hesabın var mı? giriş yap

  • bir önceki aşaması: yanlış kişiyle evlenileceğinin anlaşıldığı an.

    kim anlatmıştı hatırlayamadım. gerçek bir olay. nikah salonunda merdivenleri inerken kadın kravatını düzeltiyor adamın. hani, sanki beğenmiyormuş gibi. adam bi duruyor şöyle, suratına bakıyor kadının. artık n'oluyosa o anda, dönüyor sırtını, çıkıp gidiyor. sonra ikisi de başkalarıyla çok mutlu evlilikler yapıyor.

    haaaaa şimdi hatırladım; eski kaynanamdı anlatan.

    ulan acayip gülme geldi.

  • yemin ediyorum bunu bulduğumdan beri hayatım kolaylaştı.

    dişi ile bırbırbır bişi tartışıyorum misal, hali ile dişi dişi konuşuyor, öle olmaz, bu şöle gelmez derken bakıyorum olacak gibi değil.

    - diyorum ki, 8 numara çok gidiyor, imalat talebini konvansiyonel açmayalım, sadece 8 numara için açalım.
    - iyi de, bütün parçadan 4 tane 8 numara, 4 tane 7 numara kesince kalnanından 2 tane 6 numara, 3 tane 5 numara çıkıyor. büyük parçadan sadece 8 numara kesersek 6 tane 8 numara çıkar, kalanı ziyan olur.
    - e ama 5 numara nerdeyse hiç gitmiyor.
    - olsun, diğer numaralardan çıkarıyor onu mağazalar, tek tük satıyor zaten, artanları da seri sonu deyip maliyetine veriyorlar.
    - e 5 numara hiç üretmesek hiç?
    - birincisi 5 numara isteyen müşteri var, onu terk etmiş oluruz, ikincisi 5 numara yapmazsak 5 numaranın malzemesi zaten ziyan olacak.
    - 5 numaranın malzemesi ile de 8 numara yapalım diyorum işte.
    - miktar olarak aslında 5 tane 8 numara çıkaracak malzemeden şekil nedeni ile 1 tane 8 numara çıkıyor. yazık değil mi?
    - e ama 5 numara zaten satılmıyor, 5 numara yapmak da yazık.
    - 5 numaralar az da olsa satılıyor, kalanlar seri sonu ile en azından malzeme bedelini kurtarıyor. diğer numaralar kadar olmasa da kar bile ettiriyor yani.
    - ama onla da 8 numara yapsak, hemen satılacak, o da kar ettirecek.
    - ettirecek ama ne kadar ettirecek, eksik üretilen 5 tane 5 numaranın açığını kapatmıyor ki.
    - e ama 5 numara satılmıyor diyorum ya.
    - ya bak, mağazalar bunun hesabını yapmışlar zaten, çok üretilen numaradan yapıp ziyan olan malzemenin bedelini tane başına ekleyince tüm fiyatlar yükseliyor, satış adetleri düşüyor, onun yerine ziyansız imalat yapıp düşük adet bedeli ile çok satış yapıp, satılmayan ürünleri seri sonunda maliyetine vermek daha karlı ki mağazalar da bu şekilde istiyor.
    - ama 5 numara artıyor hep.
    - ... ya o diil de, ne dicem, kilo mu aldın sen?
    - neh? kilo mu almışım?! almadım ya? almış mıyım?
    - ya emin olamadım gerçi. biraz almışsın sanki ama, kıyafetten mi yoksa be?
    - kıyafettendir kıyafetten. sanmıyorum aldıımı. almamışımdır.
    - dur bi dik dur bakim, yok ya almamışsın, bana öle gelmiş. bol ya kıyafetin biraz. ondandır.
    - di mi? almamış olmam lazım zaten. dikkat ediyorum.
    - talebi ben konvansiyonel açıyorum.
    - tamam aç sen. ben gelcem şimdi.

    ayna aramaya gider.

  • fantastik romanlara yıllarını vermiş biri olarak rowling'in tolkien ile kıyaslanması kesinlikle hakaret filan değildir. tolkien'in romanları müthiş zengindir, diller, alt kültürler, ırklar, coğrafyalar, destanlar, şiirler... rowling'in romanları ise farklı bir çeşitlilik içerir. büyüler, eşyalar, mekanlar, isimler, karakterler.... ayrıca rowling'in dili daha basit olduğu için çok daha akıcıdır. son kertede tolkien'in eserleri ciddi anlamda ağır bassa da, rowling'in eserlerinin yaşattığı coşkun mutluluk duygusu da yabana atılamaz. bu nedenle iki yazarı da birbirleri üzerinden küçümsemek çocukça bir sidik yarışından başka bir şey değil. ikisi de iyi ki varlar.

  • harun banko arkadaşımın az önce beni ettiği tehdit.
    "saat farkı da var, sana yarım saat süre." diye de ekledi ayrıca.

    kanko çok da şey yapmamak lazım.

