyların desteğini kazanmaktı.

    "kögüdey mergen, ay kağan’ın kızı altın küskü ile evlenmek için yeniden yollara düşer. (destanlarda çokça gördüğümüz evlilik için yolculuğa çıkma motifi maaday kara’da da var zira eski türklerde kan yakınlığı olanlarla yani akrabalarla evlilik yoktur. mal mülk dağılmasın diye yapılan akraba evlilikleri türklerde çok sonraları ortaya çıkmış.) dolayısıyla kahraman da evlenmek için uzaklara gider ve yolculuk sırasında da başına gelmeyen kalmaz. (bu arada, kızın adı altın küskü, altın ayna demek, ben diyeyim de.)
    tabii bu zorluklarla ve mücadelelerle geçen yolculuk aynı zamanda kahramanın kendini kanıtladığı bir sınavdır."
    (bkz: maaday kara/@ay hatun)

    evlilik için aracı/arkuçı kullanılırdı. kız isteme, söz kesme, düğün, mal mülk konularındaki anlaşmalar için arkuçılar gidip gelirdi.

    nişanda yüzük takma hunlardan beri var olan (çin kaynaklarında var) geleneklerdendi.

    türklerde dikkat çeken evlilik geleneklerinden biri de baba, amca ve ağabey ölünce -öz ana ve kız kardeşler dışında- onların dul ve yetimleriyle evlenilmesi anlamına gelen levirattı. konargöçer toplumların pek çoğunda görülen bu uygulamanın temel amacı ölenin geride bıraktıklarını korumak, himaye etmek, birliğin ve düzenin devam etmesini sağlamaktı. bir de bunun tersi olan sororat vardı ki burada da kadın ölünce yerine bekar olan kız kardeş geçerdi.

    bizim beşik kertmesi dediğimiz beşik kuda ya da kudalaşma/dünür olma adeti de yaygındı. (manas destanı'nda da var hani) hatta daha çocuklar doğmadan bile yapılabiliyordu ki buna da bel kuda deniyordu. (yani çocuk daha annesinin belindeyken yapılan kudalaşma)

    iskitler, poligamist (çok kadınla evli) idiler. oğullar çoğu kez babalarının karılarını miras olarak devralırlardı.

    çin kayıtlarında, eftalitler yani akhunlarda erkek kardeşlerin aynı kadınla evlenebildiği gibi bir bir bilgiye rastlasak da konuyla ilgili detaylı bilgi elimizde yok.

    yine çin belgelerinden öğrendiğimize göre; türk boylarından oluşan töleslerdeki ilginç bir evlilik geleneğine göre erkek evlenince karısının evine iç güveysi olarak gider ancak bir çocukları olduğu zaman kendi evine geri dönebilirdi.

    ve son olarak ho-ch'in anlaşmalarından bahsetmemek olmaz. kısaca evlilik yoluyla barış sağlama anlaşmaları diyebileceğimiz bu yönteme hunlarla çinliler arasında çokça baş vurulurdu.

    mete'nin çin imparatorunun annesini kendisine istediği bölüm ise şöyle:

    "mö 192 yılında imparator huei tahta çıkınca mo-tu/mete ile evlenmesi için yine bir çinli prenses gönderdi. bu imparatorun hükümdarlığı esnasında esas güç annesi lü'nün elindeydi. mo-tu, bu sefer ona bir mektup yazarak dedi ki: 'ben sazlıklar arasında doğup sığır ve at topraklarının vahşi bozkırlarında büyütülmüş yalnız bir dul hükümdarım. çin 'e seyahat etmek özlemiyle çok defa sınır bölgesine gelmişimdir. zat-ı şahaneleri de yalnız bir yaşam süren dul bir hükümdardır. ıkimiz de zevklerden mahrum bir yaşam sürmekte olup kendimizi eğlendirme imkanımız yoktur. ümidim ikimizin birbirimizde olanları, olmayan eksikliklerimiz için değiş tokuş etmemizdir.'

