hesabın var mı? giriş yap

  • mustafa kemal atatürk'ün tedavi için gittiği karlsbad'da askeri, siyasal, sosyal kavramlarla ilgili görüşlerini belirterek tarihi olaylar üzerinde değerlendirmelerde bulunduğu; 1918 temmuz ayını kapsayan toplam 5-6 defterden oluşan anılarıdır. eski yazı ve fransızca yazılan bu anıların birinci sayfası 30 haziran 1 temmuz tarihi ile başlıyor. anılarda tedavi süreci, türk ailelerle çeşitli otellerde görüşmeler, memleket sorunları, sosyal konular, askerlik ve savaşlar hakkında konuşmalar vardır.

    atatürk'ün 28 temmuz pazar günündeki anılarının sonu şöyle bitiyor."karlsbad'da geçen günlerimin anılarını bütünüyle ve olduğu gibi bu deftere geçiremedim. bunun iki nedeni var, birincisi yeterince yazı yazmak için vaktim olmadı. ikincisi ise, her düşündüğümü, her yaptığımı, yani bütün fikirlerimi ve hayatımla ilgili sırları bu deftere nasıl emanet edebilirdim. hatta bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimal pek yakın bir günde yok etmeyecek miyim? şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, anılarımı toplayan bir derlemem yoktur."

    yok edilmemiş olan anı defterlerini, 1931 yılında tarih çalışmaları sırasında çankaya'daki köşkün kütüphanesinde bulan afet inan, bu defterleri atatürk'e gösterdiğinde onun çok duygulandığını ve ileride yayımlayabileceğini söyler. defterlerden yalnızca altıncı defter bir sayfa olarak viyana'da yazılmıştır. diğer defterler ise günü gününe tutulmuş hatta dr. vermer'in uygulayacağı tedavi ve alacağı ilaçlar da saatleriyle birlikte not edilmiştir.

    türk tarih kurumu yayınları arasında olan kitabın bir bölümünde atatürk ve dr. vermer'in ilk görüşmesi şu şekildedir:
    "doktor gıda sorununu düzenlerken ekmek konusundan da söz edildi."
    "tabii beraberinizde un getirdiniz" dedi.
    "hayır" dedim. "
    "o halde burada ekmek bulamayacaksınız, çünkü hükumet yalnız yerlileri doyurmakla zorunludur, yabancıları değil."
    atatürk; "öyle ise doktor, benim burada oturmaklığıma imkan yoktur. hemen yarın memleketime döneyim. bizim memleketimizde yabancılar yerlilerden daha çok harcamada bulunmaktadır. ben de hükumetim katında yabancılara ekmek verilmesine engel olunmasını önereyim."

    "dr. vermer bu sözlerden sonra ekmek sorununun halledilmesi için gerekli kolaylığı sağlayacağını söyledi.'

  • ''uber san francisco'da doğmuş bugün benim askerime silah sıkan afrin'de askeri şehit eden hainlerin ürediği yerdir''

    hacı altındaki arabayı, elindeki telefonu ve kullandığın bilgisayarı at bir köşeye sonra konuşalım.

    belki o zaman ciddiye alabilirim seni.

  • en en en en uyuz olduğum insan olmayan hasta. çünkü bunun bir de daldıktan sonra içeride hasta olduğunu görüp aval aval odanın ortasında dikileni var. bekler öyle, hastayla konuşmanızı dinler, muayeneyi izler. feyz almaya gelmiş, belli. çıkması için uyarınca da mırmırmır birşeyler sayıklar kendi kendine. muhtemelen sövüyordur. sürü psikolojisine de bağlıyorlar uyarmazsanız. bakıyor biri odanın ortasında dikiliyor, benim başım kel mi diyerek o da dalıyor içeri, derken bir bakmışsın odada 10 hasta, dışarıda bekleseler sıra gelmeyecek çünkü, muayenehanenin içinde beklemeli, evet.

    ama bugün bir teyze içimin yağlarını eritti. oturdu teyze, önce umreden geldim yavrum diyerek hurma hediye etti bana. sonra tam derdini anlatmaya başlayacak, laaaps, daldı içeri bir tanesi. az önceki pamuk gibi teyze döndü buna, verdi kalayı verdi kalayı, benim de dudağımın kenarında böyle gevşek bir gülümseme belirdi, ooooh dedim, yapıştır teyze!

    çok kıl oluyorum size.

  • ucak yolculugu sirasinda degil de sonrasinda sinir eden olaylarin basinda, ucak yolculuklari ustunden fakir edebiyati yapilmasi geliyor.

