hesabın var mı? giriş yap

  • 8 eylül 1900 cumartesi günü, texas’ın galveston kasabasını yerle bir etmiş ve küba ile amerika arasında bir meteoroloji çekişmesine sebebiyet vermiş doğa olayı.

    galveston, aslında, ticaret ve kültür açısından new orleans’a rakip olabilecek raddedeydi. meteoroloji görevlisi isaac cline, daha 1891’de galveston, kötü bir fırtınadan sonra ayakta kaldığında, galveston news gazetesine verdiği demeçte, “olayların nedenlerini tam bilmeyen kişilerin, galveston’un bir gün bir doğa afetinden zarar göreceği görüşü, tamamen absürd bir inanış” diyordu. meteoroloji bürosu, halkı tedirgin etmemek amacı ile, “hortum” gibi kelimelere tahminlerinde yer vermiyorlardı. meteoroloji bürosu, doğal afetlerin, itibarlarına gölge düşürdüğünü düşündükleri için, kötü hava tahminlerini halka hafifleterek açıklıyorlardı. kasırga, fırtına gibi kelimeleri kullanmamaya da özen gösteriyorlardı. mesela, ciddi bir fırtına, tahminlerde, “denizlerde mutedil çalkantı” veya “hafif sağanak yağış” şeklinde geçebiliyordu.

    meteoroloji bürosu’nun bir sıkıntısı da, küba kökenliydi. bunun sebebi, küba’nın özellikle kasırga tahminlerinde çok isabetli olmasıydı. daha 1870’lerde, eğitimli ve disiplinli elemanları ile ciddi bir hava tahmin şebekesi kurmuşlardı ve küba’daki meteoroloji müdürü benito vines hayatını bu işe adamış bir adamdı. halbuki amerikalı meslektaşlarının, kendilerine daha fazla boş zaman kalması için, hayal mahsulü meteorolojik ölçümler açıkladıkları biliniyordu. mesela, 1875 ve 1886 senelerinde indianola kasabası iki büyük fırtınaya maruz kalmıştı; bunlardan ilkinde, kasaba nüfusunun yüzde yirmisi kayıp verilmiş, ikincisinde ise, kasaba, haritadan silinmişti. halbuki meteorolojiye göre, bunlar, hafif hasarla sonuçlanan rüzgarlardı. beceriksiz görünmemek adına, halkın gözündeki itibarlarını korumak amacı ile, kübalı “yoldaş”larının başarılarının duyulmaması için, meteoroloji, küba’nın amerikanın askeri telgraf sistemi vasıtası ile hava tahminleri iletme uygulamasını durdurmaya kadar verdi.

    kübalılar bu duruma çok bozulmuşlardı. sonuçta, kasırga tahminlerinde başarılı olan kendileriydi ve amerika’nın, bu başarılarına gölge düşürmeye çalıştığını hissettiler. tam da bu meteorolojik entrikaların üzerine, nisan ayında, meksika körfezi için büyük bir tropik kasırga sinyalleri geliyordu. küba yine bunu haber vermek için can atıyordu, ancak doğrudan mesaj iletmeleri de yasaktı. amerikan meteoroloji idaresi yaklaşmakta olan bu kabusu tahmin edebilmiş bile olsa, çok çok, “şiddetli fırtına” olarak duyuracaktı.

    galveston’da hava bozmaya, deniz çalkalanmaya, rüzgar şiddetlenmeye başladıkça, halkın tedirginliği de artıyordu. ama galveston news gazetesindeki resmi meteoroloji tahminine göre, “texas’ın batısı, cumartesi ve pazar yer yer yağışlı ve rüzgarlı olacak, doğusu cumartesi yer yer yağışlı olacak, rüzgar kuzeyden şiddetli esecek, pazar yağışın ardından açık hava beklenmekte”ydi. (halbuki gerçekçi bir tahmin simülasyonu şöyle olabilirdi: “cumartesi gecesi ve pazar günü sel baskınları, şiddetli yağmur ve saatte 150 mile ulaşan fırtına; ardından oluşan nehirlerde yüzen enkaz ve cesetler”).

    cumartesi akşam üzeri patlayan fırtınanın ilk söktükleri arasında, önce meteoroloji istasyonunun çatısındaki ekipmanı da vardı. kısa süre içinde gazetenin basıldığı matbaa da sular altında kaldı. kısa süre içinde şiddetlenen sel ve fırtına, binaların çatılarını sökmeye başlamıştı, evlerin içine kadar giren su, ne bulursa sürüklüyordu: kap kacak, mobilya ve hatta insanları dahi. pazar gecesine gelindiğinde, galveston bir enkaz haline gelmişti. enkazdan ötürü, kasabaya altı milden daha fazla yaklaşamayan bir şehirlerarası tren ile seyahat edenler, kent dışından olup da durumu öğrenen ilk kişilerdi.

    şehrin içinde ise, insanlar yollarda suların içinde, arkadaşlarının, akrabalarının akıp giden cesetlerine rastlıyordu. resmi makamlar, cesetleri toplayarak denize taşıdılar, üzerlerine taş, demir, beton gibi, bulabildikleri enkaz parçalarını bağlayarak, denize attılar; gerçi bu işi alelacele yaptıkları için, cesetler daha ertesi sabah sahile vurdu.

    bu sefer, cesetleri yakma yoluna gittiler ve bir hafta boyunca, kasabadaki alevler durmadı.

    galveston için fırtına, başka bir yıkıma da yol açmıştı. seneler boyu, galveston ve houston, güneyin pamuk limanı olma yolunda bir rekabet içindeydiler, ama bu fırtına, galveston'un kaderini tayin etti. galveston’da o gün 6000 kişi öldü, kasabanın yarısı tamamen yıkıldı. ve uzunca bir süre, ticari rekabetten çekilerek, yaralarını sarmak zorunda kaldılar.