    bu mektupta mo-tu, çin üzerinde tamamen hakim olmak için genç prenses yerine yaşlı imparatoriçe ile evlenmeyi tercih ediyordu. çünkü yukarıda da vurgulandığı gibi aşırı kalabalık ve büyük ayrıca nemli sıcak iklime sahip çin'in kolayca fethedilmesi ve idare edilmesi hurılar açısından çok zordu.

    imparatoriçe lü de bu mektuba şöyle cevap verdi:

    'yaşım ilerlemiş ve gücüm zayıflamaktadır. saçlarım ve dişlerim dökülmekte, düzgün ve dengeli bir şekilde dahi yürüyememekteyim. şanyü (mo-tu) herhalde çok abartılmış haberler duymuş olmalı. ben kendisini bu kadar alçaltmasına layık değilim. ancak, ülkem hiçbir yanlış yapmadı ve ümidim kendisinin ülkeme zarar vermeden sakınmasıdır.'

    bunun üzerine isteklerinden vazgeçen mo-tu, imparatoriçeye teşekkürlerini sunmak için bir elçi yolladı. eski ho-ch'in anlaşmasının devam ettiği bildirildi."
    (ahmet taşağıl - kök tengrinin çocukları)

    düğün törenine gelince,

    öncelikle eski türklerde düğün sözcüğü yerine toy kullanılırdı. nişan için küçük bir toy, evlenme içinse ulu toy yapılırdı.

    (şimdi, toy aslen ziyafet demek... toy, toy-/doy- bağlantısı mı yoksa düğümün kökü olan tüğmekten tüğ-tuy-toy mu orası biraz karışık, kaldı ki düğün kelimesinin etimolojisi de tüğ-/düğ- yani düğümden geliyorsa eğer (andreas tietze'nin sözlüğünde de düğün/düğüm) zaten düğünün kökeni de toy oluyor. dedim ya bu durum biraz karışık. bana göre en mantıklısı günümüzde topla- ya da dola- kelimelerinde gördüğümüz to- kökünden türediği yönünde)

    orhun yazıtları'nda hemen hemen aynı anlama gelen bir de törün sözcüğüne rastlıyoruz.

    “...türgiş kagan kızın ertenü ulug törün oglıma alı birtim...”
    (bilge kağan yazıtı, kuzey yüzü)

    kağanlar çocuklarını büyük törenlerle evlendirirlerdi. düğün için yapılan törenin büyüklüğü ile insanların güçleri ve hakimiyetleri arasında daha da doğrusu toplumdaki statüleri arasında bir paralellik olurdu yani sıradan halkın yaptığı düğün törenleri daha mütevazı olurdu.

    savaşçı nitelikleriyle tanınan ordu-millet türkler için düğünlerde gerçekleştirilen faaliyetler eğlence unsuru olmasının yanı sıra askeri becerilerinin de ortaya koyulduğu oyunlara dönüşebilmekteydi. (düğün alanında at binme, ok atma yarışları vs yapılırdı...)

    tabii bir de şu var. türklerde bazı toylar özellikle askeri ve siyasi başarısızlıklar ya da doğal afetlerden hemen sonra gerçekleştirilirdi. çünkü bu yolla devlet yönetiminin başarısızlığı veya doğal afetlerin verdiği acılar unutturulmaya ve halk arasındaki birlik, beraberlik duygusu arttırılmaya çalışılırdı.

    timur devrine ait bir seyahatnameden öğrendiğimiz kadarıyla timur’un torunları için düzenlediği törene tüm halk davet edilmişti. bu tören için ziyafet tertiplenmiş, düğün günü semerkant’ın bütün tacirleri, esnafı, kuyumcusu, aşçısı, kasabı, terzisi ve bütün sanatkarlarının davet edildiği duyurulmuş, düğünde bolca eğlenilmesi, yenilip, içilmesi emredilmişti. düğün alanına gelecek esnafın ise kendi çadırlarını kurarak orada satış yapabilmeleri sağlanacaktı. gerçekleştirilecek eğlencede çeşitli oyunlar da sergilenecekti. bu düğüne ait bir diğer husus da orada bulunanların timur’un izninden önce alanı terk edememesi idi. herhangi biri timur’un izni dışında düğün alanını terk edecek olursa, o zaman büyük bir suç işlemiş sayılmaktaydı. bu düğünle ilgili asıl ilginç detay da timur’un emri ile kurulan darağaçlarıydı. timur'a ihanet edenlerin düğün alanında idam edilmesi, timur’un otoritesinin bir göstergesiydi.

