hesabın var mı? giriş yap

  • kazandığı parayı harcaması bile ukalalık olarak görüldüğüne göre, bu ülkenin kadına bakış açısında kat etmesi gereken daha çooook yol var azizim.

  • epifiz bezinin (bkz: pineal gland) beynin alt katmanlarında bulunması, oluşumunun beynin en eski dönemlerine tarihlendirilebileceğini gösteriyor. vücudun en temel rutin işlerinin bilgilerinin ulaştığı ve yönlendirildiği bir merkez olarak hayati bir öneme sahip olan bu merkez (veya muadili) yalnızca insanlarda değil, bütün omurgalılarda mevcut bildiğim kadarıyla. gözden gelen sinyallerle doğrudan ilişkili bu merkez, evrimsel sıralamada insana göre daha alt basamaklarda bulunan canlılarda, ışığı doğrudan alan, fotoreseptörlere sahip bir nokta halinde görülüyor. halen bazı sürüngenlerde ve balıklarda, hayvanın kafatasından tepeye doğru bakan minicik bir boşluktan kendisini görebilir(miş)siniz.

    evrimbilimciler, ilk canlılardan itibaren ışığın algılanması ve organizmanın kendisini buna göre yönlendirmesinin çok önemli bir gereklilik olduğunu söylüyorlar. nitekim ışık demek, enerji demek. hepimiz güneş enerjisiyle çalışıyoruz, su yakmıyor bu motor değil mi efendiler? (tamam, tamam, sülfür bileşiklerinden enerji üreten, yerin dibinde volkan ağzında yaşayan canlılar da var, hemen kızmayın. ) canlılığın çok büyük bir kısmı güneşe bağımlı iken, ışığa duyarlı algı sistemlerinin gelişmemesi beklenemezdi herhalde. işte epifiz bezinin kökeni de buradan geliyor.

    "dış dünya"dan gelen ışık bilgilerini algılayıp kendisini ona göre ayarlayan ilkel organizmalardan günümüzdeki insan gibi gelişmiş canlılara doğru gelindiğinde, dış dünyadan kopup yalnızca organizma içinden gelen bilgilerin değerlendirildiği bir merkeze dönüştüğünü görüyoruz epifizin. özellikle vücut sıcaklığını kendi bünyesinde ayarlama şansı olmayan, güneşe doğrudan bağımlı sürüngen gibi canlılarda, azalan ışık ile düşen çevre sıcaklığı arasındaki korelasyondan yararlanılarak ışığın şiddetine göre "çık ortaya çılgın at"tan "derhal bir kovuğa gir az sonra adım atmaya dermanın kalmayacak"a uzanan kararlar için çok önemli bir merkez olduğu muhakkak. bu bakımdan periyodik düzenlemelerle ilgili önemi daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. sıcakkanlı canlılar için ise; diğer canlılarda tıpkı dış dünyadan gelen sinyallerin yorumlandığı bir merkez olması gibi, bir iç dünya'dan (bkz: bünye) sağlanan bilgilerin yorumlanarak önemli dengelerin korunduğu bir merkeze dönüşmüş. o halde duyu organlarından gelen sinyaller, bir epifiz bezine göre dış bir dünyaya aittir, denilebilir mi? denilmişi var: (bkz: otonom sinir sistemi ve tersyüz evren)

    "kardeşim başlık üçüncü göz, sen anlatıyorsun epifiz!"; toparlıyorum. bir çok canlıda kafatasının tepesinde olan bu merkez, özellikle sıcakkanlı canlılarda kompleksleşen sinir sisteminin içinde kalmış; ve antik ama hala çok önemli görevler sürdüren bir düzenleyici haline dönüşmüş. hatta insanlarda yenidoğan bebeklerde kafatasının bir kısmının tam sertleşmemiş olmasının (bkz: bıngıldak) bu geçmişle bağlantılı olduğu ileri sürülüyor. önceleri (çok önceleri) açık olup, sonradan kapanan bir oyuğa sebep olan bu merkez, üçüncü göz şeklinde bir çok inanışa sebep olmuş. işin ilginci, görülüyor ki gerçekten de burası bir nevi gözmüş bir zamanlar. ama bu durumda, yaşına başına saygı duyarak kendisini "birinci göz" diye nitelememiz daha yerinde olacaktır. (bkz: tevellüt kaç)

  • gün itibariyle geçen bir haber. ki garipliğini geçtim, sanırım bir üniversitede olup olabilecek en saçma sapan olaydır. üniversite, besyo'yu yedekten kazanan 22 öğrenciyi "asıllar kayıt olmadı, gelin" diye çağırıp, 1.5 ay okuttuktan sonra "ya asıllar kayıt yaptırmış aslında, bilememişiz biz" deyip ilişkilerini 1 günde kesmiştir. ve aslında işin cidden acı tarafı bu 22 öğrencinin tamamı başka okulları kazanmış olmalarına rağmen kayıtlarını sildirip ege'ye geçmiş olmalarıdır. şimdi bu öğrencilerin tamamı hem eski kazandıkları okullardan olmuşlar, hem de 1 seneleri tamamen çöpe gitmiştir. düşündükçe sinirlerim zıplıyor.

