hesabın var mı? giriş yap

  • instagram hikayesinde şu şekilde görülmektedir:

    “türkiye apaçık bir parti devletine dönüşmüştür, şu an nazi almanyası’ndan farkı yoktur. bu hükümet meşruiyetini tamamen yitirmiştir. satılan geleceğimizin, toprağımızın, emeklerimizin, mutluluğumuzun hesabını hakkını sormayan, şu saatten sonra ses çıkarmayan herkese yazıklar olsun! biliyorum keyfiniz bozulmasın istiyorsunuz ama artık çüş.”

    t: bir rapçiye ait açıklamalar

  • kendisinin kel kafasını öptüğümü söylemiş miydim?

    fenerbahçe'den kovulduktan sonra, türkiye'den ayrılmadan 2 gün önce acarkent'te yer alan evine gittim. zar zor ulaşabildiğim aslanlı ev tariflerinden yola çıkarak evini buldum. kapıda nakliye için bir kamyon, 3-4 tane taraftar, bedri baykam ve asistanı vardı. benim boynumda boyunluk, 10 gün önce talihsiz bir kaza ile boynumu kırmıştım. sağa sola robocop gibi bakınıyorum. sonra kamyona eşya taşıyan alex de souza geldi kapıya, ayağında terliklerle.

    tanıştım. alex de souza ile tanıştım. ben adımı söyledim. merhaba ben alex dedi. mütevazı kelimesinin içini dolduran bir adam. kendisine dert yandım, başkan aziz yıldırım ve aykut kocaman hakkında serzenişte bulundum. problem yok dedi. sanki kovulan benmişim gibi, o kadar sakin ve vefalıydı. o kadar fenerbahçeliydi. ve bir o kadar mutsuz ve üzgündü.

    ben aslında ingilizce konuşuruz diye düşünüyordum ama başından itibaren bütün sohbet türkçe gelişti. çocukları, eşini falan sordum. alex de souza'ya bildiğin halini, hatırını sordum yani. kendisi için hazırladığım ufak bir hediye verdim. sonunda nasıl oldu bilmiyorum, bir anda eğil kafandan öpücem dedim. güldü ve kafasını eğdi. ben alex'in kafasından öperken, bedri baykam'ın asistanı fotoğrafımızı çekiyordu. sanki iki eski arkadaşmış gibi tokalaştık, beraber atkı açtık, sarıldık ve vedalaştık.

    o anlar hayatımın unutulmaz anları arasında yerini aldı. gecenin bir vakti fitbol dergi'de samet güzel'in yazısını okurken geldi aklıma ve yazmak istedim. bu adam kesinlikle bir futbolcudan fazlası. ciddi anlamda duygusal ve iyi bir insan. saha içi ve saha dışında kesinlikle aynı yapıda olan, hayatımda arkadaşım olarak temasta kalmasını isteyebileceğim bir insan. yolu hep açık olsun.

  • kardeşim! köye göçelim derken kast ettiğimiz yerler; merkezden uzaktaki ufak ilçeleri kast ediyoruz. sen kalkmışsın gerçekten köye gitmişsin, bir de rutubet var diyorsun :)

    yani mesela şile'yi köy kabul edip oraya göçüyoruz. sen mevzuyu çok yanlış anlamışsın.

    not: beykoz'a göç eden arkadaşım var :)

  • hakkında çekilen belgeselde aslında büyük kısmı açığa çıkarılmış gizemli vaka. uzaylı muzaylı yok kardeşlerim. anladığım kadarı ile mantığa en uyanı yazalım:

    şimdi 9 dağcı gece çadırlarında uyurken havadan bir şey düşüyor. bu rusların silah denemesi olabilir ya da bir silahtan düşmüş büyük radyoaktif bir madde olabilir.

    bu silah ya da madde bir mini çığ , kar kütlesinden kayma gibi bir şey yapıyor ve çadır bir ağırlığın etkisi altında kalıyor. dağcılar önce yatış pozisyonlarına göre yaralanıyor. yani sırt üstü yatan kadın dağcının her iki kaburgası kırılırken yan yatan dağcının sadece tek taraflı kaburgası kırılıyor. insan üşürken çok deli pozisyonda yatabileceği için başka bir dağcı boyun muhtemelen çok kıvrık yatıyor ve kafa bölgesinden yaralanıyor.

    bu patlama anında dağcılarda bence tam değil ama kısmi etrafı flu görecek bir körlük oluşuyor tam ayrıntıları göremiyorlar .ama bu çadırın içinde mi oluşuyor dışarı çıktıkları zaman mı oluşuyor bana göre ortada .bu da radyoaktif bir madde. o nedenle de giysilerinde daha sonra radyasyon bulunuyor.

    o anda çadırdan çıkmak için iki sağlam dağcı çadırı içeriden yırtmaya ve dışarı çıkmaya karar veriyor. o nedenle de giysilerine ulaşamadan dışarı fırlıyorlar.

