hesabın var mı? giriş yap

  • guinness dünya rekorları kayıtlarına göre en fazla kişinin izlediği ücretsiz solo rock konserini veren kişi ünvanını an itibarı ile elinde bulunduran kişi...
    tarih: 31 aralık 1994
    yer: copacabana plajı- rio de janeiro-brezilya
    katılım: 3.5 milyon kişi

  • ağa'nın oğlu kız beğenecekmiş. el değmemiş saf kız arıyormuş. tüm kızları sırayla odasına alıp şalvarını indiriyor, akabinde soruyormuş:
    delikanlı - bu ne?
    1. kız - s.k
    d - sıradakiii
    2. - s.k
    d - sıradakiii
    ...
    nihayet
    n. kız - pipi
    d - zevcem budur, nikah hazırlıkları başlasın.
    gerdek gecesi gelmiş çatmış, odaya girilmiş.
    delikanlı indirmiş şalvarı, heybetine güvendiği aletinin ismini sormuş.
    d - bu ne?
    kız - pipi
    d - ne !?
    k - pipi
    d - ne pipisi yaw, evlendik artık. s.k bu !
    k- o-hoo sen s.k görmemişsin...

    (bkz: sozlukte fıkra anlatmak)

  • yetişmiş elemana hala çırak maaşı verenlerin şikayet konusu.
    adı üstünde ,yetişmiş. hakkı neyse ver ki kalsın,kusura bakmayacaksın,kimse hayrına çalışmıyor.

  • yahu tam aylık olmuş 185, öğrenci aylık olmuş 80 daha nasıl zarar ediyorsun ? her metrobüs full, her metro full, her marmaray full. bu paralarla nasıl zarar edildiğini biri açıklayabilir mi ?

  • instagram'ında acun'un bir barda arkasında durduğu veya kendisine aldığı gülleri paylaşan 24 yaşındaki, bir dönem modacı olma hevesiyle mankenlik yarışmasına katılan tc vatandaşı insan.
    ben kendisinin niniseymasubasi adlı instagram hesabını takip ediyorum ve orada koyduğu fotoğrafların altındaki yorumlara bakarak türkiye halkının iki yüzlülüğünden ve şekilciliğinden emin oluyorum.
    normalde kendi kocası gidip başka bir kadınla imam nikahı kıysa bir de üzerine çocuk yapsa kapıyı camı indirecek teyzeler, ablalar ve kardeşler bu sosyal platformda bu hanım kızımızın koyduğu neredeyse her fotoğrafın altına " rabbim sizi nazarlardan korusun, şeyma abla acun abiyle de fotoğraf koysana, doğal güzellik, rabbim sizi kem gözlerden korusun ben biliyorum siz allah katında evlisiniz, maşallah maşallah tü tü tü tü, melisa çok şeker bebek, siz muazzam bir kadınsınız, size bayılıyorum, şeyma abla harikasın seni kıskananlar çatlasın." gibi gibi cümleler yazmaktadırlar.
    ben bu cümlelere katlandığım kadarıyla bakarak esra erol'u izlerkenki gibi sosyolojik tespitler yapıyor, çoğu zaman gülüyorum.
    aynı zamanda zeynep ılıcalı hanımefendiyi de takip ediyorum. onun her fotoğrafının altına da onu tutan bir başka güruh var onlar yazmakta. aslında bu iki grubu karşı karşıya getirsek yeni bir mohaç meydan savaşı çıkabilir yani o derece.
    neyse özetle beni ilgilendirmez zaten kendisi, fotoğrafları veya yaşadığı hayat amma ve lakin cümbür cemaatin diline düşmesi çok garibime geliyor. hoş ben de buraya yazarak çenesini yoran züğürt kategorisine giriyor olabilirim ama benim çenemi yormamdaki amaç türkiye halkının kalitesiz ve iki yüzlülüğünü bu hanım kızımıza yapılan muamele yoluyla anlatmak.
    sözlerime hanım kızımıza yapılan bir kaç comment ile son vermek isterim:

