hesabın var mı? giriş yap

  • ülkemizde normal olan durum . servet düşmanı değilim ama şu yaşıma geldim ama hala bu adaletsizliği kabullenmeyi öğrenemedim. 800 bin tl lik arabası bir insanın olsun parası varsa daha iyisini alsın ama haftada 6 gün 45 saat ağır işlerde çalışan işçisine de 700 tl yi reva görmesini eleştirmeden duramıyor bu bünye.

    edit: format ve 6 gün 45 saat olacaktı pillibebek uyarı için teşekkürler.

    (bkz: adaletin bu mu dünya)

  • şu emre mordan topu tekte alırım diyerek kayan ukraynalı futbolcu kim? emre topu bir sola çekti, herifçioğlu o kaymanın şiddetiyle kameranın kadrajından çıktı, bizim eve geldi. oturduk çay, sigara muhabbet ediyoruz.

    debe editi: bir gün her nefs debe'yi tadacaktır.

  • kısa süre sonra gerçekleştireceğimdir.

    dokuz yıl önce dünyanın en güzel gözlerini gördüğümde, çocuk aklımla, ilk düşündüğüm şuydu: camından güneşin girdiği güzel bir yatak odasında -hiç tanımadığım bir kız ile ikimize ait olacak olan yatak odasında- bu gözler sabah mahmurluğuyla yine güzel görünür mü bana?

    akşam eve döndüğümde, bir kızı ilk görüşümde onunla evlenmek istememin ne kadar çılgınca olduğunu düşündüm. ertesi gün biyoloji sınavım vardı ve bana sınavların ne kadar saçma olduğunu düşündüren şey de aşktı sanırım. yalan olmasın, ilk gün anlamamıştım aşık olduğumu.

    hiç çalışmadığım halde biyoloji sınavımın çok iyi geçmesi hayatıma yeni bir felsefenin hakim olmaya başlamasının ilk adımıydı. heyecanlı, umutlu ve neşeli isem işler hep yolunda gidiyordu. sonradan anladım, aşk alana bedavaydı bu duygular.

    teklif etmek diye bir şey vardı o aralar. hala vardır belki bilemiyorum, ilk teklifim kabul edilince ilgilenmedim sonra bununla. benim dalga geçtiğim bir sözdü bu; "tamam oğlum teklif edecen de, ne teklif edecen? onu da söyle!" diye dalga geçerdim arkadaşlarımla. kızlardan çok bilgisayarlarla ilgilendiğim için arkadaşlarımın heyecanını çözemezdim. fifa 98'de rakipsiz oluşumu açıklayan da buydu sanırım o günlerde.

    fifa 98'den kesildiğim hafta aklımdan çıkmayan tek şey, ne kadar saçma olduğu hiç umrumda olmayan, 'teklif etmek'ti. bir an önce gidip teklif etmeliydim. ne teklif edeceğimi ben biliyordum aslında ama ilk günden söyleyip de ürkütmek istemedim; arkadaşlık teklif ettim. aklımdaki 'hayatlarımızı birleştirmek' olsa da.

    arkadaşlık teklifimi kabul eden güzel bir kızla yürürken ne konuşulacağını bilmediğim için o meşhur salaklığın kurbanı oldum ben de; saklayacak değilim, teşekkür ettim. sonradan salakça gelse de o an nazikçe bir davranıştı bana göre.

    kızın cep telefonu olsa süper olacaktı çünkü yazılı anlatımıma daha çok güveniyordum. teklifimi kabul etmiş olabilirdi ama bu yetmezdi. bana aşık olmalıydı. onda cep telefonu olmamasına rağmen ben kendi numaramı verdim. işte kimilerince mucizelere inanmak olarak tanımlanan 'aşık olunan ilk kişi ile evlenmek' bizim için de mucizelerle mümkün olmuştu galiba. akşam bir mesaj geldi: "nasılsın? ya inanılmaz ama babam cep telefonu almış. ben de ilk mesajımı sana atayım dedim." (bkz: #2746780)

    aradan bol mesajlı, bol faturalı güzel günler geçti. artık şu lanet olası süreç hızlanmalıydı. hergün gördüğüm şu eli artık tutmalıydım ama doğal da olmalıydı bu; öyle zorlama bir romantizm istemiyordum. zaten çocuktuk daha, en büyük romantizmimiz okul çıkışı birlikte yürüyüp dondurma yemekti. bir ilişkide şans olacak, ilk el ele tutuşmamız tam istediğim gibi olmuştu. (bkz: yapılmış en güzel sürpriz/@terk edemeyen oglan)

    artık daha güzeldi her şey, daha yakındık. el ele tutuşmak gerçekten önemliymiş bir ilişki için. sokaklarda el ele tutuşarak yürüyebilmek için tenha yerler bulmalıydık. el ele tutuşmayı çok sevdiğimiz, yaşadığımız şehrin postacılarının bile bilmediği dar sokakları bizim ezbere bilmemizden belliydi.