    gözleri tam görmediği için o sırada arkadaşlarının ölü olup olmadıklarını bilmiyorlar. yaralarını tam göremedikleri için kaç insan varsa tekrar çığ ya da neyse tekrar olur diyerek hepsini olabildiğince uzağa taşımaya çalışıyorlar. bu uzaklık neden 1.5 km neden 300 metre değil ? bana göre koku, körlük, belki bir tenlerinde , ki cesetlerde turuncu lekelerden bahsediliyor ,yanma nedeni ile bu etkinin geçeceği en uzak noktaya gitmeye çalışıyorlar.

    bu sırada da sağlam dağcıların seyahatin başlarında metrelerce karda daha hızlı hareket edebilmek için kullandıkları ,günlüklerine de yazdıkları başka bir taktiği kullanmaya çalıştıklarını düşünüyorum. daha önce çantasız bir dağcı önden gidip yolu açıyor . daha sonra geri dönerek çantaları yüklenip ilerliyorlar. bu durumda dağcı çantasız bir şekilde önden gittiği için daha hızlı hareket ediyor ve ekibin hepsi çantalarla yorulacağına bir kişi çantasız hem daha az yoruluyor hem de yolu daha hızlı açıyor.

    en ağır yaralıları ya da ölüleri ,çünkü gözleri çok iyi görmüyor ,en uzağa taşımak için de bu taktiği kullanıyorlar. muhtemelen iki kişi dondurucu soğukta olabildiğince yol açıp geri dönüyor sonra yaralıları bir yere kadar taşıyorlar o da sedir ağacının orası. oradan başka ekip devam ediyor. sonra o ekipte sedir ağacının oraya geri dönüyor. o tipi ve kar altında sedir ağacı bir nirengi noktası oluyor.

    böyle böyle en ağır yaralıları çadırdan 1.5 km öteye taşımayı başarıyorlar. fakat bu arada aşırı soğuk ve iyi görmeyen gözler nedeni ile yaş ağaç dallarını yakıp ısınmaya çalışan, gözleri nedeni ile kuru dalları bulamadılar , iki dağcı ateşin başında donarak ölüyor. diğer dağcılar da belki çadırdan birşeyler alıp yaralıların yanına dönmeye çalışırken soğukta donarak ölüyor .

    özetle cesetlerin bulunma aralıklarını düşünürsek bence çadıra en yakın dağcı en sağlam dağcı. o son ana kadar kendilerini kurtarmaya çalışıyor. çadırdan uzaklaştıkça da hayatta kalma ihtimali giderek azalan belki de ölmüş olan dağcılara doğru ulaşıyoruz. ve en uzaktaki dağcılar ya zaten ölüydü ya da orada son nefeslerini verdiler.

    kopuk dil bana göre sadece bir kar faresi işi bile olabilir. o da neden bu kadar dikkat çekti çünkü işin içinde bir de rus istihbaratı var. kgb' nin bu olayla bu kadar çok ilgilenmesinin nedeni de işte o gökten düşen cisim. muhtelemen devlet sırrı olduğu için açığa çıkmasından korkuyorlar. ve olayın uzun süre gizemini korumasına neden oluyorlar.

    zaten bir yerde açığa çıkmamış bir olay varsa emin olun onun arkasından devletler , ajanlar , istihbaratlar çıkar. bu olay da ne yazık ki bunlardan biri.

  • 2000 tl maaşla 1356 ay vadeli araba alıp her deliğe onunla girmeye çalışan zırtapoz çomar beyaz yakalılar yüzündendir.

  • --- spoiler ---

    romanın başından sonuna kadar karakterlerin tamamı ne yapmak istediklerinden emin değildir şayet eminseler dahi, bu yapmak istekleri şeye dair sorgulamalar karşısında şüpheye düşerler. cevdet bey tüccar olmak ister ama abisinden, görüşmediği akrabalarından bir sitem vardır ve o bu sitem karşısında suçluluk duyar. idealleri ona güç vermez. bir yanından hep pişmandır. refik de arayıştadır, son bölümde anlatılan ahmet de arayıştadır. ahmet hamdi tanpınar'ın huzur romanındaki gibi herkes huzursuzdur bu romanda da.

    --- spoiler ---

  • sıradaki istek gelsin.

    evde nasıl konserve yaparız.

    şimdi insanların en sevdiği zehirlenme türü ev konserveciliğidir. bunu unutmuyoruz ve işimizi disiplinli bir şekilde yapıyoruz.

    öncelikle dayanıklı kavanozları tercih ediyoruz. pazardan bulduğumuz en ucuz kavanoza elimize ne geçerse doldurmuyoruz. zaten elinize aldığınız kavanozun neye benzediğini anlarsınız.

    hangi ham maddeden yapacaksanız çok iyi temizlemeliyiz. öylesine suya tutup çıkarmıyoruz. süzgecin içine bastığımızda da kendiliğinden temizlenmiyor onlar. elimizle teker teker temizliyoruz ve çürükleri ayıklıyoruz.

    konserve kavanozlarını iyice yıkıyoruz. bazıları mikrodalgaya atıyor bilemiyorum. ne yaparsanız yapın kapakları kaynatın ve iyice kurulayın.