  • kim bunlar gerçekten. saat 8'den sonra ınstagram'da mesaileri başlıyor. önce bara oradan gece kulübüne oradan başka gece kulübüne geçiyorlar. ayakta durmaktan sıkıldıkları günler rakıya düşüp yeni nesil meyhanelere gidiyorlar. mekandaki ikonik yerlerde ve tuvalette ayna karşısında fotoğraf çekmeye bayılıyorlar. hikayelerine bakıldığında kendilerini tek başına çekerken ya da pahalı içkilerini gösterirlerken görüyoruz. arada kadeh tutan bir erkek eli de girebiliyor kadraja ama sanki onlar yok gibi görüyoruz. loca kapatmazlarsa mutlu olamıyorlar sanırım.
    iyi de kim bu kızlar kardeşim. neden bu kadar çok varlar. ne iş tutarlar. mekanlardaki içki fiyatları everest zirvesinde gezerken nasıl böyle gezerler. bir mont almak için kredi mi çeksem diye düşünenler varken nasıl o kadar çok kıyafete sahip olabilirler.

    iş bu entry gözlemlere dayanarak girilmiş olup herkesin kafasında bu soruların cevabı az buçuk mevcuttur. erişilebilir olsa da herkes gönlünce gezse içse eğlense keşke. nereye gidiyor bu olaylar bilemiyorum altan.

  • hastalandığında o beğenmediği muhalif doktorların kapısında yatıp kalkarlar , başı sıkıştığında o muhalif avukatlara koşarlar.

    o televizyonda gördükleri ateist , muhalif kadınlara ve erkeklere ağızlarının suyunu akıtırlar ama konu ülkenin kurtuluşu olunca tabelaları çakarlar.

    o zaman kardeş hastalandığında gittiğin doktora erkek gibi muhalif misin diyeceksin ! bak bakayım o muhalif diye küçümsediğin adam seni dışarı mı atıyor tedavi mi ediyor.

    bir nesili kürtlere düşman etti bu kitle , şimdide muhaliflere düşman edecekler.

    cehaletinizde boğulun !

  • evet. yine ben geldim.

    bu başlığa yazmayı seviyorum. umarım herkes sıfır bulaşık ve hazırlıkla, her öğünü hazırlayabilir duruma gelir.

    neyse yine çok pratik ve bulaşıksız ama birno kadar da leziz tarifle geldim.

    elzem olan malzemeler,

    fırın (bekar adamın kurtarıcısı)
    fırın poşeti (marketteki en ucuz şeylerden)
    fırın tepsisi (kirlenmeyecek, rahat olun)
    varsa alüminyum folyo (çok gerek yok, emniyet için)

    efenim tarifimize gelirsek, ilk kural, kuralın olmamasıdır.

    evde ne varsa,

    patates,
    soğan,
    biber, (acısı size kalmış, ben sivribiber severim)
    bezelye,
    fasulye,
    mantar, (kendisi ile aşk yaşıyorum. tabii ki kültürlü)
    sarımsak, (efsaneler ölmez)
    domates, (sulandırır, tercihen çok fazla dilimsiz)
    havuç, (pişince daha sağlıksızmış)

    hangilerini canınız çekiyorsa ve varsa, soyup, dilimleyip fırın poşetinin içine atıyoruz.
    sonra yine aynı poşetin içine salça, tuz, yağ ekliyoruz.

    şimdi gelelim, can acıtıcı kısma.

    inanın böyle de fırına atsanız lezzeti muhteşem bir sebze yemeği elde edeceksiniz ama mümkünse bu poşetin içine bir miktar, et ya da tavuk atabilirseniz iyi olur. etin ya da tavuğun şekli şemali önemli değil, danayı ya da tavuğu bütün olarak koymayın yeter.

    tercihen, et ise kuşbaşı, tavuk ise sote, pirzola gibi parçalar olabilir.

    bunların hepsi poşete girdikten sonra, poşetin içine ister dıştan avuç avuç avuçlayarak, ister içine o tertemiz elinizi sokarak bir miktar karıştırınız.

    sonra elinizi yıkayıp, poşetin ağzını gerekli aparat ile büzüp, içine nolur nolmaz kirlenmesin diye alüminyum folyo sarılmış fırın tepsisine yatırınız. ağız kısmı yine de bir miktar havada kalsın. (zaten ekstra bir su olmadığı için taşma olmaz da, şimdi söz verdik bulaşık çıkmayacak diye o yüzden)
    üst göbek kısmına da kürdan ile 3 tane delik açın pıt pıt pıt.

    atın fırına şimdi tepsinizi, pişsin. tavuk varsa 1 saat, et varsa 1.5 saat pişiriyorum ben.

    sonra fırından çıkarıp, tepsiyi masasa nihalenin üzerine koyun. fırın poşetinin içindeki su qkmayacak şekilde şişkin yerinden makasla bir kapak açın. dikkat burada yüksek sıcaklıklı buhar var, yanmayın. önce bir kesik atıp, buharın çıkmasına izin verin. iyi yakar benden söylemesi.

    açtığınız kapaktan, kaşıkla yiyeceğiniz kadar yemeği tabağınıza alın.

    eğer yemeği 2 ya da 3 günlük olarak yapmışsanız. kalan yemeği de, ilerde ocakta ısıtabileceğiniz bir tencereye alırsınız. 3 günlük yemeğiniz çıkmış olur.

    yemin ederim yazması, yapmasından daha zor.

    afiyet olsun efenim.

    ha unutmadan, tepsideki alüminyum folyoyu atmayın. zaten temizdir. başka bişi için de kullanın. pahalı zira.