hesabın var mı? giriş yap

  • fıstık gibi bir şey. çeşit çeşit yapabilirsiniz.

    en bilineni vişne. aslında yapımı en kolayı da vişne.

    o halde gelsin tarif...

    şöyle irilerinden bir kilo vişneye ihtiyacınız var. benim gibi deliyseniz tek tek seçmeye kalkıyorsunuz. ne kadar beresiz vişne, o kadar mükemmel likör.

    kabuk tarçınınızı da hazır edin. bir kilo vişneye iki ya da üç çubuk yeter. bıçakla ayırın ortadan çubuklarınızı, eğer kararma varsa kullanmayın. tadını bozabilir.

    biraz karanfil. mis gibi yapar karanfil likörünüzü.

    zencefil! o olmadan olur mu? olmaz!

    muskat da ekledim bu sene ben yaparken. valla harika oldu. o yüzden yazın oraya; "muskat"

    kakule pek bilinmiyor; değişik bir aroması var. eğer seviyorsanız biraz koyun. 10 - 15 diş yeter ama. çok yakışıyor bence.

    (kakuleyi daha önce denemediyseniz, küçük bir dişi demliğine atın. çay size tadı hakkında fikir verecektir.)

    azıcık da şeker. anneannem yarım kilo şeker koyardı bu tarife. ben şeker kullanmıyorum. eğer bir sebepten eve girmişse dayanamayıp çok az koyuyorum. şeker kullanıyorsanız koyun siz damak tadınıza göre.

    hani alkol? durun durun, yazacağım onu da.

    hazır mıyız? başlıyoruz o zaman...

    vişneleri yıkadık bir güzel. çekirdeklerini çıkarmadık, saplarını da atmadık. saplar hazır kıta bekliyorlar kavanoza girmeyi. sapları ve çekirdekleriyle birlikte bir kat vişne, bir kat şeker olarak kavanoza yerleştirdik.

    - malzeme listesine cam kavanoz yazmayı unuttum. 2 litrelik işinizi rahat rahat görür.-

    başladık yerleştirmeye…

    bir kat vişne
    bir kat sap
    biraz tarçın

    bir daha aynısı
    bu sefer tarçın yerine zencefil/karanfil/muskat/kakule.

    serpiştirin işte aralara. çok önemli değil bu kısmı.

    böyle böyle, şarkılar söyleye söyleye dizdik hepsini. kapağını kapattık kavanozumuzun, pek de kullanmadığımız bir dolaba yerleştirdik. karanlıkta olması lazım. çok sıcak da olmasın.

    bu kavanoz tam iki ay boyunca güzel likörümüze yuva olacak, ev rahatlığı sağlayacak…

    ama bu arada boş durmuyoruz, vişnenin suyu her yere dağılsın diye haftada bir kavanozumuzu sallıyoruz.

    of of of! iki ay sonra mis likör hazır!

    geniş bir kaba güzelce süzüyoruz. taneleri atmayın sakın, yiyin onları sevgi ile.

    içine biraz votka ilave ediyoruz. konyak da olur. bak, hangisinden istiyorsanız iyisinden alın mutlaka.

    zaten bunun ölçü birimi de sizin damak tadınızda. önce yarım su bardağı kadar koyup çok yavaş karıştırıp tadına bakın. sonra da azar azar ilave edin. her seferinde karıştırıp tadına bakmayı unutmayın. benim gibi bir kere de koca şişeyi boca etmeyin diye diyorum.

    sonra da alın likörlüğünüze, türk kahvenizin yanında afiyetle için her gece.

    ne kadar kolaymış di mi? :)

    afiyet olsun, pruvanız neta olsun! :)

  • kendisini desteklemesemde 20 yıldır ilk defa dış siyasette tayyip erdoğan’ın doğru karar verdiğini düşünüyorum.özellikle şu sözü “ne ukrayna’dan vazgeçeriz ne rusya’dan”
    abd ve küçük köpeği olan avrupa’ya çifte standart konusunda katılıyorum erdoğan’a.

    birgün erdoğan’la aynı fikirde olabileceğimi hiç düşünmemiştim hayat işte.

    neyse biz kendimize bakalım sonuçta avrupa,abd hepsi sınırımızdaki militanlara yardım ediyorlar.savaş avrupa’da olunca meee amk çocukları sizi.