    kırgız kültürüne baktığımız zaman düğün ritüellerinin zengin olduğunu görüyoruz. hem erkek, hem de kız evinde gerçekleştirilen kırgız düğünlerinde, damadın gelin evine gönderdiği kurbanın kesilmesi ile başlayan tören, misafirlerin bu kesilen kurbanın etiyle yapılan yemeği yemeleri ardından eğlence ile devam ederdi. kız evinde düzenlenen eğlenceler arasında tokmok, selkincek, ak çölmok, kız kuumay gibi oyunlar yer alırdı.

    gelin uğurlama ve geçirme şarkıları, türk kırgız kültüründe geniş bir yer tutardı. bu şarkılara, kız uzatuu, yani kızı geçirme, uzatma adı veriyorlardı. zaten düğünlerin en önemli iki aşaması kızın baba evinden çıkışı ve koca evine girişiydi ki bunlara gelin bindirme ve gelin indirme de denirdi.

    (mesela radloff'un* derlediği 'ağlama kız ağlama' adlı şarkıda, gelinin görevleri, çocukların terbiyesi gibi konular anlatılıyor. bir de car car/yar yar şarkıları var. gelini yolcu edenler yar yar nakaratını tekrarlıyorlar)

    gelinin güvey evine davul zurnayla inmesi de eskiye dayanan geleneklerdendi ki dede korkut hikayeleri'nde de benzer şekilde ozanın çalgı/yelteme çaldığı görülür. ayrıca düğün sahibi ozana kaftan, koç gibi hediyeler de verirdi.

    "(tekfur), kırk yerde kızıl ala gerdek diktirdi. kan turalı ile kızı getirip, gerdeğe koydular. ozan geldi. yelteme çaldı. oğuz yiğidinin öykeni kabardı..." (öykeni kabardı yani ciğeri kabardı, müzik sesiyle coşkuya geldi anlamında, aklınıza hemen başka bi şey gelmesin:)
    (dede korkut hikayeleri - kanglı koca oğlu kan turalı)

    düğün törenlerinde katılanlara yemek verilmesi törenin en önemli unsurlarından biriydi. çünkü verilen yemek, özellikle aç insanların doyurulması açısından, birlik ve beraberlik için bir mesaj niteliğindeydi ki türk kültür tarihinin her döneminde yemek verme adeti vardır. töreni düzenleyen ister han hakan olsun ister halk mutlaka herkes doyurulurdu. halkı bu ziyafete çağırma işini okucu/okuyucular yapardı.

    türkmen düğünlerinde gelin, damadın özellikle sol tarafına geçirilir ve damat da, gelinin sağ koluna girerek onu eve alırdı. gelinin sağ tarafa alınmasının uğursuzluk getirdiğine inanılırdı.

    düğünde damat sağdıçla birlikte hazırlıklarını yaparken bir grup da geline yardımcı olurdu. (bu sağdıç olayını çok eski zamanlardan itibaren türk kültüründe görüyoruz. hatta dede korkut hikayeleri’nde bile geçiyor.) düğün günü sağdıç güveye, yengeler ise geline kılavuzluk ederdi.

    bu aşamada yine pek çok detay var. gelinin bineceği atın süslenmesi, ata erkek çocuk oturtmak, damat evinde kurban kesilmesi vs.

    bu sırada saçı* adeti de uygulanırdı. (gelinle damadın üzerine pirinç, bozuk para, çerez vs atılmasının kökeni de şamanizme dayanan saçı geleneğidir.)

    gelinin başı üzerinde mum yakılması, gelinin ateşten atlatılması, gelinin kocasının aile evinde ocağa selam vermesi, evlendikten sonra yağ ile kendi evindeki ocağa saçı yapması vs. ateş ve ocak kültüyle* bağlantılı şamanist uygulamalardı ki yakutların evliliği sönmez bir ateş yakma olarak betimlemesi de bununla ilgilidir.

