ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
uykusuz dergisinin paylaştığı ırkçı karikatür
-
uzatılan şey çay yerine muz olsaydı ırkçılık damgası vurulabilecek iken, sıklıkla kullanılan dudak payı kalıbını zenci dudağı ile birleştirmek ırkçılık değil ince görmektir..
ha ben zencinin olduğu yerde hiç ince görmedim derseniz bilemem..
rusya işgali ile mülteci olacak 5 milyon ukraynalı
-
mülteciliğin, sürgünün ne demek olduğunu bilmeyen ahlak yoksunları gelip ukraynalı kız şakası yaparlar şimdi. lokasyon vermek istemiyorum ama gördüğüm mültecinin dudaklarından kan gelerek param parça olmuş elleri, kıyafetleri ile 20 metreden gelen yoğun kokusunu hissederken hüngür hüngür ağlamasını gördüm.
kolanın mentos'la reaksiyonu
-
mentos'a gerek olmayan, kesmeşekerle de elde edilebilecek, kolanın içindeki suda çözülmüş karbondioksitin aniden açığa çıkması olayı. boşuna mentos'a para harcamayın. (bu kısmı mentos'a kapak olsun.)
ayrıca, diyet kola da gerekmez, soda da aynı işi görür, üstelik üstünüze başınıza sıçrarsa, yapış yapış olmazsınız. (burası da kolacılara kapak olsun.)
yeni evli çift aktiviteleri
-
eve misafir çağırıp yemek masasında selfie çekmek.
hazal kaya
-
bu kadının oyuncu olup bu işten para kazanabildiği dünyada herkes her şey olabilir, bu ne yeteneksizlik arkadaş.
tanım: gece gündüz sjwlik yapacağına niye kendini geliştirmiyor anlamadığım oyuncumsu, duyar makinesi feminist.
kasırga
-
kasırgalara hep kadın ismi verilmesi olayı kısmen doğru sayılabilir ancak durum gerçekte tamamen öyle değil. açıklayayım:
kasırgalar uzun süre, ta 1950'lere kadar isimlendirilmiyor aslında. abd'de kasırgaları birbirinden ayırmak için ortaya çıktığı yıllar ve düzenler kullanılıyor. haliyle bu sistem pek de mükemmel değil ve birçok karışıklığa yol açıyor. meteorologlar ve medya aynı anda birden fazla şiddetli hava olayını takip etmekte epey zorlanıyor.
dünyanın farklı yerlerinde, örneğin avustralya'da meteorologlar fırtınalara sevgililerinin isimlerini veriyormuş ikinci dünya savaşı'ndan önce. yani kadın ismi verme aslında 1950'lerden önce de varmış ama en şiddetli ve adını dünyanın en çok duyduğu fırtınalar hep abd'ye ait olduğu için sanırım 1950'lerden öncesi pek ciddiye alınmıyor.
zaten 1953'te abd'nin tamamen kadın isimleri kullanmaya başlamasıyla kasırgalara kadın ismi verme olayı tamamen yerleşmiş. abd yetkilileri, fırtınayla fonetik olarak daha iyi uyuşacağını düşündükleri kadın isimlerinin bir listesini yaparak onları kullanmaya başlamış.
meteorologlar tayfunlara kadın ismi verilmesinin nedenini ''çünkü tahmin edilmeleri, keşfedilmeleri zor; ne zaman ve ne kadar zarar verecekleri belli değil'' şeklinde açıklıyorlar. *
bu durum 25 yıl bu şekilde devam ediyor. feminist grupların artan itirazları sonucu 1978 yılında listeye erkek isimleri de ekleniyor; baş harfi q, u, x, y, ve z olanlar hariç. bir yıl içinde 21'den fazla sayıda kasırga olursa ekstraları isimlendirmek için yunan alfabesinden harfler kullanılıyor. yani bu kasırgaların isimleri kasırga yaklaşırken falan değil, çok önceden hazırlanmış listelerden sırası gelince verilen isimler. dünya meteoroloji örgütü bu listeleri altı yıllık yapıyor. yani altı yıl içinde gerçekleşecek kasırgaların ismi şimdiden belli.