    (kaynak: erik larson'un "isaac's storm: a man, a time, and the deadliest hurricane in history" isimli kitabı)

  • fantastik romanlara yıllarını vermiş biri olarak rowling'in tolkien ile kıyaslanması kesinlikle hakaret filan değildir. tolkien'in romanları müthiş zengindir, diller, alt kültürler, ırklar, coğrafyalar, destanlar, şiirler... rowling'in romanları ise farklı bir çeşitlilik içerir. büyüler, eşyalar, mekanlar, isimler, karakterler.... ayrıca rowling'in dili daha basit olduğu için çok daha akıcıdır. son kertede tolkien'in eserleri ciddi anlamda ağır bassa da, rowling'in eserlerinin yaşattığı coşkun mutluluk duygusu da yabana atılamaz. bu nedenle iki yazarı da birbirleri üzerinden küçümsemek çocukça bir sidik yarışından başka bir şey değil. ikisi de iyi ki varlar.

  • amcam, evde yaramazlık yapan 6 yaşındaki torununa haykırdı bunu. o esnada umarsız bir tavırla çekirdek çitliyrodum, bana dönüp pargalı'nın sülüman'a vezir olduğu yaştasın dememiş olması sevindirici gerçekten. gerçi kendisi de yavuz'un mercidabık'ta memlüklüleri yenip halifeliği aldı yaşta ve bir sik başarmışlığı yok ama olsun.

  • görevini yapan savcıdır.

    temel hak ve hürriyetlerin usulsüz şekilde sınırlandırıldığı tüm hukukçular tarafından dile getiriliyordu zaten. *

    aşı ve maske hakkındaki iddiaları da açıklayacak şekilde soruşturma başlatmış. ancak bilinmesi gerekir ki soruşturma açılması aşı ve maske karşıtlığı değildir, halkın endişe ettiği konuların kolluk kuvvetleri aracılığı ile açıklığa kavuşturulmasıdır. bakalım sonuç ne çıkacak.

  • isim olarak tartışmasız roberto carlostur ki oyun olarak alex'tir, istatistik olarak da alex'tir, fenerbahçe'ye bağlılığa göre alex kusura bakmasın ama lefter'dir. fenerbahçeli olmamı sağladığı için okocha'nın bende yeri de ayrıdır. ayrıca kaçıp giden orteganın da amk

  • maden mühendisiyim. yeraltı kömür ocağında 2,5 seneden fazla çalıştım. planlama biriminin amiriydim ben, yeraltına haftada bir kez falan anca inerdim. ama bir kurban bayramında maden mühendisi sıkıntısı olduğu için bana görev verdiler, ben vardiya tuttum. yaklaşık 50 kişilik bir ekibim vardı bayram olduğu için. o gün yaşadığım korkuyu ömrümde yaşamadım ben. "ya göçük olursa?" "ya yangın çıkarsa?" "ya su basarsa?"... hepsi benden büyüktü. hem de bayağı bir büyüktü. hatta birisi "bayan bir şefle çalışacağımı söyleseler güler geçerdim" demişti. orada hepsi çocuğum gibiydi. birinin başına bir iş gelecek diye aklım çıkıyordu. o yüzden hiç çıkmadım ocaktan. hep yeraltında başlarındaydım. elektrik mühendisi, makine mühendisi ve iş güvenliği uzmanı arkadaşlarımızı dört döndürdüm ocakta. ha o kadar sakınılan göze illa ki çöp batar, kubatomuz bozuldu. olsun, canlarına bir zeval gelmedi ya olan üretime olsun. bir nebze canım acımadı. yiyeceğimiz iki azar ne olacak...

    bu cümle bana o günleri hatırlattı. biz mühendisleri öyle üstün görürlerdi ki şirketin verdiği kumanyayı yiyelim diye derme çatma iki sandalye bile yapmışlar yeraltındaki cep gibi bölgeye. kendileri de taşın toprağın üstüne kurdukları sofrada evden getirdiklerini yerlerdi, çünkü şirketten yemezlerse yemek parası alırlardı. ben utandım sandalyenin tepesine kurulmaya. sofralarına oturmak için izin istedim, soğanı dizimin üstünde kırıp lambur lumbur yemeye başladım onlarla. öyle sevindiler ki neleri varsa paylaşmak istediler benimle. ben de onlara benim kumanyamı açıp verdim.

    şimdi düşünüyorum bu olay soma yerine benim çalıştığım yerde olsaydı, benim beraber çalıştığım işçilerden birinin saçının teli incinseydi ben ne hale gelirdim? sikmişim lan diplomasını bilmem nesini! vicdanımı nasıl rahatlatırdım ya nasıl? ben yeni mezun bokun tekiyken beni adam yerine koymuş, saymış, sofralarına sevine sevine kabul etmiş bu insanların tek bir tanesine bir şey olsaydı ben nasıl uyurdum?

    biz mühendisler sizlerden daha değerli değiliz sevgili emekçiler. biz daha insan da değiliz. biz daha üstün de değiliz. biz siziz, siz de biz.

    kurban olayım, yüreğimizi dağlamayın.

    tanım mı? yüreğimi yakıp geçen cümle.