hesabın var mı? giriş yap

  • evet başlığı doğru duydunuz.. olay abd' de geçiyor.. insan hakları konusunda tokat gibi ders vermişler nusret efendiye..

    öncelikle haber linki paylaşalım: buyrun

    olayın özeti ise şu; nusret amerika daki restorantında çalışan garsonları toplu şekilde işten çıkartıyor..

    tabi orası türkiye değil, insan hakları falan sistem tıkır tıkır çalışıyor.. garsonlar mahkmeye gidiyor.. ve olayın iç yüzü ortaya çıkıyor..

    nusret, ''garsonların aralarında bölüşmesi gereken tip (bahşişlere) el atıp bunlardan pay alıyor!!'' 4-5 garson buna itiraz ediyorlar.. ve o garsonlar, işte çıkartılanlar..

    federal mahkeme nusret'e haksız işten çıkartma yaptığı için 250.000 dolar ceza yapıştırıyor.. durur mu? durmaz.. bu garsonların tazminatları alacakları, faizleriyle beraber her şeyi topluyor.. hepsini de nusrete kitliyor bir güzel.. ''al koçum hak ettin'' diyor..

    bize de bu olayı konuşmak kalıyor..verilen kararı batı hayranlığına yormayalım hemen.. adamlar hukuk devleti imiş gerçekten.. batının iyi yanlarını alabilseydik keşke dedirtti bana.. nusret'e gelirsek.. bu adamın artık gelinecek tarafı kalmamıştır.. instagram kullanmıyorum da, kullansaydım da takip ediyor falan olsaydım.. tepkimi koymak adına takipten çıkartırdım diye düşünüyorum.. tabi taktir sizin..

    sonuçta garson bahşişlerine (o da nasıl bi bahşişse zaar artık) göz diken bir adamın 24 milyon takipçisi var bu dünyada..

    edit: (bkz: serebral palsi hastası yusuf'a umut ol)

    bugün bu başlıktan haberim oldu.. dünyada sağlıktan başka her şey yalan.. eğer maddi durumum yerinde ve yardımcı olacak birilerini arıyorum diyorsanız, bi inceleyin derim..

  • tüm yazar arkadaşlara duyurumdur. böyle bir durumla karşılaştığınız anda mağaza ekibinden önce 155'i arayıp polis talep edin ve ne olursa olsun mağazadan ayrılmayın. görevli polis ekipleri nezaretinde üzerinize atılı suçlamayı ve tahkikatı sürdürün. sonuç olarak sizden kaynaklı bir suç olmadığından dolayı görevli polis ekiplerinin olayı tutanak altına almasını isteyin. ardından mağazada görevli yönetici kadrosundan şikayetçi olun. tüm mağazalarda bu şekilde uygulamayı yapın lütfen. 7 sene türkiye'nin en yoğun satış yapan perakende giyim mağazasında çalışmışlığım var lütfen kendinizi ezdirmeyin.. kimse yargıç polis değil sizi zan altında bırakamaz çok ağır yaptırımları var ve bu diğer güç budalası yöneticileri dizgineler. makul şüphe ile müşteri aranmaz hiç bir kurumsal şirkette durdurun arayın bakın demez. güvenlik yada polise haber verin der. durdun dahi demez arkadaşlar

  • "kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. insan hayatı, bir tür hata olmalı."

    schopenhauer böyle der, o zaman mutlulukla aptallık arasında bir bağlantı mı vardır diye aklımızda soru işareti oluşturan bir önermedir bu.

    eğer mutluluk gelecekse uykuyla birlikte aptal olmayı kim takar ki?

  • aba'in olduğu dönemlerde aba'de olan ve aba kapanınca nba'e geçen, ortabatı bölgesindeki (her ne kadar takım batı'da kuzeybatı divizyonunda ise de) colorado eyaletinin denver şehri merkezli bir nba franchise'ı. günümüzde lacivert ve altın sarısı renklerde, iki adet çekiç, bir adet dağ ve bir basket topu ihtiva eden bir logoya sahip ve forması da aynı renklerde. ama ben eski logolarını daha bir beğeniyorum, böyle dağ arka planında rengarenk binalar olan 81-93 arası logo ile mavi dağ arka planında bordo ve sarı-kahverengi arası büyük fontlarla nuggets yazan 93-2003 arası logolarını (denver tarihi logoları). yine mutombo'lu dönemlerinin formaları da daha bir hoş geliyor. ama bir ara carmelo'lu yıllarda kullanılan o açık mavi bir forma var dostlar, işte onu hiç sevemedim.