    hayır bir de bu üniversite daha geçenlerde üniversite kalite ödülü almamış mıydı? neyin kalitesi bu? ki üniversite hakkında sözlükte yazılanlar bile ne kadar acemice ve de lakayt bir şekilde yönetildiğinin de kanıtı gibi duruyor.

    olayla ilgili geniş haber için: http://www.cnnturk.com/…ip.olay/634865.0/index.html

    http://gundem.milliyet.com.tr/…fault.htm?ref=fblike

    edit: aslında baştan yazmak istememiştim ama artık yazmak istiyorum. bu 22 öğrenciden biri de kardeşimdir. çocuk o kadar zorlukla girdi ki şimdi ne yapacağını bilemiyor. pazartesi dava açacaklarmış. askere gidicem davadan sonuç çıkmazsa diyor. yaktınız gül gibi çocuğun hayatını. ulan küfredicem ama edemiyorum.

  • bu devleti yönetenlerin ayıbı. guvenilirliklerini kaybetmeleri muhalefetin suçu degil. tüik in enflasyon oranı işsizlik aciklamalari malum covid döneminde açıklanan sayılar malum. bunun gibi birçok örnek varken kimse neden inanmıyor diyemezsin
    ayrıca devlet değil akp nin açıklamaları olacak.

  • kendi evlerinde nedense hiçbir sıkıntı yaşamayan arkadaşlar, yurda gidince ayilip bayılmaya başlıyorlar.

    sebebi ne? sevgilisiyle kavga etmiş, "bak ben ne kadar üzüldüm de hastaneye kaldırıldım" diye story paylaşacak.. babasının evinde yapamaz bu hareketleri...

  • muhtar köye gelen milletvekiline “iki büyük problemimiz var.” der.
    milletvekili: “lafı mı olur muhtar, söyle halledelim.”

    “birinci sorun” der muhtar “köyde sağlık ocağı var ama doktor yok.”
    “hemen sağlık bakanını arayıp hallediyorum.” der milletvekili. cep telefonuna çıkarıp birisiyle konuşur.

    “tamam, doktor yarın sabah burada olacak. ikinci sorun neydi?”
    muhtar: “köyümüzde hiçbir cep telefonu çekmiyor.”

    debe editi: du bist eine komplette enttäuschung.

  • sovyetler birliğine şeytan'ın yaptığı bir geziyi anlatan bir bulgakov romanı. 20. yy.ın en iyi romanlarından biri sayılmasına karşın, ülkemizde çok az bilinmektedir.

    rusçası master i margarita, ingilizcesi'nin doğrusu the master and margarita'dır.

    sovyet sisteminin eleştirileri arasında, tartışmasız en önemli kabul edilen kitaptır. 1940'da tamamlanmasına karşın, 1966 ya kadar basılmamıştır. bulgakov'un bu romanı 1928'de yazmaya başladığı söylenir. yasaklı olduğu rusya'da 80'lerin sonuna kadar basılmamıştır.

    kitabın başında, şeytan, berlioz adlı edebiyat dünyasından bir kimseyle konuşması, ve bu kişinin kafasının kopacağını bilmesiyle başlar. berlioz'un arkadaşı bezdomniy (evsiz), olaya tanık olur, ancak yaşadıkları yüzünden bir tımarhaneye gönderilir. burada, usta adlı karakterle tanışırız. usta, pontius pilate ve isa'nın konuşmalarını anlatan bir kitap yazma sürecinde tımarhanelik olmuştur. bu kitabın bölümleri de master i margarita'da yer almaktadır.
    birinci bölümün en güzel anlatlılarından biri voland'ın kara büyü şovu yaparak, moskova'nın elitlerinin açgözlüğünü, kibirini ve düzenbazlığını gözler önüne sermesidir.

    ikinci bölüm, usta'nın aşkı olan margarita ile ilgilidir. margarita voland’la bir anlaşma yaparak, cadı haline gelir. olaylar gelişir.

    kitabın anti-sovyet eleştirisinin başarısını anlamak için hem bu ülkenin sistemini, hem de bulgakov’un kişiliğini ve durumunu bilmek gerekir. her ne kadar hayal gücü çok yüksek olsa da, kitap aslında kökenlerini bulgakov’un dindar yönünden alır. sistem eleştirsinin ötesinde kitap iyi-kötü, masumiyet-suçluluk, cesaret ve korkaklık, baskıcı bir dünyada bireyin özgürlüğü ve tabii ki aşk ve sevgi temalarıyla iliglidir. aslında herşeyin yanı sıra, özellikle ikinci bölümüyle usta ve margarita çok güzel bir aşk hikayesidir.

    kitap goethe’nin faust’undan yüksek derecede etkilenmiş olup, açılışında da buradan bir paragraf alıntılamıştır.

    magazinsel olarak, herkesin favori karakteri genelde ya voland’dır ya da begemot adlı şeytani kedidir.

    hayatın farklı dönemlerinde okunması, her defasında yapılan farklı yorumlarla okuyucunun kişisel gelişimine de ışık tutabilir. tekrar okunmaya değecek nadir kitaplardan biri olamsı bir yana, on senede bir okunması farzdır.