hesabın var mı? giriş yap

  • ataturk havalimanı dıs hatlar'da thy lounge da gordum kendisini. kendisi ile fotograf cektirmek isteyen herkesle birer birer ilgileniyordu, o icten gulumsemesi ile mutevaziligini gormeniz lazimdi. adamda en ufacik bir kasintilik yoktu. hatta fotograf cektirdikten sonra biraz otede telefonuna bakip surati dusen bir kiza seslendi, tekrar cekelim dedi, telefonu kendisi eline aldi kafa kafaya verdi kizla cekti fotoyu. sonra da bak guzel oldu deyip geri verdi boyle tatli bir mahcup ifade ile. gercekten tarkan neden tarkan anlasiliyordu. daha 2 gunluk sohretlerin havalarindan gecilmezken, yaninda koruma yok, kasinti tavirlar yok, kibir yok, aurasi gorulmeye degerdi.

  • 1348-1350 yılları arasında avrupa nüfusunun üçte birinin yok olmasıyla sonuçlanan insanlık tarihinin en büyük salgını. black death de denmektedir. etiyolojik olarak yersinia pestis bakterisinin fareler tarafından taşınmasıyla yayılmıştır.

    italyan bir vakanüvis olan agnolo di tura, salgından şöyle bahseder,

    "yüzer yüzer öldüler, hem sabah hem de akşam ve hepsi hendeklere atıldı ve toprakla örtüldü üzerleri. kısa sürede hendekler dolduğu gibi, daha fazla hendek kazıldı. ben, agnolo di tura... 5 çocuğumu ve karımı kendi ellerimle gömdüm... ve çok daha fazlası öldü ve herkes inandı ki, dünyanın sonu gelmişti."

    "siena'da ölüm mayıs ayında başladı. merhametsizce ve vahşice... bu acıyı gören herkes şaşkına dönmüştü. bu iğrenç gerçeği dillendirmek imkansızdı. gerçekten bu vahşeti görmeyenler kutsanmış sayılabilirlerdi. vebaya yakalananlar çok çabuk öldüler. koltuk altları ve makat bölgeleri şişti ve konuşurken öylece yere yığıldılar. baba, oğlunu terketti; karı, kocasını; kardeş, kardeşi. hastalık, solunumu ve görmeyi etkiledi. ve sonunda hepsi öldü. hiç kimse ölülerini bir başkasına gömdüremedi, ne arkadaşına ne de parasına. kendi yakınlarını kendileri gömdüler, papaz olmaksızın, kazı elemanları olmaksızın. siena'da büyük hendekler kazıldı, derin hendekler. ve ölüler, toplu toplu atıldılar o hendeklere ."

    kaymak: http://en.wikipedia.org/wiki/agnolo_di_tura

    ayrıca,

    1353'te giovanni boccaccio'nun yazdığı, salgından kaçmak için bir araya gelen 10 arkadaşın hikayelerini anlatan decameron eserini okumanızı tavsiye ederim.

  • dogma 95 hareketinin kurucularından biri olan thomas vinterberg'in en son filmidir.
    başrolünde oynayan mads mikkelsen ile 2012 yapımı jagten filminden bu yana ikinci defa bir araya gelen ikili, yine harika bir iş çıkarmış ki, oscar, bafta, golder globes, cannes, toronto gibi büyük, küçük bir çok festivalde 52 defa aday gösterildi ve seçkiye girdi.

    --- spoiler alert ---
    buradan sonra yazılanlar ciddi oranda spoiler içerektir.
    --- spoiler alert ---

    film temelde, belli bir seviyeyi aşmayan alkol tüketiminin dünyayı daha iyi algılamamızı ve aslında alkolün belli oranda gerekli bir şey olduğunun teorisini kendileri üzerinde deneyen bir grup lise öğretmeninin hikayesini anlatıyor.

    bir grup lise öğretmeninin öğrencilerle ilişkilerini, hayata dair boşluklarını ve genel depresif ruh halini bize tanıtarak başlayan film, orta sınıfın içinde sıkışıp kaldığı 'evden işe, işten eve' psikolojisini çok güzel hissettiriyor. yetmezmiş gibi karakterimizin ailesi ile iletişimsizliği ve gitgide yalnızlaşması izleyiciyi daha da büyük bir depresyona sürüklüyor.

    bu dört arkadaş, aralarından birinin* doğumgünü sebebi ile buluşup biraz eğlenmek istiyorlar, tam bu noktada ikinci aks ve kırılma yaşanmaya başlanıyor. yemeğin başlangıcında protagonist karakterimiz martin'in, bir çeşit orta yaş bunalımı ya da bir varoluş bulantısına girmiş son derece net hissediyoruz. hayatın ortasında sıkışmış, sıkıcı bir insan olmuş, keyif alamaz olmuş ve hissizleşmiş bir tavır ile seyirciyi olacaklara hazırlıyor.

    yemek devam ederken nikolaj, norveçli psikiyatrist finn skårderud’den ve onun teorisinden bahsediyor. bu teoriye göre, insanın vücudundaki alkol oranının düşük olduğunu ve bu oranın az üstünde alınacak promilde alkolün, bireyin daha yaratıcı ve keyif alabilir olacağından bahsediyor.

