hesabın var mı? giriş yap

  • günümüz futbolunun geldiği nokta brezilya gibi kreatif adamların olduğu bir ülkeyi bile yemiş, bitirmiş. artık futbol üç günde bir maç yapan, tamamen fiziğe dayalı, bir nevi robotik futbolcular istiyor. ama biz eski futbol romantikleri ronaldo, rivaldo, ronaldinho, beckham, inzaghi, batistuta, bergkamp, klinsmann, figo, recoba, del piero, hagi, zidane hatta higuita gibi adamları izlemek istiyor. daha birşeyler anlatmak istiyor ama anlatamıyorum, yinede ne demek istediğimi anlayan birileri olduğunu düşünüyorum.

    edit: bu arada yanlış anlaşılma olmasın, biz futbol sevdalıları 0-0 bitmiş lecce - cagliari maçını bile banttan izleyebilir, ondan bile ara ara keyif alınabilecek kısımlar bulabiliriz. bu yazı sadece izleyenlerin gözlerindeki pası silen, atlet gibi sağa sola yardır yardır koşmaktan ziyade bir nevi sanat icra eden eski ikon futbolculara duyulan bir özlemdir.

    eskiden bırakın büyük ülkelerin büyük futbolcularını, romanya'nın, şili'nin, bulgaristan'ın, nijerya'nın bile sahaya çıktığı vakit tüm gözleri üzerlerinde toplayan, sahada şovunu yapıp, "ulan ne futbolcu be dediğimiz" ikonları, efsaneleri vardı.

  • abd'nin dünyaya sıçıp bıraktığı sjwliğin insanlığı getirdiği son noktadır. ulan herif balkona tırmanmak ve camını kırmak için merdiven ve taş getirmiş, üstüne elinde mutfak bıçağı var, sen hala " ımı bık muhammad bı cık yınlıs" de. daha merdivendeyken ittirip sonra "tırmanmaya çalışırken düştü" diyeceksin.

  • geçen sene, mayıs ayı. bir otelde müdürlük yapıyorum. yaz sezonu için personel takviyesine ihtiyacımız oldu.
    kariyer.net'e falan ilan verdik.

    " ön büroda çalıştırılmak üzere; en az lise mezunu, iyi derecede ingilizce bilen, sezonluk elemanlar alınacaktır.
    tekirdağ şarköy x otel "

    cv'leri bizzat değerlendirip, 2 kişiyi görüşmeye çağırdım.
    bu görüşmelerin ilki. 25 yaşlarında, turizm otelcilik mezunu, diksiyonu düzgün ve tecrübeli bir arkadaş. ismi fırat.

    patronumuz, fırat ve ben ofisteyiz.
    çalışma saatleri ve iş yoğunluğu hakkında bilgilendirme yaptık, fırat'ın referanslarını ve geçmiş iş tecrübelerini değerlendirdik ve görüşmenin bizim için en önemli kısmına geçtik.

    -let's continue in english.

    +i dont want to speak better english than my director and annoy you. as you wish, we can give up.

    ( yani diyor ki; bence bu kısma hiç geçmeyelim. eğer ingilizce konusunda benimle sidik yarıştırmaya kalkarsanız, sizi kızdırabilirim. iyi düşünün.)

    -ehehe okey. ( korktum lan, bildiğin korktum. patronumun gözünden düşmekten, iş görüşmesine gelen bir çocuk tarafından rezil edilmekten korktum. çaresiz sustum.)

    fırat'ı işe aldık.

    1 hafta sonra; büyük çoğunluğu belçikalı, bir kısmı ise ingilizlerden oluşan bir turist grubu geldi.
    fırat'ı ara ki bulasın!!

    ya tuvalete girmesi gerekiyor, ya da ailevi bir telefon görüşmesi yapması lazım.
    turistler lobideyken, fırat'ı bulmak imkansız.
    kopuk uçurtma..

    - fırat bir sıkıntın mı var?

    + yok müdürüm herşey yolunda.

    - ingilizce bildiğine emin misin?

    + i dont want to speak better english than my director and annoy you. as you wish, we can give up.

    - hiç bilmiyorsun di mi lan?

    +we can give up.

    adam tek kelime ingilizce bilmiyor lan, tek kelime..
    iş görüşmesine gelirken, bir cümle ezberlemiş gelmiş.
    yalnız zekasına hayran kalmamak mümkün değil. işe yaradı mı? yaradı..

    savunması da komik..

    -ne bileyim müdürüm. şarköy'de turist ne gezer diye düşündüm ben.

