hesabın var mı? giriş yap

  • istanbul büyükşehir belediyesi (ibb), kente 6 bin yeni taksi kazandırılmasını içeren yeni taksi sisteminin ayrıntılarını meslek temsilcilerine tanıttı. boykot kararı alan istanbul taksiciler odası toplantıya katılmadı.

    1 ceylanın 40 aslan tarafından parçalanması toplantısı (bkz: swh)

    tanıtım sunumunun ardından ibb genel sekreter yardımcısı orhan demir, ulaşım daire başkanı utku cihan ve toplum ulaşım hizmetleri müdürü barış yıldırım soruları yanıtladı. bu sırada zaman zaman gerginlik yaşandı. istanbul taksiciler birliği başkanı irfan öztürk söz alarak “bu salonda 10 tane taksici yoktur. bir ceylanın 40 tane aslan tarafından parçalanmasının toplantısı bu. sanki 5 bin taksi kararı kabul edilmiş gibi sunum yapıyorsunuz. kaç tane taksici var salonda? bu söylediklerinizin hangisini istediniz de yapmadık. korsanların burada ne işi var? her şeye varız ama anlattıklarınız bizimle alakalı değil. hayatımızı ortaya koyarız alınmamış kararların alınmış gibi gösterilmesine izin vermeyiz” dedi. genel sekreter yardımcısı orhan demir de toplantıyı düzenlerken tüm taksi odalarına ve derneklerin çağrı yaptıklarını belirterek “ne yazık ki diyalog isteğimize rağmen istanbul taksiciler odası başkanı toplantıyı boykot edilmesi için taksicilere çağrı yaptı. taksiciler de uydu. gelmediler” dedi.

    edit 21.10.2020 - başkanın açıklaması: https://dai.ly/x7wyjj9
    ibb başkanı ekrem imamoğlu, ibb’nin yeni taksi uygulamasını tanıtmak için düzenlediği toplantıyı boykot eden ve “onay vermiyoruz” açıklaması yapan istanbul taksiciler esnaf odası’na tepki göstererek “bir kere, kendi yetkilerini aşan bir açıklama olmuş. istanbul’da hangi sivil toplumda, odada görev yapıyorsa, herkesin başımızın üstünde yeri var. herkesle, her zaman görüşürüz. ama herkes yetkisini bilecek” dedi.

    -------------------------------------------------------------------------

    ibb'nin istanbul'da uygulamak istediği yeni taksi sistemi zeytinburnu'ndaki çırpıcı sosyal tesisleri'nde yapılan sunum ile tanıtıldı. ibb ulaşım daire başkanlığı tarafından yapılan sunumda verilen bilgilere göre plaka kiralamasına dayalı yeni sistemin sahibi ibb olacak. işletmecinin kim olacağı ihale ile belirlenecek. işletmecilik bireyselden kurumsala dönüşecek. istanbulkart, kredi kartı, online, qr ve nakit ile ödeme yapılacak. aplikasyon kullanımı zorunlu olacak.

    özgün araç tasarımı

    londra örneğinde olduğu gibi şehre özgü kimlik kazandıracak bir araç tasarımı planlanıyor. güvenlik ve hijyen için şoför ve yolcu kabinlerini standart seperatör ile ayrılacak. panik butonu, araç içi bilgisayar, takip sistemi, kamera gibi sistemler olacak. araçlara çocuk emniyet kemerleri zorunluluğu da getiriliyor.

    engelli erişimine uygun

    filonun belirli bir yüzdesinin elektrikli araç ya da hybrid olması koşulu söz konusu. en azından sıfır araçlarda işletmecilere filolarının belirli bir oranının engelli erişimli olması koşulu ve buna uygun araçların özgün tasarım kapsamında değerlendirilmesi planlanıyor.