  • ilk galata kulesi 5. yüzyılda romalılar tarafından yaptırılmış. döneminin en uzun kulesiydi, şu anki kule 67 metre uzunluğundadır.
    roma döneminde istanbul'da 14 mahalle vardı, galata bu mahallelerden biriydi. bu yüzden bu bölgede yapılan kuleye romalılar galata kulesi diyorlardı. roma döneminde (5.yüzyılda) galata bölgesi denizin o zamanlar kıyıya daha yakın olması nedeniyle deniz ticaretinde önemli bir noktaydı. romalılar da şehrin en önemli noktalarından biri olan galata'yı korumak ve sürekli gözlemlemek için galata kulesini yaptılar. bu kuleden şehirde olan bitenleri, insanları, kavgaları gürültüleri, yangınları, denizi, tekneleri yani her şeyi izliyorlardı.
    12. yüzyılın sonlarında romanın gücünü kaybetmeye başlamasıyla 13.yüzyılın başlarında cenevizliler buraya gelip galata bölgesini işgal etiler. cenevizliler burayı işgal ettiklerinde galata kulesi önceden çıkan yangınlar ve depremler tarafından harap olmuştu, ayrıca roma döneminde galata kulesi ahşaptandı. cenevizliler bu kuleyi yıkıp yeniden bir kule diktiler, ama bu sefer taştan kuleydi. tepesine de kocaman bir haç koydular ve "isa kulesi" olarak adlandırdılar. cenevizliler de bu kuleyi aynı romalılar gibi gözlem amaçlı kullanıyorlardı.
    1453 yılında fatih sultan mehmet istanbul'u işgal ettiğinde galata kulesinin tepesindeki haç'ı indirtmiştir ve adını gene o bölgenin adı galata olduğundan dolayı "galata kulesi" ne çevirmiştir.
    1500lü yıllarda çıkan büyük depremde galata kulesi yine harap olmuş ve 1700lü yıllarda son halini alacak şekilde inşa edilmiştir.
    osmanlı döneminde galata kulesi roma ve cenevizlilerin kullanım şeklinin yanı sıra hapishane olarak da kullanılmıştır (kanuni sultan süleyman dönemi)

    galata kulesi hakkında pek çok efsane vardır. bunlardadn en meşhuru roma efsanesidir:

    roma efsanesine göre galata kulesine ilk defa çıkan ve birlikte çıkan kız ile erkek mutlaka evlenirmiş. çiftlerden biri ya da ikisi, daha önce bu kuleye bir başkasıyla ya da yalnız çıktıysalar tılsım bozulurmuş.

    diğer meşhur efsane de masalımsı bir hikayedir.
    hikayeye göre galata kulesi ile kız kulesi birbirlerine aşıktırlar. fakat arada kocaman bir boğaz var, bu iki kule birbirlerine bakıp bakıp bişey yapamazlarmış. hezarfen ahmet çelebi galata kulesinden anadolu yakasında olan üsküdar'a uçarken galata kulesinin ısrarlarına dayanamamış ve galata kulesinin kız kulesine yazdığı mektupları yanına almış, kız kulesinin üstünden uçarken de mektupları kız kulesine bırakmıştır. mektupları alıp okuyan kız kulesi aşkının tek taraflı olmadığını anlamıştır ve daha da güzelleşmeye başlamıştır. kız kulesinin daha da güzelleşmeye başladığını gören galta kulesi de aşkının tek taraflı olmadığını anlamıştır ve sevinmiştir. aradaki kocaman boğaza rağmen bu iki kule yüzyıllara meydan okurcasına birbirlerine bakıp durmuşlardır.

    ayrıca; (bkz: #74177264) ( h. ahmet çelebi )

  • zorunlu edit: ustayı ayağına çağırdın diyenler olmuş. yok efendim eve gelmedi, vatsaptan foto ve video yolladık. eve gelemezmiş önce işi görmeliymiş. ayrıca işin uzunluğundan ve emeğinden bahsedilmiş. parçayı eve getirip takmamız 30 sn sürdü. (sıcak-soğuk ayarı yapılan kolun içinde bir parça idi) indirim yapabilir miyiz diye konuştuğumuzda akşam saatinde - ki saat 6 civarıydı- bu fiyatın normal olduğu, yarın ölü bir saatte çağırırsak ücreti 170 liraya düşüreceğini söyledi. 30 liralık farkı saate göre belirledi.

    az önce tecrübe ettiğim durum. duşa kabin su akıtınca tesisatçıyı aradım. baktı, 200 liraya olur anca dedi. biz de hırdavatçıdan 10 liraya parçayı aldık. kendimiz uğraşıp yaptık.

    el işçiliğine 190 lira alınır mı?!

    evinizde bozulan bir şey olduğunda siz yapın, uğraşın en azından. bu hırsızlara para kaptırmayın.

