hesabın var mı? giriş yap

  • şu haberde görülen insanın içini sızlatan ailedir. söyleyecek söz bulamıyorum. kendi vatandaşımız bu durumda iken ortadoğuda ağırlığını koymak nedir arkadaş

    edit1: haberi yapan muhabiri bulup babanın telefonuna ulaştım. antepli arkadaşlardan benimle birlikte gelecek varsa yeşillendirsin. gidip konuşalım aile ile. ben işin maddi boyutunu hallederim. sadece biraz utangaç olduğumdan cesaret verecek birilerini arıyorum yanımda.

    edit2:arkadaşlar çok sağolun herkes yardım etmek istiyor. ancak şu anda kampanya başlatmıyoruz. önce gidip durumu anlamak aile ile görüşmek gerek. haberin çıkalı 5 gün olmuş. ancak cihan haber ajansından geldiği için, ana akım medya gündeme taşımamış. biz başlığı açtıktan sonra, uludağ sözlükteki arkadaşlarda başlık açmış. yani şu anda en önemlisi konuyu gündemde tutmak. ailenin durumunu inceleyip, ne yapmamız gerektiği konusunda sizlere danışacağım.

    sonuç:cigerci ile adamı bulduk. sözün bittiği yerdeyiz arkadaşlar. 30 yıldır bu şehirde yaşıyorum. burnumuzun dibinde böyle hayatlar olduğunu yeni öğrendiğim için kendime mi küfredeyim ne yapayım bilmiyorum.
    bildiğiniz gibi değil, o mahallede dolaşmak, diğer insanların hayatını görmek... nefesinizin boğazınızda düğümlenmesi. diyebilirim ki bu aileden daha kötüleri bile var orda.

    bildiğiniz gibi değil arkadaşlar. bu fakirlik bu yoksulluk. ben ne diyeyim bilmiyorum. olay para ile çözülecek olsa neyim varsa verir gelirdim onlara.

    bizim yapabileceğimiz birşey yok. sadece devletin dikkatini çekmeye çalışabiliriz.

    tüm iyi yürekli insanlara sonsuz teşekkürler.

  • başlık: 2000 lerin başıydı yanlış olmasın

    1. hani bu cola turka toplarının ilk çıktığı zamanlar. 3 kapağa mı 5 kapağa mı ne veriyorlardı. colaturka da iyi çıkış yapmıştı o dönemler hatırlarsınız, müslüman kolası türklerin kolası diye kertirmişlerdi. neyse. bizim mahallede de bu topu ilk yılmaz bini aldı. hemen kaleleri kurduk tabi deli gibi oynuyoruz. top da baya iyi sağlam bişi. yılmaz bininde de ticari zeka tavandı. bu dedi bana uzaktan bu topla gol atabilene topu veririm, he şayet atamazsa bu topun aynısından isterim. biz tabi fakir fukara kuru ekmek kemiren fasulyeleriz. hiç yanaşmadık bu teklife. ama sonra bizim mahallenin en sert abananı var; adı uğur. dıbına koyduğum bininde nasıl bir ayak varsa füze gibi vuruyordu. adı carlos uğur'a çıkmıştı zaten. uğur dedi tamam lan ben sana bir şut çekicem ama gol olursa bu top mahallenin topu olacak, öyle bacak arası yedin mi alıp eve kaçmayacaksın tamam mı dedi. uğurun, bu olayı herkes oynayacak tarafına çekmesi bizi çok sevindirmişti. helal olsun sana adamsın lan diyerek bunu biraz pohpohladık. sonra yılmaz tabi tek kalınca egosunun hıncıyla tamam diye bağırdı, kaleleri ayarladık yılmaz 30 metre öteye koydu topu dıbına koyduğum gavatı, buradan vuracan dedi. bizim uğur ilkte bi yapabilir miyim diye git gel yaşasa da bizim desteğimiz ve pohpohlamamızla tamam lan oç diyerek geçti topun başına. ben de kalenin dibindeyim gol olduğu an topu alıp uğurun yanına koşucam. bizim uğur gerildi gerildi gerildi gerildi bir yapıştırdı, o top ışık hızıyla meteor gibi geldi benim gibime bi vurdu. ama ne vurma. dünyam karardı amk. kendime geldiğimde sağlık ocağındaydık, ilk cümlem top artık bizim mi lan demek olmuştu...

    evet, mahalle bir top kazanmıştı.. belki iki top. ama kazanmıştık ya gerisi önemli değildi.

  • hem türkiye hem de global ölçekte giderek kendini hissettiren sonuç. tabii ülkemizde çok daha hızlı bir şekilde üniversite diploması önemini yitirmeye başlıyor.

    global ölçekte sistemin neden yavaşladığı ortada, küreselleşme ile birlikte giderek mobilize hale gelen işgücü sonucunda üniversite diploması gerektiren işlerde nitelikli çalışan sayısı dünya'nın ekonomik ağırlık merkezi diyebileceğimiz batıda çok hızlı artıyor. tabii bunun gelişmekte olan ülkelere beyin göçü gibi çok ciddi zararları oluyor ama buna ek olarak rekabeti de artırıyor. mesela küresel ölçekte baksanız doktoralı çalışan sayısı bundan 20-30 yıl önce şimdikinden çok daha düşüktü. dünya'nın o zaman high tech pozisyonlar için ihtiyacı olan çalışan sayısı belki şimdikinden çok daha düşüktü kabul ediyorum ama rekabetin az olduğu ve küreselleşmenin baskın olmadığı soğuk savaş döneminde bilgiye ulaşım şimdikine göre çok daha zor olduğundan dolayı kalifiye çalışan şimdikinden çok daha kıymetliydi.