    yaş sınırı 21

    ulaşım akademisi ile taksi şoförlüğü standartları belirlenecek ve kapsamlı bir sınav sürecinden geçirilecek. verilen lisans, 5 yılda bir yeniden sınava girilerek yenilenecek. şoförlerin yaş sınırı minimum 21 olacak. puanlama sistemi ile şoförlerin gelirinin arttırılması da sağlanabilecek.

    vardiya ve sabit maaş

    taksi şoförlerinin çalışma saatleriyle ilgili bir düzenleme yok. 24 saat aralıksız çalışan şoförler olduğu tahmin ediliyor. yasal mevzuata uygun vardiya ve sürelerde şoför çalıştırılması da model içinde mevcut. sektörde çok sayıda aktör olmasından dolayı gelirin sadece yüzde 13'ü şoföre kalıyor. şoförlerin ekonomik koşullarının da iyileşmesi amaçlı sabit maaş + prim şeklinde çalışma modelleniyor. en az asgari ücret tutarında sabit maaş olacak. sigortalar düzenli olarak işveren tarafından ödenecek.

    çağrı sistemine geçilecek

    çağrı sistemi ile vardiya doluluk oranlarının artması amaçlanıyor. çağrı sistemi ile yolcu bulma kolaylaşacak boş dolaşma azalacak. araçların tepelerinde doluluk oranlarını belirtir tepe lambası olacak. idare tarafından ortak kıyafet belirlenecek. temel ingilizce aranacak. kalite takibi denetimi toplu ulaşım yönetim denetim ekibi tarafından yapılacak. örneğin kısa mesafe yolcu almama da denetim listesine alınacak.

    https://www.ibb.istanbul/news/detail/37344

  • bir dolu safın ekşi sözlük şikayet butonunu kullanmasına vesile olmuştur. hukuki yola başvuracağını söyleyenler, olayı ciddiye alanlar, aptal aptal konuşanlar. sizin keyfiniz için ben 80 adet mail okumak zorunda mıyım? başvuranların bir kısmının sözlük yazarı olduğu düşüncesindeyim ayrıca.

    şu ana kadar iki şikayetçi facebook hesabını deaktive ettiğini belirtti.
    ayrıca 25i üzerinde(bunu da saymayı bıraktım) şikayetçi, oltaya geldiklerini anladıktan sonra özür mektubu gönderdiler, kendilerini takdir ettim.
    bir şikayetçi internette başka bir sitede kendisini sapık dolandırıcı diye afişe edildiğinden bahisle, o siteyi de kapatın diye talepte bulundu.
    okuduğum kadarıyla(artık okumuyorum) üç şikayetçi ana avrat dümdüz gitmiş, bir adet ölüm tehdidi, bir adet "anasını göndersin" talebi bulunmakta.

    sayı 80' in epey üstüne çıkmış durumda. (400' ü çoktan geçti sanırım an itibariyle)

    bu yazıyı okuyabilecek kadar başlığı takip etmiş sayın şikayetçi okurlar. allah aşkına hemen atlamayın, herkes kendi profilini görüyor, kimsenin bir başkasını afişe ettiği filan yok. şikayetlerin bir kısmı o derece komik, hatta bazıları o kadar feci ki, kitap yazsam en çok satanlara girer eminim.

  • son 10yılda vatanadaşlık alanların vatandaşlıklarını ya iptal edersin yada sıkı bir test sonucu kalırlarsa iptal edersin.

    a'dan z'ye tüm mültecilere yapılan yardımı kesersin

    ekstra vergilendirmeye tabi tutarsın

    yetmedi faturalarına yurtta kalma bedeli eklersin

    zorunlu askerlik getirirsin

    bak bakalım kendileri geldikleri gibi gidiyor mu?

