hesabın var mı? giriş yap

  • geçen hafta karton toplayan bir amcadan duyduğum cümledir.

    gece saat 10 sıralarında halı saha maçından geliyorum. baktım yaşlıca bir amca sağda solda kalmış tek tük kartonları şişeleri topluyor. -arkasında kocaman karton arabalarıyla karton toplayan insanlara büyük saygı duyuyorum- tam eve girecekken döndüm ve "amca" dedim; "bizde bir koca poşet dolusu geri dönüştürülebilir atık var işine yarar mı, getireyim mi?" şöyle tebessümle bi baktı bana " zahmet olur oğlum yorulma!" dedi. "olur mu öyle şey amca, evim şurası hemen(5 metre ötesi) bir dakika sürmez hemen getiriyorum." dedim.

    o poşeti amcaya uzatırken tarif edilemez duygular geçiyordu içimden. ona para uzatsam eminim almazdı. ona işini yapmasında, kendini işe yarar hissetmesinde yardımcı olmuştum.

    zahmet olur oğlum, yorulma! deyişi de bu dünyanın kimlerin hatrına döndüğünü bir kez daha hatırlatmıştı bana.

  • 13 milyondan fazla at hırsızı var deniliyor. bunun gibi kaç tane tetikte bekleyen var siz hesap edin. %1 deseniz kaç kişi yapar. siz üşenirsiniz şimdi hesaplamaya ben söyleyeyim 130 bin yapar.

    patlama sorumlusu olduğu söylenen kişidir. dolaylı olarak akp ve ona oy verenler ve sığınmacı & kaçak sevdalıları da sorumludur. hiç boşuna "vah vah tüh tüh" demeyin. bu işlerin vebali hepinizin elinde.

    (bkz: zafer partisi)

  • biraz mutluydum, mutsuz oldum.

    borçsuzdum, borçlandım.

    sıradan vatandaştım; hain, terörist, dış mihrak, kafir, şerefsiz oldum.

  • bir rebound sonrası rashard griffith'i övmek için ''maşallah kara fırın pidesi gibi elleri var'' demişti de ondan sonra tofaş toparlanamadı işte. hatta takımı bile kapattılar.

  • cep telefonumu bulamayip, bulamadigim cep telefonumla arkadasi arayip 'beni caldirsana telefonu sesinden bulayim' demem

  • eyalet (bkz: yeni guney galler) basbakani birecikliyan onderliginde “*”ler salgin surecinin yonetiminde adeta destan(!) yazmakta oldugu kent.

    alisildik uzere suc – kabahat – ozur lugatlarinde yok. haziran ortasi gibi yeni salgin dalgasi basladiginda onlemleri geciktirip goygoya, “halki ozgur birakiyoruz” propagandasina devam ettiler. salgin alip basini gidince (dogudaki zengin mahalleleri odakliydi baslarda) hafif onlemlerle poz kesmeyi surdurduler. vakalar isci – gocmen yogunluklu bati – guney bati mahallelerine sicrayinca pozlari bozuldu. kisitlamalari (o bolgeler odaginda) arttirip kolluklari devriyeye yollamaya basladilar.

    ortaya cikan fecaatin sorumlulugunu ise tabii ki ustlerine almayip, yaptiklari yanlislari gundemden kacirip dikkatleri baska yerlere cektiler. simdilerde ise “bu salgin dalgasinin onune gecilemeyecegini kabullenmeliyiz” diye algi ayarlariyla oynuyorlar. bir de, patronlar daha isgucu yitirmesin icun kisitlamalari (belli yerlerde) hafifletmek/kaldirmak adina uzmanlarin, bilim insanlarinin kimi uyarilarini kulak ardi etmeye mesai harciyorlar. isverenlerin lobiciligine uygun takvim yapiyorlar.

    akip giden bu calkantili gunlerden tarihe ise soyle izler kaliyor:

    1- dogudaki zengin mahallelerinde vatandas kumsalda guneslenip denize girerken, bati mahallelerinde halk disarda kalmasin diye basketbol potalarini sokuyorlar:
    sekil 1-a
    celiskilere isik tutan bir yayin:
    tale of two cities