    40 liraya yurtici, 20 euroya yurtdisi seyahat yapiyorsun, artik bu bir statu sembolu degil ki bunun muhabbetini yapanlar seni ezmeye calisiyor olsunlar.

    tis arkadaslarim ayda ortalama 15-20 kere ucuyorlar. yoneticilerim icin bu rakam muhtemelen 30'dur. george clooney'nin up in the air filmindeki gibi bir hayati yasayan milyonlarca insan var: her gittigim havaalaninda, otelde goruyorum; yanyana ama yalniz basimiza kahvalti eder, konusmak yerine laptoplarimiza bakariz. klon ordusu degil de drone ordusu.

    tabii bu kesim de yine gorece azinlik. ama kriteri, ne bileyim, senede en az bir kez ucmaya cektigin zaman bir anda yuz milyonlara ulasiyorsun.

    her gun avrupa havasahasindan 30 bin ucak geciyor. bunun mukemmel gorselini kacirmayin bu arada.

    bir yandan istanbul dunyanin en cok direkt baglantili hubi, bir yandan da hala bunu bir statu sembolu olarak gorecek kadar dunyadan kopuk vaziyetteyiz. gelir dagiliminin boktanligi ve agir calisma sartlari elbette bunda buyuk rol oynuyor. ama acliktan agzi kokacak kadar fakir olmayan herkes senede bir kere ucabilir.

    ***

    ucak yolculugu sirasinda sinir edenler:

    -ter kokusu. artik iyice bosverdim, ter kokanlara koktuklarini soyluyorum. milletin ortasinda rezil edercesine degil, sadece onlarin duyabilecekleri sekilde. boyle birseyi samimice birinden duymak insanlarin daha once tecrube ettikleri birsey olmuyor, sasiriyorlar. sadece o sasirmaya deger.

    -bebek aglamasi. yapacak birsey yok. kulaklari tikaniyor basinctan, acamiyorlar ve bu onlara aci veriyor. sakin aglamayi duymamak icin kulak tikaci filan kullanmayin buna karsi, sonra basinc degisikliginde kulaginiz tikali kalir, zar yirtilmasina kadar yolu var.

    -namaz sov yapanlar. bunlari iki uc kez uyarip, sona kargo bolumune kapamak lazim. ucak turbulansa girecek, pilot ikaz vermis, salak hala koridorda dua ediyor. hava bosluguna dussek, 80 kiloluk vucudu bir kalas gibi birinin boynunu kirabilir.

    -ucak iner inmez ayaga kalkanlarin nesli giderek tukeniyor. en son ne zaman gordugumu hatirlamiyorum bile. ama ucak taksi yapar yapmaz piston assagi indi moduna girenler hala onemli bir demografi. bunlara hitap eden bir parti kursak akpyi deviririz. kapinin acilmasina en az 5, yurumeye baslamana 10 dakika var. ecis bucus duracaksin oyle, agzinda onundekinin cantasi, kicinda arkandakinin gitari. ilk defa ucanlari tenzih ederim ama onlarin orani yuzde 5-10'tir tas catlasa, geri kalanlarin da birkaci baglantiya yetisecekler ve o kazanacaklari 10 saniyeye ihtiyaclari var desek, her ucusta duzinelerce insan dusunmeden davranan suru hayvanlari olduklarini kanitliyorlar.

    -elektronik aletlerin tum ucus boyunca, ucus modu dahil, kullanimini yasaklayan havayollari. ucakta calismak imkansiz oluyor.

    -arkasina bakmadan zart diye koltugu yatiranlar. bacagima vuruyor, elimde icecek olabilir, vs. bunlara bir iki saniye sure veriyorum, hani bazen koltuk kontrolsuzce yatiyor, belki donup geri alirlar diye. tinmiyorlarsa, direkt tekmeliyorum koltugu. sonra donup bana cemkiriyorlar. diyorum "ya ben otobuste senin kucagina otursam, sen de beni itince "ama efendi gibi derdinizi anlatsaniz, niye itiyorsunuz" desem?". o vakitten sonra insan gibi konusmaya basliyoruz. insan gibi diyalog olmazsa, bilin bakalim kim kazaniyor? toplu tasimanin altin kurali sudur: arkandakiyle arani bozarsan gotu kaybetmeye mahkumsun.

    -gecikmelerin nedenini aciklamayan pilotlar. psikoloji ogrenmiyorlar mi? tabii ki gecikmemizin suresini degistirmeyecek aciklamalari, ama havayolu acisindan asil sorun gercekte beklenilen sure degil, yolcunun algiladigi gecikme suresidir. ve sen birine gecikmesinin nedenini aciklamazsan, o algilanan gecikme suresi gercek sureden fazla olur. bunun hakkinda dunya kadar deney var. havayollari da dunya kadar parayi pazarlamaya harciyorlar. bir yerde bir kopukluk var.