    yaklaşık üç sene öpüşmek gibi bir düşüncemiz olmadı. benim vardı aslında ama, korkuyordum. kaybetmekten korkuyordum. ne kadar yanlış düşündüğümü şehrimize geç de olsa gelen pearl harborı izlemeye gittiğimizde anladım. saçma sapan bir köşeden seçtiğim koltuk için hiç mırın kırın etmemiş, kuzu kuzu gelmiş oturmuştu. o gün anladım ki, doğru filmi seçmiştik ilk öpücük için. tüm iştahıma rağmen "film de hemen bitti!" gibi bir şikayetim olmadı. yalnızca bir ara gözlerimi açıp perdeye baktığımda kocaman bir bombanın bir geminin tam ortasına doğru düşmekte olduğunu görünce "bu ne lan?" dediğimi hatırlıyorum. tabii ki içimden dedim bunu, yoksa ilk öpücük son öpücük olurdu.

    o günden sonra biz artık birbirinin bağımlısı iki insan olmuştuk. hayatımıza hep ilişkimize uygun yönler belirledik. üniversitelerimiz, bölümlerimiz, birlikte yaşadığımız şehir, birlikte yaptığımız yolculuklar, birlikte çalıştığımız tiyatrolar, birlikte üzüldüğümüz trafik kazaları, birlikte korktuğumuz ameliyatlar, birlikte hastaneye yatırdığımız anne babalarımız, birbirine karışan göz yaşlarımız, birlikte uyandığımız sabahlar, birlikte uçurduğumuz uçurtmalar... koskoca şehrin tüm elektriklerini kestiğimiz bile oldu birlikte. (bkz: yükseldikçe küçülen uçurtma olmak/@terk edemeyen oglan)

    ailelerimizi tanıştırdığımızda neler olacak diye korkuyorduk hep. gördük ki birbirimizi ne kadar çok sevdiğimiz dışardan da çok belli oluyormuş. bizden istekli çıktı onlar da. piknik oraganizasyonları, sarma partileri, kısır günleri, çeyiz sohbetleri gibi alaturka olsa da konular, onlar da kaynaştı birbirleriyle.

    aradan dokuz sene geçti ve o gözler gittikçe daha da güzel oldu. hep bana baktı ve kendisine hayranlıkla bakan bir çift göz gördü; o kadar güzel olmasa da bir ışık vardı benim gözlerimde de.

    evlenme teklif etmemiş olmama kırılmıyordur umarım. hep olduğu gibi doğal oldu bu karar da ama yine de içimde doldurulmamış bir ukte kalmasın diye güzel bir evlilik teklifi bulmam lazım. (hayır, sözlükten olmaz.)

    şimdi de geldi ve "ne yazıyorsun?" dedi. öptüm, "bitince oku" dedim. "tamam" dedi.

    (bkz: hatice/@terk edemeyen oglan)

    edit: ha bir de; (bkz: sevgilinin adını vücuda dövme yaptırmak/@terk edemeyen oglan)

    evlilik sonrası edit: 18.07.09'da yazmışım bunu, 06.03.10'da evlendik. 'kısa süre'ye bak! (bir de evlilik teklif edemeden öylece evlendik sap gibi ya!)

  • acı bir ölümle ölmüş çoban içeren video.

    ancak çoban en yapmaması gereken şeyi yapmış ve her seferinde başını yukarı kaldırmıştır.

    benim uzaktan bir akrabam da çok güçlü bir koçun saldırısına uğramış ancak ondan kurtulmuştu. ben de o anlattığı zaman öğrenmiştim, koç saldırısından kaçma şansı yoksa yapılacak en iyi iş dümdüz yere yatıp başı korumakmış. çünkü koç başını yere çok yaklaştıramaz, eğebildiği kadar eğip vursa da ayakta olduğu kadar güçlü vuramazmış. bu da kaçmak ya da bir şekilde kurtulmak için şans tanırmış.

    videoda da aynı durumu görüyoruz. adam yerdeyken koç saldırsa da ya kafaya vuramıyor ya da sağlam vuramıyor ama ne zaman doğrulsa doğrudan başına vuruyor.