hesabın var mı? giriş yap

  • kum barajları.

    avrupa ve amerika'dan bazı sivil toplum kuruluşlarının afrika'da geliştirdiği büyük yararları olan bir projeye konu olmuş küçük barajlar.

    hep duyarız haberlerde; afrika'da insanlar temiz suya ulaşamıyor, yiyecek bulamadığından açlıktan ölüyorlar, temizlik imkanları da çok çok kısıtlı olduğundan salgın hastalıklar kol geziyor, çocuk ölümleri korkunç boyutlarda vs.
    işte tüm bu sorunların temelinde temiz su yoksunluğunun yattığını fark eden bilim insanları ve gönüllüler, afrika ülkelerinde değişik çalışmalar yapmışlar ve çok çok yararlı da olmuş.

    afrika ülkelerinin çoğunda kış yaşanmıyor, yağmurlu sezon ve kurak sezon olarak iki mevsim var. yağmurlu sezonda her taraftan akan sular ağaç yoksunluğundan sele dönüşüp arazileri mahvediyor. kurak sezonda da susuzluktan ölüyor insanlar. yani iki sezon da ölüm getiriyor, yokluk getiriyor, kıtlık getiriyor.
    bunu önlemek için yapılabilecek en güzel şey de elbette baraj.

    bu vakıflar, yerel yönetimlerin de desteğiyle kurak sezonda halkı örgütlüyor ve kurumuş dere yataklarında uygun yerlere taş ve harç karışımıyla 2-3 metre yüksekliğinde barajlar kuruyor. barajın yakınına da bahçeler. yağmurlu sezon geldiğinde bu barajlar doluyor ve bir iki ay boyunca su sağlıyor. baraj kuruduğunda da asıl işlevi ortaya çıkıyor. yüzeyi kurumuş görünen barajın üstündeki kum katmanının altında, buharlaşma etkisinden korunmuş büyük bir su rezervi kalıyor. kurak sezonun kalan kısmında da bu su tulumbalar yoluyla çıkartılıyor. insanlar eskisine oranla çok daha iyi koşullara sahipler çünkü içmek ve temizlenmek için yeterince suları var. ayrıca bu suyla baraj yanındaki bahçelerinde de şimdiye kadar hiç tatmadıkları sebzeler yetiştirip fazlasını satıyorlar.

    buna benzer çok basit ama işlevsel pek çok yöntem geliştirilmiş. biri de çöl benzeri arazilerde taş setler oluşturmak. şöyle ki, normalde yağışlı sezonda oluşan sel toprağın en üstündeki çok ince ekilebilir tabakayı okyanusa sürüklüyor ve kurak sezonda da toza bulanıyor ortalık. bunu önlemek için halkı örgütleyip çöldeki taşları yan yana dizerek şeritler oluşturmuşlar. düz zemindeki taraçalar gibi. yağmur suları önce bu taşların oluşturduğu ilk sete geliyor, onun üstünden taşıp ikinciye, sonra üçüncüye... böylece akış hızı kırılmış olduğundan her setin içinde değerli alüvyon toprağı birikiyor. yağmurlar dindikten sonra da bu taşların arasında gür otlardan oluşan bir çayır oluşuyor. sanırım zamanla da tarım yapmaya başlıyorlar buralarda.

    bir de ekilemeyecek dağ yamaçlarını taraçalandırmak var. sanırım çinlilerden öğrenilmiş bir metot. normalde hiçbir işe yaramayan, erozyonla tüm verimini kaybetmiş kuru tepeleri taraçalandırıp bu taraça kenarlarına meyve ağaçları dikiyorlar; mango, avokado, muz vs bölgeye uygun şeyler. ardından taraçanın iç kısmına da sebze bahçeleri. eskiden ot bitmeyen tepeler meyve ormanı haline geliyor. şöyle bi' gezeyim desen fruktoz krizine sokacak kadar bereketli meyve ormanları oluşmuş.

    dünyayı bu tip işlere kafa yoran güzel insanlar kurtaracak.

    sand dams,

    kum barajları ve bahçeler,

    taş şeritler,

    taraçalar ve daha fazlası.

  • daha dun basima gelen bir olayi anlatayim efenim.

    antalya havaalanina giriyoruz. guvenlik kontrolu vs. esim onde ben arkada kemer, saat vs cikartiyoruz. laptop falan. kutuya koyarken esimle arama birisi daldi elinde kutu ile. ne oluyor demeye kalmadan tahmin ettigim gibi siraya girmekten aciz bir turbanli. dedim hanimefendi hayirdir. dedi ben seni beklemek zorunda miyim? dedim ki evet. beklemek zorundasin zira burasi sıra.

    karima abuk sabuk seyler soylemeye basladi. guvenlikten rica ettim. neyse mudehale ettiler. megerse kari iki arkdaymis. arkamdaki kadinin da onune geçmiş.
    neyse gectik guvenlikten, arkadan sesi geliyor hala. aynen soyle dedi: biz cicili bicili olmadigimiz icin boyle davraniyorsunuz. hem arkamdaki kadina bagiriyor hem de guvenlige. sonra bize geldi ayni igrenc cumleyi kurdu.

    kadin sunu anlayamiyor: basit bir siraya girecek kadar akli melekeleri gelismedigi icin mudehale edildigini anlamiyor. turbani yuzunden engellendigini zannediyor. cicili bicili insanlar onu turbanli diye sevmiyor. kafaya bak.

    bu zihniyet nasil duzelir bilmem.