    "sonuna kadar inancına ve yüreğine sağlık şeyma."
    "arkanda duran dağ gibi bir eşin var şeyma sen denizleri seyret dalgalarla işin olmasın."
    "ah nasıl zor göğüslemek zorunda kaldıkların, nasıl bir kutsallıktır bu sana bahşedilen. sadece allah'a emanet ol."
    "arada babadan (acun'dan bahsetmekte) işaret ver bize şeyma, korkuyoruz."

    millet yeminle sıyırmış ya, yorumlara gel hele.

    hanım kızımızın yaptığı bir fotoğraf yorumu ise şu şekildedir. bebeğini kucaklamış haliyle "gene babadan daha erken kalktık." burada verilen mesaj "acun bende kaldı bu gece, melisa da ondan erken kalktı, n'aberr zeynep ılıcalı?" sanırım.

    neyse tespit yapma durumumu burada bitiriyor, hayırlı cumalar diliyorum. bu arada hanım kızımızın evladı melisa ile hiçbir alıp veremediğim yok o masum bir bebek, bir melek, arada kendisine verdiğim referanslar yanlış anlaşılmasın (kime neyi açıklıyorsam?) neyse öyle işte.

  • en sağlıklı, en zeki kedi 7 sülalesi sokakta doğmuş büyümüş, insan eliyle üretilmemiş olan kedidir.
    ama ille seceresi belli kedi isterim derdi varsa, chartreux. türkiye de zor bulunur, yetiştiricisi yok, ithal edilmiyor (scottish ve britishlerin uğradığı zulme uğramasınlar zaten. türkiyede yetiştirilmesini ve ithal edilmesini istemem). belki evinde çifti olup yavrusunu veren vardır.
    12 yıl önce evde doğmuş ve satılmak üzere kuş kafesine kapatılmış hasta bir chartreux yavruya, kavga dövüş ve biraz da para vererek el koydum. türün özellikleri ve alışkanlıkları hakkında internette ne okuduysam aynen öyle benimki.
    birşey istemediği sürece hiç sesi çıkmaz. tuvaletini yapmadan önce ve yaptıktan sonra haber verir. karnı acıkırsa mama ister. sevmek isteyene izin verir ama bir kaç saniyeliğine. ne zaman insan teması istediğine kendisi karar verir, gelir yüzüme patisiyle dokunur, canı isterse omzumu, kolumu patileriyle yoğurur sonra da sarılıp uyur. yavruyken gölge gibi takip ederdi beni. artık yaşlandı eskisi kadar çok oynamıyor ama, düğümlenmiş torba, çorap topu, peluş oyuncak gibi şeyleri önüme getirir atmamı bekler. atınca tekrar geri getirir. evdeki diğer kedimi her akşam önüne yatırır döve döve kulaklarının içine kadar temizler. umarım cinsindeki bir çok kedi gibi 18-20 yaşını görür ve onunla biraz daha zaman geçirebilirim.

  • beyler toplanın size tamamen bilimsel ve öğrenimi kolay bilgi vaad ediyorum.

    herkesin bildiği bir ilacı, augmentini ele alalım. augmentin 1000 mg amoksisilin (klavulanik asit dahil) içerir. bu ilacın 4 adet muadilini yazalım: klamoks, croxilex, klavunat, amoklavin. bu ilaçların hepsi 1000 mg amoksisilin içerir. bu duruma farmasötik eşdeğerlik denir. peki nedir aradaki fark? bunu anlamak için önce biyoyararlanım nedir bilmek lazım.

    biyoyararlanım bir ilaçtan gördüğümüz faydayı ifade eder. yani bize ne kadar etki ettiğini. orijinal ilaç olan augmentinin biyoyararlanımı %100 kabul edilir. yukarıda saydığım muadillerinin de %80-125 arasında olma zorunluluğu vardır.