  • bu kafasızların anlamadığı şey şu ki, sen floransa'nın çakıl taşına kadar her şeyini getirsen bile sivas'a, oranın zihniyetini getirmediğin (dahası o entelektüel birikimi yıllar içinde oluşturamadığın ) sürece bir bok olmaz. sadece sivas mimari açıdan şuan olduğundan daha güzel olur ama turizm merkezi olmaz.

    inşaat ya resulullah zihniyeti anca sizin gibi çomarlara işler.

    debe editi : (bkz: turkcell hatlarımızı iptal ediyoruz kampanyası)

  • sürekli süregelen bir harekettir. bilirsiniz bizim milletimizde hedefe ulaşmak için yapılan her şey mübahtır. sırf yer kapacağım diye, ya da ayakta rahat bir konum elde etmek için kapı açılır açılmaz saldırır bu kitle. birde asıl komik olan, gençleri terbiyeden ve görgüden yoksun olarak addeden 65 yaş civarı olan saygı değer yaşlılarımız bu metro kapıları açılınca millete omuz atan bir usain bolt'a dönüşüyorlar. hedefe kitlenmiş terminatör misali koltuklara yöneliyorlar.

    birde elinden geldiğince inen insanların bitmesini bekleyen insanlar var, onlar da bu öküz kitlenin hareketlerini görünce yaptıkları şeyden hiç haz almıyorlardır eminim. "ulan adam gibi bekledik, tüm yerlere onlar kondu" algısı elbet oluşuyor bilinç altında. he insanlık yapmanın verdiği huzur vardır belki, onun da sabahın köründe okuluna işine giden uykusuz insanların pollyanna genleri o saatlerde çalışmadığı için pek etkili olduğunu düşünmüyorum.

    insanlık yapmanın, düşünceli olmanın ve kurallara uymanın gerizekalılık, saflık olarak değerlendirildiği bu güzelim ülkemde, üç kağıtçılık, çakallık ve şerefsizlik alkışlandıkça, onaylandıkça bu durum siksen değişmez kardeşlerim. yer kapacağım diye maymunlaşmayın yeter.

  • sen doğduğundan beri ben hiç parasız kalmadım. sen bana hep uğurlu geldin.

    şimdi ben bunu bir anlatayım, ilerde açar açaar okurum.

    seneyi tam hatırlamıyorum ama 2001 falan, babamın işsiz olduğu zamanlar, iş aramak için dışarıya çıkmış cebinde 10 lira parası var, ankarada bütün gün dolaşıp iş aramış. dönerken de işportada satılan kitaplar var, harry potter’in ilk kitabını görüyor, çocuğa ne zamandır kitap alamadım diye düşünüp ne olduğunu falan bilmeden 10 lirasının 7’sini işportacıya veriyor. çok mutlu oluyorum. 10 yaşındayım. durumumuzun da farkındayım ama, yine de çok mutlu oluyorum, çok da mahçup.

    ertesi gün beni gazete almaya gönderiyor, milliyet almam gerekiyor ama kalmamış, eve gazete almadan gidersem üzülür, belki de kızar, o bana okuyacak bir şey almış, ben de ona alayım diyip star gazetesi alıyorum. eve geliyorum. babam gazetede bir iş ilanı görüyor. evimize çok yakın, yürüme mesafesinde. bir gideyim, görüşeyim diye çıkıp gidiyor. yarım saat sonra eve geliyor, beni çağırıyor yanına, işe aldılar beni, yarın başlıyorum, sen doğduğundan beri işsiz kalmama rağmen hiç parasız kalmadım. sen bana hep uğurlu geldin diyip sarılıyor. 10 yaşındayım, çok mutluyum, babam da çok mutlu. 29 yaşındayım, çok mutluyum, babam da hala öyle.

    edit : debeye giren ilk entry’m babamla ilgili oldu. çok mutlu oldum, hepinize teşekkürler (bkz: gülücük).