  • 9 günlük tatil sonrası mesaiye başlayan devlet memurlarının aşırı yüklenmesi nedeniyle oluşan durum. iki güne normale döner merak etmeyin.

  • evet kardeş ordu müfettişi olarak birini atadığın zaman git ülkeyi kurtar demiş oluyosun.bu parlak zekayı nerden aldın?

    edit:edit: @kaptankanca adlı yazardan gelen mesaj üzerine bu twitti de buraya koyuyorum. bakın murat bardakçı konu hakkında ne demiş

  • annem, ben dört ya da beş yaşlarındayken gündelige başladı. babamın fırında (fırın işçisiydi), abilerimin okulda ve annemin gündelikte olduğu karanlık kış günlerinde evde tek başıma kalmaya korkar ve annemin evin anahtarını boynuma asmam için yaptığı kolyeyi başımdan geçirip dışarı çıkardım; bilmediğim sokaklara girip orada kaybolmak için. kaybolup, evi bulmaya çalışırken vaktin daha hızlı geçtiğini keşfetmiştim çünkü.
    sevgiliyi beklemek de biraz bunun gibi bir duygu. boynunuzdaki anahtar yerine kalbinizde sevgisi, aklınızda imgesi, dünyaya açılıp vakit geçsin diye kaybolmak sevgiliyi beklemek.

  • liseliler bilmez. biz ergenliğe yeni adım attığımız yıllarda saç düzleştirici denen gavur icadı yoktu. belki de vardı ama sadece zenginlerde.
    ilk kez benden birkaç yaş büyük bir kızın dümdüz saçlarına bakıp "aa naaptın saçlarına??" demiştim. "ütüledim" dedi. "ütü sıcakken mi soğukken mi?" dedim. annemin "bu kızı iyi de besledik niye böyle mal oldu" bakışını hala görür gibiyim. öyle de salak bir ergendim işte.

    sonra bu moda hızla yayıldı ve zavallı kızcağızların boyunları omuzları eşek kadar ütü yanıklarıyla doldu. saçlar çatır çatır kırılıyordu ama ütüden vazgeçmiyorduk. o düz saçlar ne pahasına olursa olsun bizim olmalıydı.

    sonra saç düzleştirici çıktı ve kirlendi dünya...

  • hayatimda bazi ritueller var. mesela her sabah kahvemi alip gazetemi okudugum bank da bunlardan biri. biraz amerikanvari evet, ama olsun.

    son iki aydir, tahminimce 60 yaslarinda, dislerinin yarisini kaybetmis, agir adimlarla yuruyen, inceden beli egilmis, basindan sapkasi hic eksik olmayan, sevimli bir amca geliyor her sabah yanima. alman disiplini iste, her sabah 7:40-45'te yanimda oluyor. tanimiyorum. iki aydir hic konusmadik; ama her sabah yanima gelip oturuyor. yaptigi tek sey, oturduktan on saniye sonra basini hafifce gazeteme cevirip goz ucuyla tarihe bakiyor olusu. kisik bir sesle dienstag(sali) diyor ve gidiyor. samstag(cumartesi) diyor ve gidiyor. haftanin yedi gunu boyle. gune bakmaya geliyor. ben de arkasindan gulumsuyorum sadece.

    ne olduysa dun oldu. saat 7:55 olmustu. hala gelmemisti. iki aydir ilk defa boyle bir sey oluyordu. ne okudugum gazeteye odaklanabiliyordum, ne de kahveden tat alabiliyordum. gozum sadece o'nu ariyordu. niye gelmemisti? endise ediyordum. basina bir sey mi gelmisti? gun boyunca aklimdan cikmadi. "montag" demesi gerekiyordu o gun. o kadar kafama takmistim ki, ruyama bile girdi gece.

    bugun sabah oldu. ben yine gazetemi ve kahvemi alip banka oturdum. sadece gelmesini bekledim, adini bile bilmedigim o adamin. kahve iciyordum; ama gazete okumuyordum. saat tam 7:43'te belirdi kendisi. uzun zamandir boyle mutlu oldugumu hatirlamiyorum. oyle bi heyecanla actim ki gazeteyi. bu defa o basini cevirmeye zahmet etmesin diye epey sag tarafa dogru okuyordum. oturdu, on saniye gecti, yine basini cevirdi, bakti, "dienstag" dedi ve kalkip gitti.

    bu defa tedbirliydim. arkasindan fotografini cektim. olur ya bir gun gercekten hic gelmez. anisi kalsin bende.

    http://i.imgur.com/k3q5dyo.jpg
    - http://i.hizliresim.com/oeyeqx.jpg

    bir daha boyle yapma amca.
    gelmeyeceksen bile haber ver.

  • 1- her zaman dolmuş şoförüne söylenmez.
    dolmuştakilerden kapıya doğru ilerlemek için izin isterken de gerekir.
    türkçeyi yeni yeni öğrenen bir yabancı tanıdığımdan, önünde dikilen adama geliyor:
    - bir geçirir misiniz?

    2- bazen dolmuş şoförünün "migors'ta inecek var mı?" gibi sorular sorması sebebiyle sadece "var" denmesi yeterlidir.
    önde duran adam "migorsta inecek var" demiş.
    ben de "migros'ta inecek var mı?" anladığım için "var" diye olan gücümle bağırdım.
    şöyle bir şey oldu:
    - migros'ta inecek var.
    - vaaaaaaaaaaaaaaarrrrrrrrrrrrrrrrrr