    gelelim zurnanın zırt dediği yere. kötü gözle baktığımız muadil ilaç, aslında orijinal ilaçtan %25 daha etkili olabilir. bahsettiğim ilaçlardan hangisi %80 hangisi %125 etkili bunu ne doktor ne de eczacı biliyor. ben eczacıyım bilmiyorum. bilen doktor ve eczacıya da rastlamadım. çünkü bu alenen paylaşılan veya kolayca ulaşılan bir bilgi değil. o halde hangisi daha etkili bilmiyorsa doktor neden x ilacını yazıyor veya eczacı neden y ilacını veriyor bunları açıklayalım sonraki paragrafta.

    doktor:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır.

    - yazdığı ilacı biliyordur, aklına ilk o geliyordur. (piyasadaki muadillerin çoğunu bilmiyor doktorlar, bu bir eksiklik de değil)

    - yazdığı ilacın daha etkin olduğuyla ilgili hastalardan geri dönüş almıştır.

    eczacı:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır. (hakkıdır, parasını ilaç ticaretinden kazanıyor. zaten adam ilaç firmasından alıyor ilacı, tabi ki oturup pazarlık, anlaşma yapacak. devletten aldığı bir maaşı yok. karını arttırmak istemesi son derece normaldir.)

    - yazılan ilaç elinde yoktur.

    - yazılan ilaç fark çıkarıyordur ve hastalar para vermeye itiraz ediyordur.

    gelelim daha da önemli bir bilgiye. orijinal nedir muadil nedir. orijinal ilaç, o ilacı keşfeden firmanın ilacıdır, muadil ilaç ise gerekli izinleri alıp o ilacı üreten bir başka firmanın ilacıdır.

    beyler türkiye'deki ilaçların neredeyse hepsi zaten muadildir. yani yukarıda bahsettiğim augmentin de zaten muadildir, çünkü amoksisilini keşfeden gsk (augmentini üreten firma) değil ki, hatta k.asitle kombinasyonunu deneyen ilk firma bile değil link. neyin kavgası bu? majezik dediğiniz ilaç muadil mesela. kanser gibi ilaçlarının patent süresi dolmamış hastalıkların dışındaki ilaçların hepsi muadil zaten, hangi orijinalden bahsediyorsunuz siz?

    başlığı açan arkadaşın olayı muadil ilaç değil daha farklı birşey, çünkü muadil ilaç daha ucuz olur genellikle, daha pahalı olmaz. ya o eczacı çok farklı bi kazık denemiş ya da arkadaş yalan söylüyor.

    boşuna dövüşmeyin aldığınız tüm ilaçlar muadildir. sağlık sisteminin, hastanede ve eczanede dönen dolapların, yediğimiz kazıkların içinde muadil ilaç olayı denizde su damlası kadardır. ınsanların en kolay farkettiği şey olduğu için millet bunu dolandırıcılık sanıyor. oysa en dolandırıcılık olmayanı bu.

    son olarak güvendiğiniz, vicdanlı doktorları ve eczacıları tercih edin.

    edit: muadilin muadili diye birşey yoktur. piyasadaki bütün muadiller %80-125 aralığındadır. %80'i baz alıp, onun da %80'ini tutturup %64 biyoeşdeğerlikte ilaç üretilmesi bilgisi hayal ürünüdür.

    kırım kongo kanamalı atesi ekledi; ilaç firmaları genelde %95-105 aralığını tutturmaya çalışıyormuş.

    edit2: beecham ko-amoksilavı ilk kullanan firma fakat zamanla gsk'ya satıldığı için şu anda patent sahibi de gsk oluyormuş bu da augmentini orijinal ve diğerleri için referans ürün yapıyor.