  • satranç iki şekilde oynanır. klasik satrançta her iki tarafa da hamleleri için makul bir süre tanınır (diyelim ki hamle başına 1dk veya tüm oyun için 30dk). bir de hızlı satranç vardır. o da kendi içinde üç gruba ayrılır ama hızlı satranç deyip geçeyim şimdi. hamle başı 1sn zamanın vardır yahut oyun başına 3dk. müthiş zevkli bir şeydir. izlemesi ayrı, oynaması ayrı keyif. önce ezberden başlarsın. rakip de ezber cevaplar veriyorsa bir süre ezbere konuşursunuz. anatoli karpov falan değilsen en fazla 7-8 hamle yapabilirsin böyle ezberden. heybedekilerin bitmeye başladığını sezince ufaktan ateş basar. düşünmeye de zaman yok. biraz sezgi, biraz talih, biraz üslup (hırçın mısın, garantici mi; galibiyet mi istiyorsun sansasyon mu vs.), biraz tecrübe ve biraz da bilmediğimiz başka şeyler sonucu belirler. aslında klasik satrançta da sonucu bunlar belirler ama sezginin, talihin payı klasik satrançta çok çok daha azdır. ben bu kadar şeyi niye anlattım? konuyu müziğe getireyim diye. müzikte de bir kompozisyon vardır, bir de doğaçlama. doğaçlama da bir kompozisyondur ama doğaçlamada düşünme payı yoktur veya çok sınırlıdır. kompozsiyonla doğaçlamanın kıyası avrupa sanat müziği ile caz müziğinin kıyasına benzer. birinde esas olan kompozisyondur ötekinde doğaçlama. kompozisyonlar yazılı olageldikleri için tetkiki mümkün veya daha kolaydır. bu yüzden kompozisyonun tarihini takip etmek mümkündür ancak doğaçlamanın izini olsun olsun 100 sene sürersin. ne demektir bu? biri bilime dönüşür/dönüşebilir öteki buraya varamaz. arada bir birileri çıkar tutar sürükler ama yok, varmaz. varmaya niyeti yoktur çünkü. iz sürmeyle bilimin ne alakası var peki? bunu yeni paragrafta yazacağım.

    bilim nedir? tdk tanımını yazayım, adettendir: "evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim"

    ne kadar berbat bir cümle değil mi? anlamak için üç kere okuyorsun. cambridge tanımının birebir tercümesi:

    "the careful study of the structure and behaviour of the physical world, especially by watching, measuring, and doing experiments, and the development of theories to describe the results of these activities"