    70'li yıllarda aba'den nba'e geçiş yaptığında larry brown koçluğunda bobby jones, dan issel gibi isimlerle nba'e iyi başladılar.

    80'li yıllar boyunca kiki vandeweghe, alex english, fat lever, calvin natt gibi iyi kalibrede oyunculara sahip oldular. bu yıllarda playoff'un müdavimiydiler. 81-90 arası hiç playoff kaçırmadılar. bir kez de batı konferans finali oynadılar (1985). vandeweghe, english, lever, bu adamlar iyi skorerlerdi ve her biri birer all-star'dı. ancak rakipleri daha sağlam olduğundan, final göremediler. önce vandeweghe portland'a gitti ve natt sakatlık sarmalına girdi. 1990 itibariyle de yaş almış olan english ve lever da takımdan ayrılınca, 90'lar nuggets için kabus gibi başladı. ve öyle de sürdü. 90'lı yıllar boyunca denver sadece iki kez playoff'a, o da ucundan, girebildi (94 ve 95). özellikle 97-98 ve 98-99 sezonları, 11 ve 14 galibiyetle takımın dip yaptığı sezonlardı.

    90'lı yıllara aslında biraz düz bir adam olan ancak adam yokluğunda çok top kullandığı için istatistikleri uçan michael adams'ın "önderliğinde" girdiler. adams bir süre iyi oynadı ama sonunda kariyerine bakınca düzlüğü ağır basmış bir adam denebilir. neyse 90-91 sezonunda coşan adams coştuğu sezonun sonunda bir diğer takım elementi, bir sene durmuş olan orlando woolridge ile birlikte ayrıldı. takım reggie williams gibi vasatı biraz aşabilen adamların ve bir grup vasat elemanın eline kaldı. düşen takım performansı, yüksek sıradan draft seçimlerini beraberinde getirdi. işte bu dönemdir ki, 90'lar nba'inin aslanlarından bilinen, ribaund ve blok canavarı, cüssesiyle dikilip defalarca en iyi defansif oyuncu kategorilerine girmiş dikembe mutombo'nun 91'de denver'a 4. sıradan draft edilişi. 1990'da da fenerbahçe'den de bildiğiniz mahmoud abdul rauf 3. sıradan draft edilmişti. abdul rauf kötü oyuncu değildi ve bir dönem nba'de iyi istatistikler yakaladı; ama ilerlemesi beklendiği kadar iyi olmadı (bunda kendisinin bir olayda abd milli marşına ayağa kalkmadıktan sonra linç yemesinin de payı ve bundan sonra yaşadıklarının psikolojik etkisi mutlaka vardır). kendisine çok bel bağlanan bir diğer draft seçimi (92 beşinci sıra seçimi) laphonso ellis da bir iki iyi sezon geçirse de, sakatlıkların da payıyla uzun vadede bir draft bust oldu. yine o dönemlerdir ki nba'in 90'larda bilinen isimlerinden robert pack ve bryant stith'in adları burada duyulmaya başladı. keza yine bilinen isimlerden jalen rose ve rodney rogers da kariyerine denver'da başlamıştı (rose esas sonradan gittiği indiana'da ihya olacaktı). bu 94 ve 95 yıllarında, yıllanmış eski skorer dale ellis'ın skora katkısı, abdul rauf ve mutombo'nun parlayan performansları, reggie williams, pack, rogers, rose gibi isimlerin de etkileriyle ucundan playoff yapsa da denver, ya ilk turda ya da ikinci turda hemen elendi. 95'te takıma yine bilinen bir isim olan, ancak potansiyelini asla tam yakalayamamış uzun forvet antonio mcdyessda katıldı (bu rogers, brent barry gibi isimlerin yer aldığı bir takasla olacaktı ki kendisi uzun yıllar denver'da, yer yer sakatlanarak da olsa oynayacak ve katkı verecektir).

