hesabın var mı? giriş yap

  • ''belki de şimdi gökte 3 elmacı (steve jobs, newton ve adem) oturmuş, hangi elmanın insan hayatını ne kadar değiştirdiğini konuşuyorlardır.''

  • hollandalıları bugün oldukları millet yapan birçok etmen var. bunlardan en önemlisi de 17.yy'da avrupa çapında tanınmaya başlanan güvenilir finans sistemleridir.

    kurdukları "voc", "wic" gibi şirketlerin hisselerini satmış, büyük finansörlerden krediler çekmiş, elde ettikleri gelirlerle gemiler inşa etmiş, bunlarla da güneydoğu asya'ya, kuzey amerika'ya seyahatler gerçekleştirmişlerdir. buralarda yer yer ticaret, yer yer de sömürgeci faaliyetlerde bulunmuşlar, yeni ticaret yolları geliştirmiş veya var olanları perçinlemişlerdir. bu sebeptendir ki rotterdam hala daha dünya'nın en önemli limanlarından ve aktarma merkezlerinden biridir. (hatta hollandalıların bu "aktarma merkezi olma" sıfat ve tecrübeleri, havacılık devrimleri gerçekleşip de havayolu yolcu taşımacılığı ortaya çıktığında kendilerini bu alanda da güvenilir kılmış, bugün schiphol havalimanı'nı dünya'nın en büyük aktarma merkezlerinden biri yapmıştır. yani çok büyük havalimanları yapmadan önce bu havalimanlarının neden yapıldığının altını uluslararası arenada iyi doldurmak gerekir. neyse efendim, konuya dönelim.)

    bu şirketlerden biri olan wic (dutch west indies company) atlantik'te yağmaladığı birçok yerden biri olan hudson nehri'ndeki ticaretini kolaylaştırmak için bir ada satın aldı ve buraya "new amsterdam" adında bir koloni kurdu. fakat bu bölgeden çıkar sağlamak isteyen ingilizler ve yerini yurdunu koruma telaşındaki kızılderililerle mücadele etmek zorunda kaldı. "wic" bu mücadeleler sırasında koloninin güvenliğini sağlamak için ingilizler ve kızılderililerle aralarına bir "duvar" inşa etti. eskiden o duvarın bulunduğu yerden, bugün dünyanın en ünlü caddelerinden biri geçer: wall street.*

    takvimler 1664'ü gösterdiğinde ise bölgedeki ingiliz ve flemenk delegeler, bugünün manhattan'ına tekabül eden new amsterdam'ı ingilizlerin alması; karşılığında da ingilizlerin bugünkü surinam'ı ve değerli spice adaları üstünde büyük bir kontrol kabiliyeti kazandıracak run adaları'nı hollandalılara terk etmeleri konusunda anlaştılar*. daha sonra ingilizler bu bölgenin adını new york olarak değiştirdi.

    anlattığımız şeyleri işe yarar bir kıvama sokalım; hollandalılar bundan sonra ne yaptılar?

    güneydoğu asya'dan, atlantik kıyılarından birçok bölgeyi sömürdüler; kurdukları şirketler silahlı kuruluşlardı, bunlarla birçok ölüme neden oldular; gittikleri yerlerde köprüler, demiryolu ağları, tren garları, limanlar, hastaneler, okullar inşa ettiler. en nihayetinde "kazandıkları" zenginliklerle ülkelerine dönüp hisse sahiplerine söz verdikleri ödemelerini yaptılar, kredi aldıkları kuruluşlara borçlarını zamanında ve eksiksiz ödediler. ayrıca bağımsız hukuk sistemleri, şahsi mülkiyeti güvence altına aldı, alacağını tahsil edemeyen yatırımcılar için hukuk organlarını devreye soktu. bu adımların her biri hollandalıların finansal sistemini güvenilir kıldı. bir hollandalıya borç veren bir avrupalı, parasının yanmayacağından emin olabildi, bu da her defasında parasını hollanda'ya yatırmasını sağladı. yatırımlar "bireyi ve bireysel mülkiyeti korumayı garantilemeyen diktatörlüklerden uzaklaşırken, hukukun üstünlüğünü el üstünde tutan topraklara kayıyordu."

    finansal sistemlere güven, bugün de bundan çok farklı değildir. bugün de parası olan bir insan parasını hukuk sistemine güvendiği ülkelere yatırır. hukuk sistemlerine güvenin tesisi ve rekabeti eşit kılan kurumlar, sağlam bir ekonominin yapıtaşlarıdır.

    kaynakça ve ileri okuma
    1 - harari, yuval noah, "hayvanlardan tanrılara: sapiens", kolektif kitap, 51. baskı, sf: 317-320
    2 - wikipedia.com.en/new-amsterdam

    edit: gallifreyfallsnomore'un katkılarıyla 2. madde eklendi.