    sebep sonuç ilişkisi sadece tek yönlü çalışan çoğu insan için üniversite okumak anlamsızlaştı, gerçekte olan ise üniversite okumanın yetersizleşmesiydi. artık yüksek lisans ve hatta doktora derecesi elde etmek bile rekabette avantaj sağlamak için yetersiz kalacak düzeye kadar geriledi. yurt içi ve yurt dışında doktora yapan birçok arkadaşım doktora sonrası ne yapacağını hala bilmiyor.

    gelelim türkiye'ye, tabii en kolay söylenebilecek şey patır patır açılan yetersiz üniversiteler nedeniyle üniversite diplomasının işlevsiz hale geldiğidir. sebep sonuç ilişkisini maalesef yeteri kadar derinlemesine kullanabilen bir toplum olamadık. 2000 yılına kadar üniversite okumak iyi bir iş sahibi olmakla neredeyse eşdeğerdi ama bunun neden böyle olduğunu hiç sorgulamadık. eşdeğerdi çünkü üniversite mezunu sayısı azdı. o zamanlarda sınava giren 7-8 kişiden sadece biri bir yere girmeye hak kazanıyordu.

    hep hükümet eleştiriliyor ama hükümet sadece halka istediğini verdi o kadar. her yere üniversite açılmasını ve çocuklarının da üniversite mezunu olmasını halk istedi. sanıldı ki o zaman kalifiye işgücü gerektiren bölümlere herkes girebilecek. olmayacağı belli olan bir şeydi bu ve olmadı da. sistem onun yerine üniversite mezunu bir sürü işsiz ve nitelikli ara eleman ihtiyacı duyan ve bunu karşılayamayan işgücü piyasası yarattı.

    sonuçta dünya'da üniversite diploması yetersizleşmeye başlarken türkiye'de değersizleşmeye başladı. özellikle şu an mühendislik ve hukukta sayısı çok artan mezunlar, maalesef çoğu yetersiz, yüzünden derin bir işsizlik yaşanıyor. bunlar yaşanırken kalifiye işgücü açığı sadece ara eleman düzeyinde değil aynı zamanda nitelikli mühendis düzeyinde de yaşanıyor.

    aslında piyasaya kalifiye mühendis yetiştirebilen okul sayısında çok ciddi bir değişim olmadı türkiye'de son 20 yılda, belki 1-2 özel üniversite eklenebilir. ama gelişmekte olan ülkelerin de kalifiye mühendis açığı çok ciddi hızda artıyor. çünkü batı ülkeleri gibi oturmuş bir sistemleri yok çoğunun, bu nedenle bilgi birikimini çok daha hızlı artırmak zorundalar yoksa ciddi anlamda fakirleşme tehdidi altındalar. beyin göçü maalesef bu süreci katalize ederek çok daha ciddi sıkıntılar yaratıyor.

    yıllardır türkiye'de beyin göçü tartışılmasına karşın pek gündem oluşturmayı başarabilen bir konu değildi. son zamanlarda konu giderek gündemde kendine yer edinmeye başladı. problem şu ki yurtdışına giden mühendisin yerini yeni açılan okullardan mezun mühendisle doldurma konusunda firmalar pek hevesli değil ki bu konuda haklılar da ki onun yerine alınacak mühendis giden mühendisin işini o kalitede yapamıyor.

    özetleyecek olursam, içi boş taleplerden dolayı açılan ve üniversite olmayan üniversitelerin piyasada kıymet görmemesi sonucunda türkiye'de üniversite mezunu olmak hiçbir şey ifade etmez bir hale gelmiştir. kalifiye mühendis kadroları hala boş, kalifiye ara eleman kadroları hala boşken niteliksiz üniversitelerden mezun haliyle niteliksiz olan birçok mühendisin domine ettiği bir işgücü piyasası oluşmuştur.

  • günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer.

    eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür.

    çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler. tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar.

    zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. işte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur.

    bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. kör kuyuda olsak bile.

  • sebebini ilk kez burada açıklıyorum.

    uçak havalandıktan kısa bir süre sonra jetler takibe başladı. uçağın içindeki recep tayyip erdoğan'a bu söylenmedi ama dikiz aynalarından baktığında her şeyi kabak gibi görüyordu.

    tam jetler yüce başkanımızın (radiyallahu limen hamd) uçağına kilitlenmiş iken ezan vakti geldi ve jetin aporlöründen ezan okunmaya başladı. başkanımız pilota uçaüğı kıbleye çevirmesi talimatı verdi. jetler tam bombaları ateşlediğinde uçak aniden kıbleye döndüğünden bombalar ıska geçti.

    yüce başkanımız bir olaydan daha iman, nefs ve güzel ahlak sayesinde kurtulup ne kadar da allah'ın sevgili kulu olduğunu kanıtladı.

    bu olayı da mütevaziliğinden kimseye anlattırmadı ama ben doktorunun bir arkadaşının kuzenini tanıyorum. o dedi.

    edit: http://i.hizliresim.com/5v1v55.jpg facebook'ta paylaşın, bakalım yiyen olacak mı?

  • şimdi şöyle bi durum da var mı acaba arkadaşımın arkadaşı...

    adam gidişi değil de dönüşü kaçırsa...
    gidiş-dönüş aldığı için indirimli ödediği gidiş biletinin, indirim oranını geri mi isteyecekti firma?

    buyrun...
    süreniz 45 saniye.