    bu teoriden ilham alan dört öğretmen, gün içinde az oranda alkol tüketip sonuçlarını gözlemlemek ve bunu hakkında bir rapor tutup, bir çeşit psiko-sosyolojik deney yapmaya karar veriyor. resmen bilimsel bir deney olma yolunda emin adımlarla yürüyen bu dört arkadaşın, beklenen şekilde bütün hayatları düzelmeye meyilleniyor. çünkü, alkolün rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi hızlıca kendini hissettiyor. öğretmenlerin çevresindeki insanlarla, eşleriyle, öğrencileriyle kurduğu iletişimin pozitif olarak değişmesi ile bu aniden değişimi gözlemleyebiliyoruz.

    bu noktadan sonra, yaptıkları deneyi biraz daha ileri safhaya taşımaya karar veren dört öğretmen, promil seviyesini arttırmaya karar veriyor. yönetmen filmin trajikomik faslının resmen başladığını izleyiciyi biraz gülümseterek ama bazen de gerginlik vererek ispat ediyor. öğretmenlerin alkol etkisiyle fazlaca neşeli olması, bir tatlı çakırkeyflik halleri güldürürken, tamamen yasadışı şekilde okul içinde gündüz vakti alkol tüketmeleri ve sürekli yakalanmaya ramak kalmaları izleyiciyi fazlaca geriyor.

    fakat deneyin üçüncü safhasına geçtiklerinde hikayelerinin trajediye doğru sürükleneceğini hissetsek de, engellenemez şekilde olaylar gerçekleşiyor. üçüncü ve son aşamada alkolün doruk noktasına ulaşarak bilincin kaybolması ve kontrolü tamamen bırakmak fikri yer alıyor. buna önce çekimser kalsa da, martin dionysos’un yoluna saparak, belki 'ne olacaksa olsun' düşüncesi ile belki de bir çeşit bağımlılık hali ile yeni bir boyuta geçiyor.

    varoluşçuların hayatı anlama üzerinde metotlarını ve söylemlerini yoğun olarak gördüğümüz filmde, yönetmen, varoluşçuk felsefesinin ilklerinden kierkegaard'a atıfta bulunmayı ihmal etmiyor. elbette bu tesadüfen yapılan atıf değil. kierkegaard'ın hareket etmenin ve sabit kalmamanın faziletleri üzerine söyledikleri ve kaygı, korku, endişe gibi kavramların hareket için en önemli tetikleyiciler olduğunu filmin dört kahramanı ve protagonist karakterimizin yolculuğunda açıkça görebiliyoruz. yürüyüş her zaman bir yere varmak için yapılmaz, bazen de varolmak için yürürüz. hareket ettiğimizce varoluruz.

    filmde kullanılan ikilemler, varoluşçuların çokça ilgilendiği bazı harika ikilemlerin yansıması olarak karşımıza çıkıyor. düzenli,sıkıcı bir hayat ve heyecan dolu, dengesiz bir hayat, apollon ve dionysos, risk ve garanticilik, kaygı ve koyvermişlik, kusursuzluk ve olduğu gibi kabullenme benzeri ikilemler, seyircinin gözü önünde inceleniyor. hangisinin daha doğru olduğu, yine vinterberg sineması şanına yakışır şekilde seyirciye bırakılıyor.

    finalde, artık kendini gerçekleştirmiş, hem ailevi hem profesyonel olarak istediği düzeye tekrar gelebilmiş bir martin görüyoruz. dionysos'un tarafına geçtiği için artık 'kusursuz' davranışlarda bulunmasına gerek kalmamış olsa gerek ki, filmin başından beri merak ettiğimiz caz baleti performansını nihayet filmin son anında görebiliyoruz. martin'in aslında hüzünlü olması gereken bir gündeyken, what a life? şarkısı eşliğinde umarsızca dans edişi ile varolmanın hafifliğini hissediyoruz ve kierkegaard'a bir kez daha hak veriyoruz.

    'kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir'

  • sahil yolundan bostanci istikametinde gitmekte olan solmusa yasli bir bayan biner.bayan tam bir eski istanbul hanimefendisidir.gerek giyimi, gerek oturusu, gerek konusmasindaki kibarlik ile cevresindekilerin saygi ve ilgisini ceker.teyzemiz gitmek istedigi yer icin parayi uzatir:
    -pardon beyfendi.rahatsiz ediyorum ama suradan bir suadiye uzatirsaniz cok memnun olurum.
    -tabi hanfendi, ne rahatsizligi.
    para sofore uzatilir ve yolculuk devam eder.yasli ve kibar teyzemizin kibarligi, sik giyimi ve guler yuzu diger yolcularin icini isitmistir adeta.
    suadiye'ye gelindiginde teyzemiz inmek ister ve bunu sofore yine o kibarligi ile bildirir:
    -pardon sofor bey.mumkunse musait bir yerde indirir misiniz?
    sofor saga yanasir ve kapiyi acar fakat arac hala yavasca hareket halindedir.teyzemiz yasli olmasi nedeniyle inemez ve dolmusun tamamen durmasini bekler.fakat sofor acelesi varmiscasina yavasca ilerlemekte ve bayanin inmesini beklemektedir.dolmusun bir turlu tamamen durmamasina kizan kibar teyzemiz sofore seslenir:
    -ulan pezevenk parasutle mi inicez!