  • "en ufak detay benden soruluyor. sebze çorbasına koyulacak etin kuzu eti mi dana eti mi olacağından tutun, o gün hangi oyunu ne kadar oynaması gerektiğine kadar her şeyi hesaplıyorum." demiş bir röportajında.
    bu ünlüler de bi tuhaf oluyorlar çocuk sahibi olunca. dünya üzerindeki annelerin çok büyük bir çoğunluğu sizin bu bahsettiğiniz şeyleri fazlasıyla zaten yapıyorlar. bazıları yaparken farkına bile varmıyordur hatta. hayır anlamıyorum ki bu durumu büyütmek, abartmak neden? çocuğunun çorbasına kuzu eti mi dana eti mi konulacağına da biz karar vermeyelim bi zahmet yapıver yani.

  • "oğlumla evimin bahçesinde futbol oynarken ikimiz de en sevdiğimiz futbolcular olurduk. oğlum ben olurdu, ben de prim olurdum."

    arda turan

  • anne-baba boşanmıştır.

    baba - ben zaten anneni sevmiyordum çok.
    ben - e niye evlendiniz o zaman?!
    baba - beni soruyor mu hiç?
    ben - kim?
    baba - anan olacak kadın.
    ben - yok sormuyor.
    baba - zaten çok sevmiyordum.

    yeminle iki çocukla uğraşıyorum.

  • resmin bulunduğu oda, ressam velasquez'in alkazar kalesindeki stüdyosudur. bu oda, daha önceleri dünyanın en bahtsız insanlarından birisi olan kral 4. felipe'nin 17 yaşında ölen oğlu baltasar'a aittir. resimde görünen oda, 1656 yılında yani resimin yapıldığı tarihte içinde rubens'in resimleri ağırlıklı olmak üzere bir çok resim barındırmaktadır. tam karşıda duvarda yukarıda asılı duran iki resim de rubens'in çalışmalarının birer reprodüksiyonudur. yani, oda hayali değildir. mekan, gerçektir. ressamın bu resmin mekanı olarak bu odayı seçmesi, yani kralın biricik ölen oğlunun odasını seçmesi, hayatın yani o anda odada gerçekleşen an ile ölümün yani bir zamanlar yaşayan kralın oğlunun ölümünün bir kesişimidir. yaşam ve ölüm. gerçek ve reproduksiyon yani gerçek olmayan.

    velasquez, hayatı boyunca yaptığı resimlerde hiç bir zaman las meninas boyutlarında bir resim yapmamıştır. bu resim kendisinin yaptığı en büyük boyuttaki resimdir. las meninas'ta görülen kanvas ise büyük boyutlarda bir kanvastır. daha önce defalarca kral'ın ve kraliçe'nin resimlerini yapmış olan ressam, hiç bir resminde kral ve kraliçe'yi bu denli büyük boyutta bir kanvasta resmetmemiştir. arkada siluetleri yani bir nevi reprodüksiyonları görülen kral ve kraliçe'nin yansımalarının, velasquez'in o sırada resmini yapmakta olduğu kanvastan gelmesi ise geometrik olarak mümkün değildir. çünkü kanvas nerdeyse 30 derece açıyla aynaya açı yapmaktadır. işte bu nedenlerden dolayı resimde görülen resim, las meninas'ın kendisidir. yani arkası bize dönük olan ve bize gösterilmeyen resim de las meninas'ın kendisidir.

    kral ve kraliçe'nin yansımalarını geometrik olarak değerlendirecek olursak, kral ve kraliçe'nin aynadan yansıyabilmeleri için tam olarak kanvasın çaprazında ayakta durmaları gerekir. sanki resimde, kral ve kraliçe odaya aniden girmişler de o anda orada bulunan infanta margarita, nedimeler, cüceler ve yanındaki saray korumasına bir şeyler fısıldayan dul kadın- kendisi resmin yapıldığı tarihte yani tam olarak 1656'da kocasını kaybetmiştir- hepsi birden odaya giren kral ve kraliçeye bakmaktadırlar. aynanın yansıması kral ve kraliçe'nin odada bulunduğunu kanıtlar gözükse de, kral ve kraliçe'nin kesin olarak odanın içinde olduğunu kanıtlayan şey de kapının başında odaya girdiği yada çıktığı belli olmayan kişidir. bu kişinin adı jose nieto'dur ve kral ve kraliçe'nin saray erkanında her zaman yanlarında bulunan bir kişidir. eğer jose nieto odanın içindeyse, kral ve kraliçe de o odada bulunur. böylece kral ve kraliçe, odanın bizim görmediğimiz yüzeyinde bulunmaktadırlar. ancak geldikleri yönde odaya açılan başka bir kapı bulunmamaktadır. yine gerçek ve reprodüksiyon birlikte.