  • --- ufak tefek spoiler ---

    budizmle haşır neşir olduğunu bildiğimiz jim jarmusch'tan güzel bir zen koanı.
    evvela en bariz olanı söyleyelim: paterson şehrinde şoför paterson, paterson içinde paterson. insan küçük evrendir. kendi içinde kendini arar. (dönüp dolaşıp geleceği yer de yine kendisi olacaktır. bir pazartesi sabahı başlayan hikaye yine bir pazartesi sabahı çemberi tamamlayacaktır.)
    filmdeki siyah-beyaz birlikteliği dikkatinizi çekti mi? hep bir arada olmaları? yaşamda birbirinin zıttı gibi görünen her şey her zaman birlikte, yan yana dururlar. aralarında bir çatışmadan ziyade uyum söz konusudur. ve karşımızda paterson ve sevgili eşi laura: iranlı olduğunu bildiğimiz, nispeten esmer laura ve eski deniz subayı, beyaz tenli, amerikalı paterson.
    paterson laura'nın perdelerindeki çemberleri çok beğenmişti. "hepsinin farklı büyüklükte olmasını beğendim," demişti. bu arada, çemberler, enso çemberine ne kadar benziyordu.
    madem çember dedik, bir de şu dönüp durma, rutine binme meselesi var. tabi böyle bir şey yok aslında. bir rutin yani. ya da bir tekrar. uzaktan baktığımız için bize her şey hep aynıymış gibi geliyor. evet paterson her sabah benzer şekilde uyanıyor, saatine bakıyor, vs. ama durumun tam tersi olduğunu göstermek için jarmusch paterson'ın her uyanışında kadraja saati de alıyor. her sabah farklı saatlerde uyanıyor paterson: 6:15, 6:35, vs. birbirlerine ne kadar benzeseler de hiçbiri bir diğerinin aynı değil.
    şiir konusuna geliyoruz yavaş yavaş. bu arada ben de filmi izlerken farkettim. filmde adı geçen şairlerin ve dahil oldukları new york ekolünün şiirleri (en azından biçimsel olarak) haikuya ne kadar benziyor. mümkün olduğunca süssüz, sıradan şeylere dair. dolaptaki erikler filan. benzer bir tutum paterson'in karaladigi şiirlerde de göze çarpıyor. şiirden çok günlük hayatın, şeylerin birer betimlemesi gibiler. peki haikunun da hemen hemen böyle bir biçime sahip olmasının nedeni nedir acaba? çünkü bir gerçeğe, hakikate ulaşılacaksa, niyet bir satori ise, bu yine günlük hayatin içinden, şeylerin kendisinden çıkacaktır. hakikat öyle yerin dibinde ya da göğün tepesinde bir yerde değil. şeylerin kendisinde, hatta şeylerin bizzat kendisi. bu satori konusuna tekrar döneriz ama bir de şiir yazan şu küçük kız vardı. paterson ne kadar etkilendi kızın şiirinden, eve dönene kadar kendi kendine mırıldandı durdu. böyle güzel bir şiiri ancak bir çocuk yazabilir çünkü. şeyleri oldukları gibi görebilmek için bir çocuk olmak gerekir.
    ve final. şelaleyi izleyen paterson'ın yanına gelip bir japonun oturması sanırım tesadüften daha fazla bir şey. dönüp gidecekken son bir kez paterson'a bakıp "aha!" demesi. nedir bu "aha!"? belki paterson'a bir satori yaşaması için edilen küçük bir yardım. satori, zaten, tanımlanırken de, kolay anlaşılsın diye, bir "aha moment" ya da eureka, olarak anlatılır. çember tamamlanıp paterson başa, ama bir biçimde yine de başka bir yere dönerken satorinin yeni bir olanağı da sunulur kendine. "aha!"

    --- ufak tefek spoiler ---

  • kendi verdiği puanları toplamayı bilmeyen tinercileri göz önüne sermiş fikstür.

    hiç boşuna düzeltme kardeşim screenshot aldım.

    az için şu mereti.