    kusura bakmasınlar ama onlar da bok gibi anlatmış. hiçbir lezzeti yok cümlenin. neyse konu bu değil, yani işte diyor ki "deneye, gözleme dayanan" bir şey. benim takıldığım ifade "düzenli bilgi" ifadesi. çok doğru bir yere parmak basılmış aslında. çünkü ben bilimin tanımında şu kelimeyi aradım sözlüklerde: aktarım. nafile. bulamadım. sanırım düzenli bilgi ile "aktarım"a atıfta bulunmuşlar. o yüzden dedim doğru bir yere parmak basmışlar diye. çünkü gözlem ve deneye dayanan fakat bilim sayılmayan pek çok şey sayabilirim. fırıncılık mesela ya da turşuculuk. kim söyleyebilir ki bunların gözlem ve deneye dayanmadığını? hatta aktarım da var bunlarda öyle değil mi? fakat bu aktarım usta-çırak veya baba-oğul vasıtasıyla aktarılan bir bilgi. metinden yoksun bir bilgidir yani. sözden ibarettir, kaydı yoktur. doğaçlamayla bir tutulabilir. oysa ilahiyat gibi deneyden uzak bir "disiplin"e bilim deniyor. neden? çünkü yazılı metinlerden oluşan ve aktarılagelmiş bir corpus'u var. müktesebat diyelim buna. ilahiyatı bilim yapan işte bu müktesebattır. peki turşuyu gıda mühendisine yaptırsak bilim olur mu? olmaz. olsa olsa bilimsel olur. burada üzerine uzun uzun düşünmek gereken tuzak bir nüans var. şiir ile şiirseli, sanat ile sanatsalı nasıl ayırırsın birbirinden? şıp diye ayırırsın ama nasıl ayırdığını kelimelerle anlatmak zor iştir. ben beceremem ama anladınız değil mi söylemek istediğimi? mesela ismet özel'e göre rosa luxemburg'un sosyalizmi algılayış biçimi şiirseldir. çünkü bu hanım dünya cennetinin kapılarını zorla açmaya yeltenen, safdil, pervasız, hayalperest biridir. oysa bir şair olan mao'nun (şairliği tartışılır o ayrı ama sonuçta şiir yazan biridir) sosyalizme yaklaşımı ne kadar ölçülü, hesaplı ve şiirsel olmaktan uzaktır. fakat şiir başka şeydir. bilim de öyle. avrupa sanat müziği'nin kendine has müktesebatı, külliyatı vardır. pek çok eser, kuram tetkik edilmiş; didik didik eşelenmiştir. müzikoloji denen bilim de bu yüzden avrupa sanat müziğinin bağrından doğmuştur. bu müziği kendine rehber edinerek diğer müzikleri anlamaya, konumlandırmaya çalışır. klasik türk müziği üzerindeki tartışmaların kahir ekseriyeti de ("sen arel-ezgi sistemini savundun", "savunmadım" gibi...) bu müziği avrupa sanat müziği'nin ölçüleriyle kavramanın zorlukları yüzünden ortaya çıkar. lafı çok uzattım, bağışlayın. aslında şunu demek istiyordum; zaman düşünceyi, düşünce tasarıyı, tasarı tasarıları, tasarılar tasarılar hakkında fikirleri, fikirler kuramları, kuramlar tetkikleri doğuruyor ve tüm bu mahsül bir külliyata dönüşüp aktarılıyor. işte buna bilim denir. zamanın doğurduğu şeyi parçalarına ayırıp eşelemektir bilim. karanlık yer bırakmama niyetindedir. uçuculukla savaşır, her şeyi kaydetmeye ve aktarmaya çabalar. bu çok kıymetli bir iştir. ne şüphe. fakat bilimin hakim olduğu bir dünyadan daha sıkıcı ne olabilir ki? yapay zekaların bestelerini dinlediğiniz bir gelecek düşünün. bilimin hakim olduğu dünya kadar sıkıcı olan bir başka dünya da dinin hakim olduğu dünya olsa gerek. avrupa'da dinin yerini sanat aldı denebilir. bir asır evvel oldu bu iş. kilise ve soyluluk avrupa için tarih oldu. aile, cemiyet, millet gibi mefhumlar burjuva değerleri olarak görüldüler, küçümsendiler ve yerlerini globalizm, ilerlemecilik, çevrecilik, toplumsal cinsiyet rolleri falan aldı. şimdi bunlar da dogmalara dönüşüyor, hatta dönüştü bile. dinden farksızlar artık. günümüzde iklim krizinin varlığı hakkında yapılacak bir tartışma, 12. yüzyılda tanrının varlığı hakkında yapılacak bir tartışmadan daha istisnai bir durum olsa gerek. roger pielke, judith curry, patrick moore... bu isimlere bir bakarsınız. iklim değişikliği veya krizi hakkında farklı fikirleri vardı, beyan ettiler ve kısa zamanda camiadan aforoz edildiler. bu saydığım isimler hakikaten çok renkli, akıllı insanlardır. muhakkak tanımalısınız, okumalısınız. neyse, yani çevrecilik, gender studies falan bir bilimden ziyade dine benziyor. fakat kabul etmek gerekir ki bu yeni dinler bize eskisinin verdiği heyecanı vermiyor. ne itaatin tadı kaldı ne isyanın. sanat? dinsiz bir sanatın da tadı kalmadı. doğaçlama sezgiyi diri tutmak için elimizde kalan şeylerden biri. bu yüzden bunu "akademik müzik" kadar önemsiyorum. ve sonunda yazının başı ile ilinti kurabileceğim; doğaçlama ve hızlı satranç arasındaki benzerlikten söz etmiştim. peki ikisi arasındaki ayrım ne? cevabı kolay, birinde rakip var ötekinde yok. bu şu demek; birinde başarının kriteri belli ötekinde muğlak. iyi doğaçlamayı kötü doğaçlamadan nasıl ayırırız? ya da bunun iyisi kötüsü nedir? bunu cevaplamak için "doğaçlama nedir" diye düşünmek gerek. tanımlarda mutabık olmadan yani kendimize bir kerteriz bulmadan yol alamayız.