    bir başka nokta, kapının ardındaki boşluktur. ışığı kullanmayı çok iyi bilen ressam, nedense, aynanın üzerindeki yansımadan odanın açılan pencerelerinden odaya sızan ışığa kadar tüm aydınlatmayı mükemmel biçimde resmetmişken, kapının ardına kapının kenarındaki perde dışında hiç birşey çizmemiştir. sanki oda, boşlukta bir yerde salınıyormuş gibi odanın ötesini bomboş bırakmıştır. ki bu boyutta ve ayrıntıda yapılan bir resim için gözden kaçan bu ayrıntı, odayı gerçeğin dışında bir yere koyar.

    ve gözlemci. siz de bu resme bakarken bu resme dahilsiniz. çünkü resmin sınırları aynanın varlığıyla birlikte odanın içinde bulunan kral ve kraliçeyle birlikte aslında sizi de yansıtır. aynanın ötesinde duran bizler, gerçekten var olan bu odaya, bir resimden bakınca, aynanın öteki tarafındayızdır. tıpkı kral ve kraliçe gibi. ancak bizler değil kral ve kraliçe yansır aynaya. ancak velasquez, resimde tam olarak resmin odak noktasına yani bize bakmaktadır. sanki oradan bizi içeriye çağırmaktadır.

    resimde görülen kanvasta yer alan resmin kendisi de las meninas olduğu için, bu resim aynen michel foucault'nun dediği gibi reprodüksiyonun reprodüksiyonudur. aynada yer alan kral ve kraliçe'nin yansımasının tıpkı velasquez'in venus'ünde olduğu gibi blur olması, kral ve kraliçe'nin yani bir yerde iktidarın aslında sadece bir imajinasyon olduğunu anlatır. kanvas'ın yanında yer alan resmin içindeki nedimeler, infanta, cüceler ve dedikoducu ikili son derece net olarak görünürken, bakış açısının uzağında yer alan kral ve kraliçenin odadaki varlığını kesinleyen jose nieto ve aynadaki yansımalar o derece blurdur. ancak biliyoruz ki uzakta gördüğümüz aynanın içindeki kral ve kraliçe ve jose nieto net olsaydı, bu kez de hemen önümüzde duran ressam ve diğerleri blur görünecekti. ancak ressam aynen gerçek hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde duranı net olarak resmetmiş, uzakta duranı bir fizik kuralını gerçekleştirir gibi olsa da blur resmetmiştir. ancak tüm perspektifte yani evrendeki tüm objelerde blurluk bulunmaz. herşey aslında nettir.

  • açıldıktan sonraki yaklaşık dokuz aylık süreçte 1 şampiyonluk, 1 darbe, 1 terör saldırısı gören ancak henüz mağlubiyet görmeyen stadyum.

  • polislerden dayak yemiş bu sözü söyleyen hanımefendi.

    şimdi ben bir noktaya takıldım. olay hiç hoş değil tabii dayak, şiddet falan ama...

    hanımefendi olaydan sonra cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuş. cumhuriyet... savcılık... cumhuriyet...

    hani humeyni süperdi ablacım? hani atatürk'ü sevmiyordun? ne işin var senin cumhuriyetle; savcılık, mahkeme falan gibi hukuk devleti kurumlarıyla he? sevdiğin humeyni'nin ülkesinde aha da aynen böyle davranıyorlar insanlara, özellikle kadınlara. kimsenin de gıkı çıkmıyor, çıkamıyor. ne çabuk mızıktın da cumhuriyete mahkemeye falan sığındın bi onu de hele bakayım. bayılıyorsan humeyni'ye, sen de yediğin dayağı sineye çek otur bir köşede. ha polisten dayak yiyip de hakkını hukuk marifetiyle arama şansına sahipsen bu ülkede, kullanıyorsan bu hakkını, bunun atatürk sayesinde, cumhuriyet sayesinde olduğunu unutma.

    işine gelince sev, işine gelince sevme. olmaz öyle.