    konserve yapacağımız sebzeleri önceden haşlamanız gerektiğini bildiğinizi varsayıyorum. haşlamazsanız ne olur? elinin körü olur. haşlanmış sebzeler hem kavanozda daha az alan işgal eder hem de mikroorganizmaların önemli bölümünü ön haşlama ile öldürürüz.

    kavanozların içerisine de her şeyi tıkıştırmıyoruz. oraya su girecek. taneli sebzeleriniz mümkün olduğunca su ile temas halinde olmalı.

    bir numaralı düşmanımız şeker. evet o şeylerin içine şeker eklemeyeceksiniz. tadı umrumuzda değil. kapağını açınca eklersiniz. bu yüzden şeker oranı yüksek olan havuç ve soğanı da eklemiyoruz. zaten bu ikisini neden ekliyorsunuz anlamış değilim kışın hepsi bol miktarda var.

    çok sulu olmasını istemiyorsanız domateslerin çekirdeklerini kaşık yardımıyla çıkarın efendim. hemen bir makarna sosu yaparsınız olur biter.

    eğer amacımız salça yapmaksa ana unsurumuz tuzdur. aksi halde evler için satılan şu vakum cihazlarından alarak havadan arındırmanız gerek. sonra dondurursunuz.

    şimdi işin en önemli bölümüne geldik. konserve için olmazsa olmazımız asittir. marketlerdeki konservelerde hep sitrik asit ibaresi görürüz. bu konservemizin bozulmaması için ana unsurdur. "-e biz sitrik asidi nereden buluyoruz?".limon sıkacaksın canım. canın isterse sirke de olabilir. "-ee çok ekşi oluyor o zaman" hemen şeker ilave ederek tadını dengeliyorsun. bitti gitti.

    neyin konservesini yapacaksanız sosu kaynattınız. kavanoza doldurdunuz. ardından kapağını sıkıca kapattınız ve sıcakken ters çevirdiniz. şimdilik işler yolunda gidiyor gibi. sızıntı olmadığına kendimizi inandırdık.

    şimdi kavanozları tekrar düz bir şekilde bir tencereye alıyoruz ve kavanozların üzerini kaplayacak kadar su ilave ediyoruz. kaynadıktan sonra 20-25 dk kısık ateşte tıngırdatıyoruz. bu sırada patlayan kavanozların ya kapağı iyice sıkılmamış ya da oturmamıştır. her halükarda içeriye hava aldığı için bozulacaktır. önceden kendilerini belli etmiş oldular. diyelim ki hepsi patladı. hemen o mutfaktan uzaklaşın ve bundan sonra zabıta kontrolünde mutfağa girin.

    konserve yaptıktan iki gün sonra kapakları elimizle açmayı deneyelim. eğer hiç zorlanmadan tık diye açılıyorsa o malzemeyi tüketin asla ama asla bir daha konserve yapmayın. eğer tüketemeyecekseniz bir poşete koyarak buzluğa kaldırın. buzdolabının normal soğuk bölmesine koymayın. burada da çoğalmış olan arkadaşlar faaliyetlerine devam edeceklerdir. zor açılan kavanozlar güvenlidir çünkü içinde ve dışında basınç farkı vardır fakat sırf zor açılıyor diye üzerinde küf vb bişey gözlemlerseniz hiç riske girmeyin hemen atın. kapak takıldığı için açılmıyor olabilir.

    artık bir şeylerin konservesini yapmasını biliyorsunuz.

  • -alo aşkım napıyosun
    +sağol hayatım iyiyim, evde televizyon seyrediyorum. sen napıosun?
    -sen de karı gibi ne oturuyorsun evde anlamıyorum ki...
    +birazdan çıkacam zaten arkadaşlarla ya
    -kim kim?
    +ercan, kamil, ufuk, behzat...
    -kesin bi bok yiyeceksiniz erkek erkeğe siz. ne yapmaya nereye gidiyorsunuz bu saatte?
    +kızlar da var hayatım
    -ne işin var ben yokken kızların arasında senin ha???
    +yok öyle değil hayatım, yani bizim arkadaşların sevgilileri falan, boşta kız yok yani
    -o daha kötü ya, ne işin var onlar çift sen tek..
    +onlar sorun etmiyor ki...
    -sen niye etmiyorsun?
    +lan ben niye edeyim?
    -hoşuna gidiyor galiba...
    +sende gel...
    -ben gelemem!
    +lan o zaman ne yapayım.. manyak mısın?!
    -ne biçim konuşuyorsun sen yaaa? kavga çıkarmakta üstüne yok! nereye gidersen git, beni ilgilendirmez...
    +tamam o zaman
    -nereye gidiyorsun?
    +allah belamı versin, bi yere gitmiyorum evde oturacam..
    -otur zaten evde karı gibi
    +.....
    -sana diyorum orda mısın?

  • damadın açıklamasıdır.
    hani biri borç istemeden önce, "abi şuradan büyük para bekliyorum" diye önden bi güven vermeye çalışır ya, sanki damat da tam olarak onu yapıyor.

    bu arada hani dışa bağımlılık bitmişti, hani imf bizden borç istiyordu.
    edit; imla.