sonuç olarak kadın ismi verilmesi olayı büyük bir tesadüf. en şiddetli kasırgaların isimleri tesadüfen sırası gelen kadın isimlerine denk geldiği için insanların ortak hafızasında bu yanılgıya yol açmış zamanla. en şiddetli, en çok zarar veren (ya da efsane) kasırgaların isimleri ise tahmin edilebileceği gibi emekliye ayrılmış durumda. (2023'te, 2017'deki kasırgaların isimleri, büyük olanlarının ismi çıkarılarak yeniden kullanılabilir halde olacak yani) hangimiz 2005'te new orleans'ı darmadağın eden katrina kasırgasını unutabilir ki mesela?
unutmadan, önümüzdeki kasırgaların isimlerine bu adresten bakabilirsiniz.
işte böyle sevgili sözlükçüler. bilgiyle kalın, esenle kalın efenim.
kaynaklar
http://mentalfloss.com/…-hurricanes-get-their-names
http://www.bbc.co.uk/newsround/41185315
bünyamin sürmeli, mavi misket, doğan yayınları / 2016
edit: bir iki anlatım bozukluğu düzeltildi.
arabada bulunması gerekenler
-
bagajda sürekli olarak battaniye bulundurmak tavsiye edilir. kışın beklenmeyen bir yerde arıza veya kaza yaparsanız yardımı olur. ayrıca köpek gibi büyük hayvanlara çaptığınızda onu battaniye ile sarmak ve taşımak gerekebilir.
türk insanının hobi sahibi olmaması
-
önce lümpenlik ardından sınıf bilincinin dini aidiyete tahvili
batıda da sanayi devriminin başlamasının ardından kırsaldan kentlere akın başlar. seri üretimle beraber, zanaatkarlar işçiye dönüşmüş ve gelirleri düşmüştür. şehirlerde, barınma problemi olan, fakir yığınlar birikmeye başlamıştır. artık şehirlerde yeni bir sınıf vardır: işçi sınıfı.
ingiltere'de işçi mahallesi
ingiltere'deki işçiler çok önemli bir talep ile gelirler: çalışma saatlerinin sekiz saat ile sınırlanması.
sekiz saat çalış. sekiz saat dinlen. sekiz saat eğlen
bu, 1. sosyalist enternasyonalin de en önemli talebi olur. firavunun kölelerinden beri en önemli işçi hakkı, boş zamandır. nitekim musa, insanlara şabat gününü müjdelemiştir.
19. yy kapanıp, 20. yy başlar iken, işçiler, çalışma sürelerinin sekiz saat ile sınırlanması için eylemler yapıyordu.
8 saat yürüyüşü
20. yüzyılın başında işçilerin boş zamanı, ideolojilerin kendilerini tanımladığı bir alan haline geldi.
misal nazi almanyası'nda, kraft durch freude (neşeden gelen güç) isimli bir devlet kurumu kurulur. bu kurum, işçiler için tenis kursları düzenlemekte, işyerlerinde işcilere dans ve tiyatro dersleri vermektedir. tahmin edersiniz ki bunların hepsi aslında birer küçük burjuva alışkanlığıdır. ve aslında fakir ve eğitimsiz yığınları, kültürel olarak orta sınıflaştırma çabasıdır.
dans dersi
sscb'nin en ünlü, bas bariton vokali leonid kharitonov, aslında kaynak ustasıdır. işçi korolarından yükselmiş, işçi korosu yetersiz kaldığında ise moskova konservatuarına yönlendirilmiştir.
leonid kharionov
amerika'da ise hollywood iş başındadır. benim ilk aklıma gelen film, piknik. bu filmin yarım saatinde kadrajda bir piknik sepeti vardır ve izleyicilere piknik sepetinin nasıl hazırlanacağı öğretilir. yine ikinci dünya savaşı sonrasındaki amerikan mecmualarına bakarsanız, "tekne almanın püf noktaları" gibi konular görürsünüz. bilal'e anlatılır gibi, sandal alırken nelere bakmalı, sandalla denize açılırken nelere dikkat etmeli, denize açılmadan önce ne gibi hazırlıklar yapılmalı gibi bilgiler yer alır.