    2- cifte standarda bir ornek: bati mahallelerinden parramatta'da vaka sayilari daha dusuk, asilanma orani daha yuksek olmasina karsin burasi “endise verici mahalle” (bkz: local government area of concern) kabul edilip ek kisitlara maruz kaliyor. sidney kent merkezi ise daha yuksek vaka sayilarina, daha dusuk asilanma oranina karsin “endise verici mahalle” kapsaminda degil. buralarin sakinleri daha az kisitlanip daha ozgur hareket edebiliyor.
    sekil 2-a

    3- bati mahallelerindeki lubnanli gocmen toplumundan bir uyari:
    “toplum uyelerimiz baska yerlerdeki gibi kumsalda maskesiz guneslenmiyorlardi. yetkililerin <<acikhavada olmak en iyisi>> soylemlerine uygun, piknik, gezi, kosu yapmiyorlardi. bunun yerine -acik havada- sevdiklerini topraga veriyorlardi. asilarini olmus, sosyal mesafeye uyarak yas tutuyorlardi. buna karsin gorevliler tarafindan itilip kakildilar. son hadiselerde dort kisi cenaze merasimleri sirasinda -acik havada- tutuklandi.”
    sekil 3-a

    4- bu rezaletler, cifte standard, arsizlik utanmazlik, bilhassa ucu bucagi olmayan seyahat yasaklariyla birlikte gocmen toplumlarinca tartisiliyor, degerlendiriliyor. son donemde “yeter be” deyip memleketine donme karari alan gocmenleri de isittik, gorduk.
    ilginctir, bu haberleri, “liberal” hukumetin yandaslari tuhaf bir sevincle karsiliyor. “begenmiyorlarsa s… gitsinler” naralariyla (bkz: love it or bugger off).
    simdi tabii, bunlarin kafa benim kestirebildigim kadariyla trump'cilara yakin. boyle degisik bir muhayyileleri var. orada kapilar demir perde inmis gibi kapanacak. gocmenler kovulacak (yahut belki tumden kole olacak). her turlu uretim oz kaynaklariyla avustralya'da yapilacak. disardan ne mal, ne insan gelmeyecek. ama bunu liberal, sermayeci hukumetler yapacak. bu esnada maden cevherleri, saraplar, sigir/koyun etleri, tarim urunleri, bulunmaz hind kumasi gibi kapisilacak, tam gaz yurt disina gidip cil cil para birakacak. calisan kesim ise yuksek ucretleri almayi surdurecek.
    sekil 4-a

  • bir arkadaşım anlatmıştı:

    “abi, yemin ediyorum en huzurlu olduğum yer servis. ne işin stresi, ne evin stresi, ikisinin arasında arafta gibi, kurtarılmış bölge sanki...”

    adamın servis dediği de yarım saatlik yol amk, o zaman dilimini hayat kabul etmiş. yaptığı bir şey de yok, müzik dinliyor, dizi izliyor falan.

  • bu konuda bilir kişi olabilirim

    istanbul'da zincir bir fast food şirketinde 10 yıl ofiste satın alma müdürlüğü yaptım

    yiyecek içecek sektöründe değişmeyen tek şey kar marjidir.
    üründen ürüne değişir %300 %500 arası olur genelde. tavuklu ve kaşarlı menüler en çok geçirilen üründür.

    yani şöyle düşünün 10 tl ye mal edilen bir ürün
    50 100 tl arası satılır.

    yıllarca neden her sokakta bir büfe açıldığını anlayın artık.
    şimdi ülkenin durumundan dolayı maliyet arttı.
    ama işletmeler %300 %500 kardan vazgeçmiyor.

    olay bundan ibaret.
    almayın aldırmayın gitmeyin demekle olmaz.
    kesin birileri gene gidecek
    kapitalist sistem budur.
    biz de bu sistemin kölesiyiz

    edit: benim yazıma cevap veren kişiler olduğu için editlemek zorunda kaldım.
    bana satın almacı diyerek zaten söze başlayanlar oldu. kamyonla gidip malı alan ben değilim.
    ben bir ürünün belirlenmesini, kalitesini, maliyetini, satış raporlarını, ve son olarak tüketiminden sorumluydum.
    şirketin büyüklüğüne göre alacağınız malzemede kiminle muhattab olacağınız belirlenir.
    ben coca-cola'nin bayi müdürüyle değil
    türkiye ve asya kıtasından sorumlu olan kişiyle görüşürdüm veya pınarın, sütaş' in plasiyeriyle değil genel müdürüyle anlaşma yapardim.
    et ve tavuk ürünlerinin tüketimi inanılmaz fazla olduğu için ve de çok hassas ürünler olduğu için direk sahibiyle görüşürdüm. öncelikle bunu belirtmek istedim çünkü bilgi sahibi olmadan konu hakkında bilgi sahibi olanlara bok atmayın. açık konuşayım bunları yazarken bile ben utandım.