    95-96'da takımın düşen performansı ve playofflara kalınamaması, takımda bazı hamleleri ve değişiklikleri getirdi. ama esas problem mutombo'nun kontratının bitmesiydi. mutombo gitti atlanta'ya imza attı. jalen rose ve reggie williams yaşlanmakta olan mark jackson'un ve ricky pierce getirildiği bir takasla indiana'ya gitti. pack washington'a gitti. veteran isimler sarunas marciulionis ve kenny smith nba'de son senelerini yaşamak üzere geldiler ama pek fayda veremediler. 95-96'da playoff yapamayan takım giderek daha çok dip yapma yönüne gitti (laphonso ellis ve mcdyess'ın bu dönem bazı sezonlarda parlak performansları olmakla birlikte, takım genel olarak kötüydü). zaten abdul rauf'un performans problemleri yaşamaya başlaması ve mutombo'nun da atlanta hawks'a gitmesi neticesinde denver sittin sene playoff da göremedi 95'ten sonra. dale ellis da kariyerinin son demlerini başka limanlarda geçirmek üzere 97'de yelken açtı. problemli abdul rauf 96'da sacramento'ya geçmişti, orada da kariyeri bitti zaten, sonra fenerbahçe'ye geldi. sacramento'dan bildiğiniz bobby jackson ve golden state'ten bildiğiniz ribaund canavarı danny fortson da kariyerine burada başlamıştı, ama jackson 1 sene, fortson 2 sene kaldı. 97-98'de 11 galibiyetle berbat bir sezon geçirdiler (mcdyess 1 sene sonra dönecekti ama o seneyi suns'ta geçirmişti). 97-98 itibariyle kadroları o kadar kötüydü ki, takımın skor anlamında lideri takımın altıncı adamı johnny newman'dı. kadro o kadar kötüydü ki, bugün burada zikretmeye değecek bir tane adam yok içinde (dean garrett, tony battie, anthony goldwire, eric washington falan gibi bugün ismini dahi zor hatırlayacağınız adamlar ilk beşte başlıyordu). 98-99'da lokavt neticesinde kısa geçen sezonda mike d'antoni koçluğunda 14-36 yaptılar. bu yıl kadro biraz olsun düzelmişti. mcdyess geri döndü, nick van exel takıma getirildi, chauncey billups iki sene burada kaldı ama sonra minnesota'ya kaçtı. beyaz pivot yetersizliğinin nispeten iyi bir örneği olan ama nba kariyeri boyunca sakatlıktan kurtulamayan raef lafrentz draft edildi. miami'den bildiğiniz altıncı adam james posey kariyerine 99'da burada başladı. eski oyuncuları dan issel'ın koç olduğu 99-00'de ve 2000-2001'de performansları biraz ilerleyecekti (all star seviyesine ulaşan mcdyess ve de ayrıca van exel'in de katkılarıyla - kısa bir süre ron mercer de ufak bir parlama gösterecek, posey ve miami'den getirilen voshon lenard ufak tefek katkı yapacak, takıma yeni katılan george mccloud ve chris gatling veteran katkısı verecekti) ancak yine pek bir yere varamayacaklardı.

