hesabın var mı? giriş yap

  • allah çirkin şansı versin derler; tipsizliğimin en avuntu duyduğum yanı da bu sözdür. hatta züğürt tesellisi olarak kullanırdım ama gördüm ki hem tipsiz hem şanssızım arkadaş.

    pisuvarda çişimi yapıyorum çok afedersiniz. içerde dayanılmaz bir koku var; ki tarifi mümkün değil. bi baktım finans müdürü çıktı içeriden, valla ben öyle sıçsam insanlığımdan utanırdım. ama herif hiç bir şey olmamış gibi ellerini yıkadı, çıkarken de göz kırptı.
    pisuvarda işim bitti tam ellerimi yıkamaya gidiyorum, genel müdür girdi içeriye. göz göze geldik. bu arada dışarının temiz havasından sonra tuvaletin havasını soluyunca rengi falan değişti:
    - hay maşalllaaah... ahmetcim neden bu kadar zayıf olduğunu anlamış olduk böylece.
    - efendim maamut bey? (ihale bana kalıyor yavaş yavaş)
    - düşük yapmışsın diyorum, geçmiş olsun iyi misin?
    - ehehe iyiyim, sağolun.

    aradan 1 hafta geçer, tuvalet kapısında yolumuz kesişir. genel müdür geçen hafta burnunun direklerini sızım sızım sızlatan kokuyu anımsamış olacak ki; iç çekerek "neyse" der, arkasını dönüp ofise doğru yürümeye devam eder.
    bense arkadan melül melül bakarak;
    - "ben yapmadım miki yaptı" diyip, işemeye giderim.

    hiç gereği yok ama editi: 850 kişinin çalıştığı bir japon fabrikasında, genel müdürle aynı tuvaleti pisleyebilirsiniz.
    hatta hatta bu firmanın japonya'dan gelen ceo'su ile yan yana çişini yapan arkadaşım var* :)

  • hakkındaki en güzel tanımı okudum geçen gün; türk kızını aya göndermişler, ilk adımı aydan beklemiş.

  • afyon'da "kudret" adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan cüneyt mollaoğlu, 1950 yılının mayıs ayında bir trene binerek eskişehir'e doğru yola çıkar... cumhuriyet'in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, cüneyt bey'in yanına kütahya garı'nda bir kız çocuğu oturur. cüneyt bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır.. akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, "evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme.." ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz, cüneyt bey'e dönüp "siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?" diye de sorar..
    çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, "sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?" der. konuşulanları duyan cüneyt bey gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından "okumayı seviyor musun?" diye sorar. tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
    cüneyt bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider cüneyt bey'in. "peki," der, "yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? eğer uygun görürsem gazetede basarım. ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir."
    bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu, masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır. kız çocuğu, "nereden, nasıl daktilo bulacağım?" diye düşünürken bir gün kütahya'da, adliye önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır. küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve "benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?" diye sorar. "tamam," der arzuhalci, "ama 2 lira alırım."
    2 lira o zaman büyük bir para, hele ki bir çocuk için.. ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur.. ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. o kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında "gülten dayıoğlu" yazmaktadır..
    gülten dayıoğlu, "kudret" gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. ne gariptir ki dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
    gülten dayıoğlu ailesiyle beraber istanbul'a gelir ve ortaokula başlar. türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. bir gün, türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. öğretmen ders anlatırken müfettiş, gülten dayıoğlu'nun yanına oturur. ders bittiğinde, sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen gülten dayıoğlu'nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. "biliyor musunuz müfettiş bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak."
    müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: "madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim."
    gülten dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar. o gün derse giren müfettiş, reşat nuri güntekin'dir...

    sunay akın

  • bunu yapan kişiler genelde dosyanın kısayolunu yollayıp: "aa bende çalışıyordu" derler.

  • - asalet doğuştandır, sonradan kazanılmaz... zorlamayın çok yapmacık duruyor:)

    evet burada ibretlik bi cümle görüyoruz. burada kezban kendini asil, eşi benzeri bulunmaz bi prenses sanıyor. habitatında kimsenin ondan üstün olamayacağını üstü kapalı bi şekilde belirtmiş. kezbanlar, yapmayın... bi başınızı kaldırıp etrafa bakın.

  • en büyük bug'larımdan biri sanırım. ayağıma giydim miydi bir çift bot, birden şu sanıyorum kendimi. sanki köpek sürüsü saldırsa lapslaps çiğneyeceğim hepsini. göktaşı düşse, gelişine patlatacağım bir tane. tanrı yüksek tabanlıları korusun.

  • hogwarts'ta işlerin ne derece kirli işlediğini gözler önüne seren bir gerçektir.

    --- spoiler ---

    bilindiği üzere harry potter'in ilk senesinde bölüm kupasının sıralaması şöyleydi;

    1. slytherin 472 puan
    2. ravenclaw 426 puan
    3. hufflepuff 352 puan
    4. gryffindor 312 puan

    bu sıralamaya göre bütün hogwarts süslenmiş, bütün odalar "saldır yılanım" flamalarıyla bezenmiş, her yer şanlı slytherin'in yeşili ve siyahı boyanmış, taraftar şampiyonluk kutlamalarına başlamışken tutuyor bu alçak hogwarts müdürü hiç bir kurala kanuna dayanmayan tamamen sikinin keyfine verilmiş puanlarla gryffindor'u şampiyonluğa ortak ediyor.

    bütün sene haşaralılıklarıyla herkesi hayatından bezdiren, değerli hocamız severus snape'a, öz beöz slytherin çocuğu malfoy'a ve camiamıza ağza alınmayacak hakaretler eden hermione-ron-harry üçlüsüne sırayla 50, 50, 60 puan vererek adeta ulu orta kayırmacılık yapıyor.

    ama işte allah'ın sopası yok. hesabını iyi yapamamış olacak ki bunak herif, şikeyi bile doğru düzgün yapamadan iki takımı 472 puana eşitlemiş oluyor.

    bundan sonrası daha da evlere şenlik. kürsüde konuşurken yaptığı hatayı anlayan dumbledore, son bir kıvırmayla bütün sezon yokları oynayan nevile'e 10 puan daha yazıyor.

    bu tiyatroya itirazlarıyla adeta çılgına dönen slytherin taraftarına ise hiç kulak asılmadan flamalar filan bir büyüyle değiştiriliyor.

    böylesine şaibeli ve ahlaksız bir sonuçtan bile utanmayan gryffindor takımı ve bilhassa harry potter, sözüm ona tarafsız dumbledore ile objektiflere poz vererek kupayı kaldırıyor.

    buradan bu tiyatroyu kınıyorum. ve slytherin'in alnının akıyla kazandığı kupasının geri verilmesini talep ediyorum

    --- spoiler ---

    edit: bugün gryffindor'un yanında olan hufflepufflu ve ravenclawlı kardeslerime sesleniyorum; bu ateş üflemekle sönmez. adaletini bozduğunuz kantar birgün sizi de tartar.

    edit2: arkadaşlar gerçek şampiyon slytherin'imizin asıl renklerinin yeşil gümüş olduğunu biliyorum. o seneki deplasman formasının yeşil-siyah olmasından ötürü öyle söyledim. siz bu algıcı gryffindor yosmalarına aldırmayın.

  • zımba gibi beyanat. yemin ediyorum başlığa tıklarken birisi başbakanı övmek için "dünyayı güneş değil adeta başbakan aydınlatıyor" dedi sandım.

    işin kötüsü de şu: böyle olsa şaşırmayacaktım.