    çok daha detaylı bilgi verebilirim fakat başınızı şişirmek istemiyorum.

    bir yiyecek içecek işletmesinde 2 kalem maliyet hesaplanir
    1.si ürünün ham maliyeti
    2. si ürünün hazilanma ve sunum maliyeti

    1.sini çıkartırken ürünün içine neler konulduğunu grami gramina hesaplanır.
    buna ürün reçetelemek denir
    yani her ürünün 1 reçetesi vardır.
    100 gr tavuk
    20 gr mantar
    10 gr patates
    20 gr makarna gibi
    bu ürünleri alırken verdiğiniz fiyatı koydugunuz grama bölerek cikartirsiniz

    2. maliyet "işletme maliyeti"
    ama siz patatesi tavuğu alıp direkt müşteriye vermiyorsunuz
    onu önce gidip alıyorsunuz "lojistik maliyet"
    sonra bir dükkana koyuyorsunuz "kira maliyeti"
    daha sonra onu pişiriyorsunuz " enerji maliyeti"
    sonra bu ürünü biri yapıyor birileri servis ediyor
    "personel maliyeti"
    şimdi alt alta yazdım sakın çok maliyet diye düşünmeyin.
    çünkü o dükkana 1 müşteri gelip 1 ürün satılmıyor
    personel günde onlarca kişiye bakıyor.
    kira hiç iş yapmasan veya 100 katı ciro yapsan aynı kalıyor ay içinde

    kısaca kesiyorum
    arkadaşlar iyi bir işletme öncelikle ürünün en kalitelisini alır
    personeline iyi maaş verir bu yüzden müşteriye iyi davranılır. bunlar olduğu sürece biraz da matematik bilgisiyle hayatta kalırsınız.
    çok ama çok daha detay var yazmayacağım
    ama son olarak şunu söyleyeyim
    şu anda yiyecek içecek sektöründe maliyetler arttı
    fakat işletmeler pandemiden önceki dönemden daha çok para kazanıyor.
    maliyet 2 arttiysa fiyatlar 10 zamlandi

    edit2: o kadar çok mesaj geldi ki hepsine cevap vermeye çalıştım.
    anlamadığınız çok nokta olmuş
    size şunu söyleyeyim.
    tavuk dünyası veya belirli bir ürünü alan zincir işletme sizin gibi fiyattan almaz
    mesela pazarda 80 tl olan ürünü boyle işletmeler
    30 40 tl ye alır yıllık anlaşma yapar
    mesela bir keresinde kaşar firmasıyla anlaşma yaptım yıllık olarak 22 tl
    siz o zaman kaşarı 55 tl den aliyordunuz.
    daha fazla yazmayacağım
    bir gün çok detaylı işletme maliyeti enrtysi gideceğim.

    debe editi: bu bilgileri yazarken hiç bu kadar gündem olacağını tahmin etmemiştim.
    burası (bkz: kutsal bilgi kaynağı) kim ne derse desin.
    küçük bir bilgi kırıntısı sağlayabilmek bile insanı mutlu ediyor.

  • dün itibariyle yengemle yolculuğumla ilgili konuşurken yaşanmıştır:

    -bu arada uçaktaki erkek kabin memuru da çok tatlıydı yenge yaa, arkasını dönünce sen ne şirinsin öyle dedim o derece

    -nasıldı ki?

    -çok güzel gülümsüyordu, cin cin bakıyordu, ses tonu süperdi, yanakları sıkılası şirin bir elemandı işte; yani aslında pek alıcı gözüyle bakamadım.

    -belli belli, verici gözüyle bakmışsın :))