    2001-2002'de mcdyess sakatlanacak, bu trend de sona erecekti. iki sene kadar bir süre nba'in kontrat balonlarından, yine de iyi düzeyde bir oyuncu olan juwan howard bir süre burada duracaktı. yine 2002'de brezilya basketbolunun ölümsüz bir ismi nene hilario kariyerine burada başlayacak ve uzun yıllar kalacaktı. keza marcus camby de takıma aynı sene katılacak ve uzun yıllar kalacak, nba'in bu defansif canavarı, özellikle ribaund ve bloklarda iyi performans verecekti. van exel 2001-2002'de vites artıracak, ancak 2002'de vitesi artırdığı gibi takımdan ayrılacaktı. ancak takımla ilgili esas problem şuydu: takıma sürekli, çoğunluğu rotasyon adamları ve yedek hüviyetli oyuncular gelip gidiyor - ancak takım bir türlü doğru dürüst bir iskelet oluşturamıyordu. normal bir sezonda 20 küsür oyuncu takıma gelip gidiyor - hiçbiri de doğru düzgün katkı sağlamıyordu - ki bu şartlarla zaten bu adamlardan katkı alınması çok da mümkün değildi. ama bu durum 2002'den itibaren kırılmaya başladı. camby ve nene bunun ilk işaret fişekleriydi. nihayet franchise efsanesi carmelo anthony 2003'te draft edildi ve aynı sene andre miller da clippers'tan getirildi; nihayet belirli bir çekirdek oluşturulabildi. miller - anthony - nene - camby çekirdeği 2004'te nihayet takımı playoff'a taşıyacak (ilk turda en iyi dönemindeki minnesota'ya elense de), ümitli bir geleceğin kapılarını aralayacaktı. bu çekirdek durduğu sürece denver düzenli olarak playoff görecekti. bu çekirdeğe ertesi sezon kenyon martin de eklemlenecekti. ama takımın şutör gard pozisyonunda ciddi bir eksiği vardı; bu uzun süre başlarını ağrıtacaktı. birkaç senedir yine eski oyuncu kiki vandeweghe'nin gm olduğu denver'da george karl döneminin başladığı 2004-2005'te de çekirdek korunuyor olsa da, bu sefer ilk turda spurs'e eleneceklerdi. ertesi sezon da ilk turda clippers'a elenerek iyice hayal kırıklığı yaşatacaklardı.

    sonra 2006-2007'de flaş bir hamle geldi. allen iverson takıma katıldı. yıldızsa yıldız. carmelo ve iverson, yanında da andre miller, kenyon martin, camby, nene ve yeni getirilen j.r. smith.. iyi bir kadroydu, oyuncular kendini toplarsa (bilhassa iverson) şampiyonluğa oynayabileceği düşünülüyordu - ancak o sezon epey sakatlıklar oldu (iverson 50 maç oynadı -- miller sezonun çoğunu kaçırdı -- kenyon martin tüm sezonu sakat geçirdi)..2007-2008'de denver'ın rüya takım projesi daha iyi sonuç verdi. her ne kadar andre miller ayrılmışsa da, iverson-anthony-martin-camby çekirdeğinin pek sakatlık yaşamadan oynamış olması, 50-32 ile onları playoff'a çıkardı - fakat yine lakers'a ilk turda süpürüldüler.

    2008-2009'da baktılar iverson ile olmuyor, iverson'u detroit'e gönderdiler ve miller'dan sonra biraz eksik kalan oyun kurucu pozisyonuna chauncey billups'ı geri getirdiler. tartışmalı olabilecek bir takastı ancak bu takas neticede denver'ın lehine işledi. bu esnada yıllanmaya başlayan camby takımdan ayrıldı. buna karşın takım o sezon nihayet flaş bir patlama yaptı (bu billups değişik bir adam, geldiği takımı ihya eden bir beyin). on yıllar sonra ilk kez batı konferansı finaline çıktı ve kobe-gasol ikilisinin coştuğu 2009 playofflarında lakers'a 4-2 yenilerek sezonu bitirdi.

    ertesi sezonu (09-10) 53-29 ile daha evvelki sezon gibi yine konferanslarında lider bitirmelerine karşın, ilk turda utah jazz'a elendiler. takıma draft ile ty lawson geldi ki, birkaç sene oyun kurucu pozisyonunda oynayacak, bir dönem ışık gösterecek, sonra denver'dan ayrılınca derhal sönecekti. bu yıllar carmelo'nun coştuğu yıllardı. takım yine anthony, billups, martin, smith, nene gibi iyi isimlere sahipti. ancak takımın yedek (bench) derinliği epey zayıftı (bench'teki isimleri yazsan şöyle bir tane hatrı sayılır adam yazamıyorsun bile..); ki bu playoff başarısızlıklarında aşikar bir rol oynamıştır.