    aynı şekilde gelin baba evinden ayrılırken arkasından su dökülmesi, koca evine girerken testi kırması da su kültüne*dayalı geleneklerdi.

    türkler tarih boyunca ağacı*kutsal bilmişlerdi. bazı ağaçların kabuğundan yaptıkları tütsüleri nasıl ki hastalarını iyileştirmek ya da kötü ruhları kovmak için kullanıyorlarsa aynı şekilde gerdek odası da tütsülenirdi. dede korkut hikayeleri'ne göre gerdek otağının yeri de atılan okla belirlenirdi.

    çeyiz hazırlama da yine çok eskiden beri var olan geleneklerden biriydi. gelinin çeyizi herkesin görmesi için düğünden önce ve sonra sergilenirdi.

    “farklı türk topluluklarında sün han ya da yereh adlarıyla anılan oguşun/ailenin koruyucu ruhları da vardı. bazı boylarda bu ruhlar için kapının arkasına sepet konurdu. evden evlenerek çıkan kız sepetiyle giderdi. (ki şimdiki çeyiz geleneğinin kökleri olabilir bu da hatta bazı yörelerde kız çeyizine sepet denir) ayrıca bu koruyucu ruhları temsilen töz/ongon adı verilen putlar yaparlardı."
    (bkz: oguş/@ay hatun)

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    bahaeddin ögel - türk kültür tarihine giriş
    oktay berber - türk kültüründe eğlence ve birlik unsuru olarak düğünler
    gökçen kapusuzoğlu - çin kaynaklarına göre türk kültür çevresinde evlenme ve cenaze gelenekleri
    ayhan balaban - iskit, hun ve göktürklerde sosyal ve ekonomik hayat

    edit: ekleme

  • din olmazsa insanları nasıl ölüme göndereceksin?

    edit: bir eleştiri değil bir soru sordum. herhangi bir iğneleme yapmadım veya gönderme. genelkurmay başkanının bir sözü ile 400bin kişi ölüme yürüyecek, bunu 1. dünya savaşı sırasında da yaşadık, kıbrıs harekatında da. bunun motivasyonu bizim ordumuz için şehitliktir.

  • sevmediğim kişiliktir. gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, gücü olanın yanında, gücü ve karizması olmayanın karşısında bile olma tenezzülünde bulunmayacak kişidir. bir programını izlemiştim, bedenen özürlü fakat zihnen çok pratik bir insanı konuk etmişti. ismini hatırlamıyorum ama adam bir buluş yapmıştı. icat sahibiydi. adamı küçümser bakışlarını, aman bitse de gitsek hallerini, senle ne diye muhattap oluyorsam tavırlarını ismini duydukça hatırlıyorum.

    ama bu aynı insanı acun ılıcalı'nın karşısında, yahut karizması olan kadın veya erkek kişilerin karşısında ezilip büzülürken, onları gereksiz övgülere boğarken görüyoruz. sevmiyorum kendisi gibi burnu yüksek, içten pazarlıklı kişileri. para ve güç herşey demek değildir.

  • bugün dikkat ettiğim mantık hatasıdır. ceza şarkısını söylerken teyze araya giriyor ve "sus allah'ın cezası senin yüzünden ezanı duymadık" diyor. fakat ceza şarkısını söylerken arka planda sofradaki kişiler yemek yiyor ve didi'nin yarısından daha azı bitmiş şekilde duruyor.yani eğer ceza şarkıyı iftardan sonra söylüyorsa teyze neden ezanı duyamadık diyor?iftardan önce söylüyorsa neden yemeklere hallenilmiş,didi bitmiş şekilde duruyor?
    edit: evet ağır işsizim

  • "atiba'yı çok büyülüyorsunuz. bana yoldan 10 tane 12 yaşında çocuk getirin, 18 yaşında 10 tane atiba olarak size geri vereyim" demiş trt yorumcusu.

    valla sergen'cim senin eline 18 yaşından küçük çocuk versek en fazla almanya liginden uzak durur gibi geliyo bana.sürpriz çok.