  • tarafları dinlemeye gerek yok arkadaş, neyini dinleyeceğim. birisi müşteri, diğeri hizmeti veren. müşterisinin kafasında sandalye kıran mekana gidilir mi? hesap 850 gelmiş, kişi başı normalmiş. peki bu içmedikleri şalgam suyunun parasını almayı haklı gösterir mi? hayır.

    55 yıllık aile işletmesiymiş, yok adını arkasındaki koy'dan almış. bunlardan kime ne, bize ne. hesapta olmayan bir şeyi, hesaba eklemiş bu mekan. sonra da, müşteri ne kadar bağırır çağırırsa (ki haklı), alttan almak yerine , sen de efelen, sonra kavga çıksın ve 7 kişinin üstüne (bayanlar da var sanırım), 20 kişi çullan.

    ayıp kardeşim ayıp. 55 yıllık aile işletmesinin düştüğü durum bu işte. bu işletmeyi savunan arkadaş da, biz seviyoruz gelseniz de gelmeseniz de demiş. bence merak etmeyin, sizde bu yaklaşım devam ettiği sürece zaten yavaş yavaş kimse gitmez o sizin adanıza. evet sizin adanız ya orası, memleketin bir adası değil, sizlerin adası. sonradan şöhreti bulmuş, ne oldum delisi restoranların milleti kazıkladığı sizin adanız, sizde kalsın.

    tanım ; adalıların çok sevdiği 55 yıllık aile işletmesi ama müşteri dövüyorlar.

  • sayın sözlük ahalisi, bir insan sizi nasıl reddedince memnun olacaksınız? bunun bir formülü var mı? bence yok. reddedildiğin ya da terk edildiğin müddetçe hep karşı tarafı suçlayacaksın.

    bugüne kadar on bin tane terk edilme hikayesi dinlemişimdir. hepsinde terk eden pisliğin tekiydi terk edilenin gözünde. bunun doğru bir yolu yok, maalesef. eski sevgili/eşinizin gözünde -terk etme şekliniz nasıl olursa olsun- alçağın teki olacaksınız.

    flört etmeye çalışan kişiyi kırmadan reddetmenin de bir formülü yok. ne diyelim? fok balıkları çok yalnız falan mı? üst üste mesajlar atıyorsunuz dönmüyor, görüşmek istiyorsunuz zaman ayırmıyor ve siz hala anlamazdan geliyorsunuz. ısrarlarınıza dayanamayıp bir açıklama yapmak zorunda kalıyor ama sizi yine memnun edemiyor. o sizinle sevgili olmadığı için her türlü suçlu yani. neden? çünkü mükemmelsiniz ve her göz koyduğunuz insan sizi sevmek zorunda! hayır, değil. kendinize göre harikasınız belki ama birilerinin hiçbir şekilde ilgisini çekmiyorsunuz ve bunun nedeni sevilmeye değer olmamanız değil, sadece karşı tarafın tipi değilsiniz, hepsi bu.

    belli ki korona günlerinde herkes sanal yolları zorluyor. benimle de yıllardır tanıdığım fakat arkadaşlıktan öte bir diyalog kurmadığım bir sürü insan flört etmeye çalıştı bu ara. ne diyeyim mesela bu tiplere? yapmaya çalıştığı şeyi anlamazdan gelip, onunla her dakika yazışmaya/konuşmaya vaktim olmadığını söylüyorum ben de. özgüveni kırılmasın diye ‘kişisel alma lütfen,’ diyorum. bana ne yahu! insan olarak sevsem de duygusal manada hoşlanmamışım demek ki. ne var bunda? hoşlanmadığım bir insanı kırmamak için kırk takla atmak zorunda mıyım?

    sonuçlarına katlanamayacak olan aşk meşk işlerine heves etmesin bence. ulan benim için öldüğünü sandığım insan arkasına bakmadan çekip gitti, beni bir daha hiç merak etmedi, öldüm mü, kaldım mı, nasıl baş ettim, hiç düşünmedi. yine de ‘demek ki sevmemiş, keşke sevseydi ama sevmediği halde yanımda kalsa daha mı iyi olacaktı?’ dedim, hayatıma devam ettim. her şeyden bi’ trajedi yaratmaya ne meraklısınız.

    son söz; kimse bizi sevmek zorunda değil. bir kere sevdi diye hayatının sonuna kadar yanımızda olmak zorunda da değil. bırakın gitmek isteyen gitsin. konuşmak istemeyen konuşmasın. gerekirse yalnız kalın ama kimsenin sahte sevgisine ihtiyaç duymayın. çünkü gerçek seven zaten gitmeyecektir.