    denver'da bir türlü sonuç alamayan ve kontratı bitmekte olan arıza carmelo'nun talepleri tak ettiğinden ve denver kendisini beleş elden çıkarmak istemediğinden olsa gerek; 2011'in başında korkunç bir takasla anthony ve billups new york knicks'e gönderildi. karşılığında alınanlar ise saçmalıktı. wilson chandler, danilo gallinari, kontrat balonu timofey mozgov, raymond felton ve bir avuç draft hakkı..yine 10-11'de de bildik senaryo tekrarlandı, 50 galibiyetli performans ve yine ilk turda elendiler. ertesi sezon 11-12'de, aslında vasat kadrolarına karşın (lawson, arron afflalo, gallinari, yıllanmış andre miller, çoğu zamanı sakat geçiren nene, mozgov, kenneth faried, kosta koufos, yedekte al harrington, javale mcgee vs.) yine playoff görmeyi başardılar. bu kadro son derece vasat olmasına karşın iyi iş yaptı ve ilk turda lakers'ı 4-3'e kadar da zorladı. bu arada gm'liğe de aslen toronto'dan bildiğiniz masai ujiri getirildi.

    starsız bu kadro 2012-13'te iyi performans verdi. andre iguodala takıma eklenmişti. lawson - gallinari - iguodala - faried - koufos beşi, yedekten andre miller, mcgee, corey brewer, evan fournier tarzı adamlarla, hem de 57-25 ile playoff yaptı (ve tabi ki ilk turda gsw'ye elendi). 2013'te artık uzun yıllardır süren george karl dönemi bitti - yerine oyunculuğundan hafif kıl olduğunuz ama kötü oyuncu da diyemeyeceğiniz brian shaw geldi.

    2013-14'te iguodala ayrılınca ve gallinari ağır bir sakatlıkla bağlarını koparınca bu kadronun foyası meydana çıktı, balon patladı. playoff'a kalamadılar.. yine de bu kadro için 36-46 bile çok fazlaydı. bu arada o sene jan vesely'nin yolu da burdan geçti. ertesi sezon (14-15) daha da kötüydü. 30 galibiyetle kapattılar. bu bile fazla aslında da, lawson, faried, chandler gibi isimler kalibrelerine göre dirayetli performans verdiler (defansif güçleri berbattı). jusuf nurkiç de kariyerine burada başlamıştı, o esnada onu da harcamayı başardılar; saçma bir takasla mason plumlee karşılığı portland'a gitti ve sonrasında adam ciddi mertebe atladı.

    bugünkü kadrodan bildiğiniz isimler de bu yıllarda draft edilmeye başladı. will barton, gary harris, nikola jokic, jamal murray, 2014 - 2016 yıllarında draft edilen isimler. bu dönem draft edilen bir başka isim de emmanuel mudiay. 2015-2016'da gallinari biraz kendine geldi, yeni çaylakları performans vermeye başladılar. playoff yapamasalar da bir genç nüve oturtmaya başladılar.

    bu arada şunu belirtmek lazım, franchise'ın özellikle draftlerde bazı hataları olmadı değil, mesela draftte rudy gobert(2013) ve donovan mitchell'ı (2017) seçip çok kıytırık karşılıklarla utah'a gönderdiler..utah sayelerinde ihya oldu bile denebilir..

    2017-18'de playoff yapamasalar da paul millsap'ı takıma kattılar. bugunkü ilk beş o sene beraber oynamaya başladı (murray - harris - barton - millsap - jokic). velhasıl, 2018-19'da nihayet birkaç senedir oluşturulmaya çalışılan genç nüve sonuç verdi - hem 54-28 ile playoff yaptılar, hem de playoff ikinci turuna kadar geldiler (portland'ı son maça kadar da zorladılar). malik beasley, juan hernangomez, monte morris gibi eklemelerle iyi bir kadro derinliği yakaladılar. 19-20'de jerami grant gibi eklentilerle bunu katmerlediler. sakatlıktan dolayı potansiyelinin çok altında seçilen michael porter jr. da 19-20 sezonunda oynamaya başladı (dev manute bol'un dev oğlu bol bol'dan bahsetmek lazım herhalde :)) şu an kadro derinlikleriyle iyi bir takımlar. nikola jokic'in de bir süperstar seviyesine çıkması söz konusu oldu. jokic'in kendine has özellikleri, oyun kurucu rolünde bile oynaması, farklı bir taktik kabus yaptı denver'ı. ama bir şampiyonluk adayı mı, veya ilerleyen yıllarda güçlü bir şampiyonluk adayı mı, bu hala biraz soru işareti. playoff'taki yeri belki sabit, ama güçlü bir şampiyonluk adayı olarak addedilmiyor..

    gary harris'in grafiği tepetaklak aşağı gitti yıllar içinde. paul millsap yaşlandı. will barton'ın katkısı belli ve çok artış gösterebilecek düzeyde değil. jamal murray iyi bir oyuncu ama hala tam bir star seviyesine erişemedi. takımdan jokic'i çektiğinizde hemen düşebilecekmiş gibi bir görüntü var.. bakalım nereye giderler..