    benim doğaçlamadan anladığım şey "önceden hazırlanmamış yanıt"tır. ister santur taksimi olsun, ister serbest doğaçlama olsun, fark etmez. önceden hazırlanmış tüm yanıtlar kötü doğaçlamadır bana göre. ezbere konuşanı şak diye anlarsın zaten. ha ama uzun havalar, gurbet havaları falan vardır mesela. bunun kalıbı bellidir ve çok dardır. o dar kalıpta içtenlikli bir cümle söyleyebilmektir esas olan. tarihe geçen konuşmaların hiçbiri prompter'dan okunmamıştır diye tahmin ediyorum. düşünceyi bertaraf etmek ve hissi, duyguyu, sezgiyi, tutkuyu aktarabilmektir esas olan. bu çok dar bir kalıpta bile yapılabilir. örnek: piçolu osman'ın tüm doğaçlamaları. geniş ölçekteki en iyi örnek ise eric dolphy'dir. eric dolphy'nin en iyi doğaçlamacı olduğu gerçeği benim için tartışmaya kapalıdır. öyle yüksek bir teknik ve zeka var ki içtenlik aramayı falan bırakıyorsun. asla yorulmayan ve asla tökezlemeyen, insanüstü bir çalım. tökezleyen müzisyenin sığınağı tekrardır. bir kalıp bulursun hemen (lick) ve birkaç kez yinelersin, böylelikle düşünme zamanın olur. sanki ararken "bulmuş" gibi yaparlar. yok. bir şey buldukları yok. sadece dinleniyorlar. pat martino'nun umbria caz festivalinde attığı meşhur bir solo vardır. bana göre iyi bir doğaçlamadan, iyi bir müzikten çok iyi bir espridir bu. ikinci dakikanın ortalarında bir kalıp bulur ve bunu bir dakika boyunca 40 kere falan tekrarlar. bu espriyi ben daha önce duymuştum. lionel hampton'a eşlik eden illinois jacquet'ten. tadında ve ağırbaşlı bir mizah. bu esprinin kötü bir varyasyonunu tony lakatos'tan dinleyebilirsiniz. şüphesiz en kötüsü ligeti denen düzenbazın 1 numaralı musica ricercata'sı ve elliott carter denen sahtekarın nefesli sazlar için yazdığı etütlerden biridir. doğaçlama falan olsa kötü espri diyeceğim ama yok, bunlar kompozisyon. son paragrafa geçmek ve bitirmek istiyorum. bu paragrafın konusu da serbest doğaçlama olacak.