piknik
ortadoğu'da ise aslında daha ilginç bir deneyim vardır. israil ve kollektif tarım köyleri olan kibbutzlar.
kibbutz
bu politik aygıtların tümü, aslında o fakir yığınları kültürel olarak orta sınıflaştırma görevini yerine getirmiştir. nitekim, türkiye'de de nazilli dokuma fabrikasının sinema salonu gibi devlet işletmelerinin sosyal tesislerini veya köy enstitülerini bu çerçevede görmek lazım.
ancak türkiye'nin "ırgata mandolin ne gerek" diyerek geri adım atması var.
20. yüzylılın ikinci yarısından sonra, köyden kente başlayan göç, lümpen yığınların oluşmasına neden olmuştur. atölyemde çalışan tornacı. delikanlı erzurum'un köyünden gelmiş. sanayi de zaten kadın çalışmıyor. zaten delikanlının mesai saatleri çok uzun. bağlama kursu gibi bir kültürel ihtiyacı da yok. hobiyi geçtim çok daha temel bir soru var: bu delikanlı karşı cins ile nerede tanışacak? becerebildiği tek şey pazar günü kartal sahiline gidip, sahilde yürüyen kızlara " senin amını bızırını yerim" diye laf atmak.
bunlar önemli farklardır. bir tarafta nazilli dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçi var. bugün izmir'deki fönlü saçlı cehapeli teyzeler, işte o dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçilerin kızları.
diğer tarafta ise kocaeli sakarya düzce şeytan üçgeni var. burası da sanayi bölgesi ama çıkardığı profil, sedat peker ve yeğenleri.
***
sınıf bilinci geliştirmeyen adamlar, müslüman oldukları için ezildiklerini savunur olmuşlardı. geldiğimiz noktada ise alamadığınız her sulu boya, her kamp malzemesi, minik berra'nın göz kamaştırıcı mevlidi şerifine gitmektedir.
ama ırgatlık o kadar içimize işlemiş ki, yüzyılın başına baktığımızda, gördüğümüz plaj fotoğraflarındakileri istanbul'un kalburüstü takımı olduğunu düşünüyoruz. gerçekten diğer insanların denize girmesini engelleyen şey, maddi olanaksızlıklar mı yoksa kültürel fark mı? ben bundan o kadar çok emin değilim.
plaj
--- ırgatın mandolin çalması ---
bir işçinin, yaptığı işe kendinden bir şey katabilmesi için aynı zamanda kendisini de yeniden üretebiliyor olması lazım.
alman sanayisi dendiği zaman aklınıza sadece otomotiv geliyorsa yanılıyorsunuz. bunun içinde üretimi gerçekleştirebilmek için kullanılan alet ve edevatlar da yer almakta. würth veya pferd gibi firmaların katologlarını açtığınızda ıncığın cıncığını yapan parça görüyorsunuz. bunlar masaüstünde tasarlanmıyorlar. bu alet ve edevatlar, üretimi yapan, bizzat bu aletleri kullanan ustaların geri bildirimleri ile şekilleniyor.
dolap beygirine çevirdiğiniz adamdan, ne işe kendisinden bir şey katmasını ne de size geri bildirimde bulunmasını bekleyemezsiniz.
edit: badim frombillericay türkiye'deki halk evlerini atladığımı hatırlattı. haklı.
gamze özçelik
-
e hadi bu kız çocuğu kötü ingilizce konuşuyor...sen de buzda dans izliyosun arkadaşım?
hangisi daha kötü?
#başörtümekimsedokunamaz
-
an itibariyle zirveye oturmuş twitter hastag'i. kimse dokunmazken yine neden atarlandılar anlayamadım.
25 ekim 2015 saatlerin 1 saat geri alınamaması
toplantı set edip bölüme meeting request göndermek
-
(bkz: sucuk satıyoruz lan biz)