  • seçimi yapılırken dikkat edilecek hususları sıralayalım:

    1) kesinlikle rektör yardımcısı, dekan, dekan yardımcısı, bölüm başkanı gibi idari görevi olan hocalardan uzak durun. bu idari görevleri bulunan insanlar ne kadar tez yazımı için iyi niyetli de olsalar, vakitsizlik, yoğunluk gibi etkenlerden dolayı verimli çalışmanızı engelleyecek, sizleri doğru düzgün yönlendiremeyecektir.

    2) okulların marka hocalarından uzak durun. bu marka hocalar, vakıf üniversitelerinde, kendi şirketlerinde çalıştıklarından, arada televizyona çıkmaya özen gösterdiklerinden idari görevi bulunan hocalar gibi sizleri yönlendirme konusunda geç kalabilirler.

    3) ilgi duyduğunuz anabilim dalında öğrencilerin seçmediği kişilere gidin. öğrencilerin bu adamları seçmemesi, hocanın kalitesi için ölçüt değildir. kendim için konuşacak olursam, benden başka kimse ilgili anabilim dalını seçmediğinden ben resmiyette 1 tez danışmanı ek olarak 1 doçent, 1 yardımcı doçent desteği alırken, farklı anabilim dalında aynı tez danışmanını seçen 7-8 arkadaşım oldu. tez danışmanları bu sene 8'e bölünüp, onlara nasıl bir destek sağlayacak bilmiyorum ama ben istediğim zaman hocalarımdan destek alabiliyorum.(en azından okula ne zaman uğrasam bu 3 hocadan 1'ni yakalıyorum.)

    4) asistanlarla ilişkileriniz iyi olsun. küçük gelişmeler için tez danışmanı ile görüşmek yerine asistanı ile muhatap olun. hocanın asistanı en az eşi kadar hocayı tanıdığından, hocanın uzmanlık alanını net olarak çıkartabileceği için, sizlere etkili bir şekilde yardımcı olacaktır.

    5) çift tez danışmanı seçimi gibi bir maceraya yüksek lisans aşamasında bulaşmayın. tek tez danışmanın olduğu jüriler genelde hocanızla beraber 3 kişiden oluşur. çift tez danışmanın bulunduğu jüriler ise genelde hocalarınız dahil 5 kişiden oluşur. teziniz ne kadar iyi olursa olsun 5 kişiye bir şeyi beğendirmek zordur. kaldı ki, tez danışmanları bile sunum esnasında birbirleriyle tartışırlar. tartışma sonrasında vereceğiniz cevap kesinlikle tarafların en az birisinin beğenmemesine yol açacaktır.

    6) hoca seçimi yaptınız. internet güzel bir icat. hocanızın cv'sini bulun, daha önce yazdığı makaleleri, kendi tezlerini inceleyerek vakıf olduğu alanda ilerleyin. burada ufak bir risk var o da şudur: hocanızın uzman olduğu alanda tezi hazırlarken, danışmanlığından tam manasıyla yararlanabilirsiniz. ancak hocanın o alanda çok iyi olması, sizden beklentisini artırabilir. buna da hazırlıklı olun.

    tüm bunlar ışığında yüksek lisans tezini yapmak zor değildir. ama sen 30 tane öğrencisi olan bir tez danışmanı seçersen, adamın idari görevi olursa, o tez tabii ki herkesi sıkıntıya sokar. biraz politik taktikler kurgulayarak ilerlemeye çalışın. hocanız sizden bir şey istediğinde karşısına boş kağıt veya içi boş metinlerle çıkmayın. araştırma tekniklerini, literatür tarama kısmını güzelce oturtun.