    serbest doğaçlama galiba 1960-1970 civarı ortaya çıktı. daha önce de vardı da adı o zamanlar kondu. serbest doğaçlama hakkında konuşurken hep geriliyorum çünkü bunda bir hiyerarşi yok. "herkes yapabilir". herkes, her şey eşit falan. e öyle olunca bunun performans sanatı denen garabetten farkı kalmıyor. bunun bir ölçütü, kritiği falan olmalı ki iyiyi kötüden ayırt edebilelim. siyah ve beyaz değildir her şey tamam fakat bu siyah-beyazlığı her şeyin gri olmasına tercih ederim. derek bailey'den bahsetmek istiyorum. pek çokları tarafından serbest doğaçlama gurusu olarak görülür. yalın bir dille söylemek isterim ki derek bailey berbat bir müzisyendir. değerli bir fikir adamı olabilir ancak yaptığı müzikte saygı duyulacak bir yan yok. ilginçtir, dadaizm (türkçesi "ahmak şaşırtan" olabilir) denen zırvanın bulaşmadığı pek az şey vardır, bunlardan biri de müziktir. bulaşmıştır ancak nüfuz edememiştir. derek bailey, zeena parkins, ikue mori, kato hideki vs. vs. bu isimleri müziğe nüfuz edememiş performans artistleri olarak görüyorum. japonlar serbest doğaçlama konusunda bilhassa kamikaze gibiler. çılgınlıkları ve hırçınlıkları beni bunaltıyor fakat nadiren çok acayip şeylere de denk geliyorum. çok sevgili bir dostumun önerisi ile hirokazu yamada'nın kozan albümünü dinlemiştim. nutkum tutuldu. nefis bir şey. işte doğaçlama diye buna derim. boş laf yok, ilgi budalalığı yok, gösteriş yok. içten, zekice, zarif ve ağırbaşlı. düşünmen için pay bırakan bir müzik. mesela don cherry'nin bir albümü vardır where is brooklyn diye; adama nefes aldırmaz, gırtlağından yakalar. bunun karşı kutbunda da supersilent var. kuzey cazı denen ve cazla hiçbir münasebeti olmayan soysuz bir müzik türü vardır. bu grubun üyeleri de bu bataktan çıkmışlardır. teknik becerileri vasatı aşmaz ancak haddini hududunu bu kadar iyi bilen, tayin eden başka grup yoktur. kendilerine çizdikleri çerçeve içerisinde fevkalade iyi işler çıkarırlar. "serbest doğaçlama dinlemeye nereden başlayayım?" diye soranlara ilk önerileceklerden biridir. neden başlangıç müziğidir bu? çünkü anlatıcı bir müzik değildir. ezgi bir şey tarif etmez. duyulan sesler bir doku oluştururlar. ne çalan ne de dinleyen yorulur. hızlı satranç izlerken veya oynarken hissettiklerini hissetmezsin bununla.

    yazıyı burada bitirmeye karar verdim. yoksa diyesim dinmeyecek gibi.

  • "varoş mekanlarda eller havaya yapmak" kitabımızın 76. sayfasında bulunan rehberdir.

    öncelikle herkes kitabın ön sayfasını açıp baksın, çünkü en geç 2010 tarihli olmalı basım yılı kitabın.

    evet,

    ders1: ikilemeler, tekerlemeler, kulak aşinalığı olan yerel söylemler

    örn: baş ucumda portakal olsan ilaç olurdun bana(portakalı soydum baş ucuma koydum)

    ders2: esnaf ağzı hölölöyler, lololar, savuşturma tarzları

    örn: tartacak bir şeyim yok, sinek avlar bu halim(boş bakkal taşak tartar, sinekli bakkal ve müthiş uyum)

    ders3: baskılı söylemler, bağlaçlı-edatlı tekrarlar

    örn: döneceksen dön, boş kaldı bak defterim, seveceksen sev artık veresiye sevgilim(yine bakkal ağzı var burada)

    ders4: kalple ilgili şeyler söyle prim yapar hep

    örn: kalbim tezgah altı, bir tek seni istiyor, zamlar devam ederse o mahşeri bekliyor.

    şimdi bakalım neler çıktı;

    baş ucumda portakal olsan ilaç olurdun bana
    severdim yarım yarım, sıkardım ara sıra.
    kalbim çarpar oldu, hep turuncu turuncu,
    kimseler dokunamaz, pütürlüdür vücudu.
    tartacak bir şeyim yok, sinek avlar bu halim,
    yarım kilocuk da olsa, yine benimsin sevgilim.

  • bilmesek bunların bir yakınına sarhoş bi şoför çarpti da öldürdu sanacagımız poz.