  • muhteşem muh-tee-şeem! bir film.

    diyalogsuz geçen sahnelerinde sessiz filmlerde anlatılandan daha çok anlatan, müthiş oyunculukların, göz kamaştırıcı sanatsal çekimlerin insanın başını döndürdüğü film.

    kendisine nasıl aşık olduğumu tarif etmeyi beceremediğim için kendimi paralamama da sebep olan filmdir.. hay ama yaa..

  • babane telefon açar, dersleri sorar;

    - eh fena değil babane, idare ediyoruz işte
    - geçtin mi hepsinden var mı kaldığın?
    - işte bir dersten kaldım, diğerleri fena değil ama.
    - hangi dersmiş o?
    - eee... elektromanyetizma...
    - nesini anlamadın ki de yapamadın, anlat neymiş yani o ders?
    - şimdi babane.. ee.. elektrik.. yüzeyler.. curl.. silindirik var.. şimdi, hesap..
    - bak işte bilmiyomuşsun ondan kalmışsın doğru düzgün bir anlatamadın bile
    - ...

  • merkez üssü bir üniversite olan dumurluk olaylar kümesidir*. bir elemanı da şöyledir; internette gezinirken denk geldim, gerçek midir nedir bilemiyorum ama bildiğim şudur ki mevzuya uygundur.

    "çapa tıp fakültesinde okuyan arkadaşlarım anatomi öğretmenimiz sami zan'ın ününü bilirler. sami hoca sırf üreme organlarını kendi üslubuyla anlatan ve her dersinde 400 kişilik amfide dışarıdan gelenlerle birlikte yaklaşık 700-1000 kişiyle dolduran çok degerli bir hocamızdı... bu yazıyıyı yazarken de kendisini rahmetle anıyorum... anatomi derslerinin birinde erkek menisindeki yüksek glükoz, yani bizim bildiğimiz şekerin düzeyini anlatıyordu. o yıl liseden mezun genç bir ögrenci kız arkadaşımız el kaldırdı ve bombayı patlattı. "anladığım kadarıyla, menide çok şeker olduğunu söylüyorsunuz..", "evet aynen öyle" dedi sami hoca ve dediklerini destekleyen istatistik oranların tablosunu gösterdi. arkadaşımız gene elini kaldırıp söz istedi "o zaman tadı neden şekerli değil?.." amfide korkunç bir sessizlik oldu... ve sonra tüm amfi gök gürültüsü gibi bir kahkaha koyverdi... yüzü birden kıpkırmızı olan arkadaşımız, hızla defter ve kitaplarını topladı ve sırasından hızla fırladı. o kapıya koşarken, sami hoca çok ciddi bir yüz ve buz gibi sesle dersini sürdürdü... "şeker tadı alınamaz. çünkü şekeri duyumsayan tad alma hücreleri insanin dilinin ucundadır... gırtlak derinliğinde ise, acıyı ve ekşi tadı algılayan reseptörler bulunur... sana neşeli bir gün dilerim kızım..."

  • otobüse beraber bindik. taksime doğru gidiyoruz. ayakta ortadaki direğe tutunuyorduk. çok koşmuştum peşinden belli ettim hislerimi ama açılamadım. en azından ayıkken. geldi elimi tuttu. tutuş o tutuş.

    hiç konuşmadık yüzümüzde bir gülümseme ile galata kulesine kadar yürümüşüz. bir banka oturduk. nasıl bir mutluluk bendeki. etraftaki binaların pencerelerine bakıyorum. mayıs ayı böyle baharın da serin mi sıcak mı belli değil havası. dünya gözümde kocaman bir yumak gibi. ben çeviriyorum o dönüyor.

    o an hayatımın en güzel anı idi. çok sonra, o banka yolumuzu düşürüp evlenmek istediğimi söyledim; ağladık. pano'ya gidip sarhoş olduk. seneler geçti hala sarhoşum.

  • gittikçe "evet"in yerini alan kelime. etrafımda en çok evet yerine kullanıldığını duyuyorum. o kadar yaygın ki, yakın zamanda şöyle olacak sanki:

    - sayın pelinsu, mertcan'ı eşliğe kabul ediyor musunuz?
    - aynen.

    yersiz ve tek başına kullanımıyla insanı aşırı irite ediyor. en azından sonuna "öyle" eklense daha çekilir olacak.