• bu gece tanıştığım taksicidir efendim. arka koltuğa oturdum, ağlak bir gitar tınısı geliyor radyodan, kulak kabarttım bb. king eric clapton düetlerinden thrill is gone çalıyor. şaşırdım biraz, fekat şarkı çok piyasa olduğu için pek de dikkat etmedim. ardından muddy waters mississippi delta blues çalınca duramadım, 'hep mi blues dinlersiniz' dedim, 'azer de var usb'de, ludacris de, ama şu an kölelikten kurtulma mücadelesi veren insanların hüzünlü ve yanık tonlarını hissetmek istiyorum' dedi. 40lı yaşlarda bir herif. 4 adet kitap okuyormuş aynı anda. hayatın durağanlığını hazmedemiyormuş, her şey olabildiğince hızlı akmalıymış, sabit kalan her şey canını acıtıyormuş, bu sebepten ötürü sürücülük yapıyormuş. yolda olmak onun ilacı imiş. ben araçtan inerken sonny boy - bye bye bird çalıyordu. düşünsenize. bir daha ne zaman yaşarım böylesini hiç bilmiyorum.
  • takside john lee hooker'a denk gelsem gün boyu inmem o taksiden herhalde, memleketi tur atarım yahu.
  • bir paradoks oluşturup, bluesu duyduğum andan itibaren sohbete benim tarafımdan girilecek olaydır. zira ender rastlacak durumlardandır. düşünsenize abi, bir tane taksici oradan bb king falan dinliyor, aman allah'ım, dumur olabilme ihtimalim yükseklerde.
  • aklıma collateral filmini ve repliklerini getiren taksicidir.

    collateral

    (bkz: taksi şoförü max)
    (bkz: seri katil vincent)

    vincent: yaşamak ve ölmek için ne iyi bir sebep vardır, ne de kötü bir sebep... yüzmilyonlarca yıldızın milyonlarca galaksilerinden birinde ufak bir lekenin üzerindeki toz tanesinden bile küçüğüz. biz buyuz uzayda kaybolmuşuz. sen... ben... kim farkediyor ki?

    max: sen tam bir pisliksin. olması gereken insani değerlerin hiçbirisi yok sende.

    vincent: aynaya bak, kağıt havlular, temiz taksi, ileride bir gün limuzin şirketi. ''ileride bir gün" mü? "bir gün rüyalarım gerçekleşecek'' mi? bir gece uyanacaksın ve bunların hiçbirinin olmadığını fark edeceksin. planların mahvolmuş. asla olmayacak planların. birden yaşlanacaksın. gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek, sen zaten hiçbir zaman bunu yapamayacaktın. hafızanın derinlerine iteceksin, sonra rahat koltuğuna yaslanıp, hayatının sonuna kadar gündüz tv programlarıyla hipnoz olacaksın. tek yapmam gereken bir takside sana kapora vermemdi. bana cinayetten bahsetme, veya o kız. o kızı arayamıyorsun bile. hala taksi kullanarak ne yaptığını sanıyorsun sen be adam?

    max dayak yemiş gibi sözlerin etkisinde donup kalır bir süre. sonra birden normal hızla seyirdiği yolda hızını artırmaya başlar. artırır... artırır.. artırır...

    max: çünkü hiç kendime gelip olayları incelemedim, anladın mı? kendimi. bunu yapmalıydım. kumar oynayarak başarmaya çalıştım ama ben en baştan kaybetmiştim. mükemmel olmalıydı. her şey mükemmelce hazır olmalıydı. riskler incelenmiş ve bitirilmiş olmalıydı. ama biliyor musun yeni haberlerim var: hiçbirşey fark etmez artık.. ne fark eder ki? bu kocaman boşlukta hepimiz önemsiziz zaten. alacakaranlık kuşağı gibi... arka koltuktaki şeytani sosyopat öyle diyor. ama biliyor musun, sana teşekkür etmem gerekli bu yüzden dostum. çünkü şu ana kadar hiç o şekilde görmemiştim olayları.

    ne fark eder ki? fark etmez! o yüzden siktir et! kaybedecek neyimiz var ki?

    der ve bilerek son hızla giderek kaza yapar.
  • 20 lira uzattığınızda "bozuk yok mu?" demekten imtina etmez.
  • kesinlikle bir orospu çocuğu taksici değildir.
  • öncelikle insandır, blues dinleyen cafe işletmecisinden farklı bir kulağa, burna sahip değildir temelde. meslektaşı olan müslüm gürses dinleyicisi diğer taksi şoföründen de pek farklı değildir. blues dinleyen bu bünye elinde fırıncı küreğiyle ateş başında çalışan bir lahmacuncu, tarlabaşı'nın ara sokaklarında bir değnekçi ya da bir travesti olabilirdi, blues dinlemeyen taksiciden ötekileştirilecek pek de bir numarası yoktur belki.
  • ankara'da dikmen dolaylarında gezinen taksici abi. hoşsohbettir. jazz, blues dinler; etkileyici bir ses tonu ve diksiyona sahiptir. yol bitmese dediğimiz anlar.
  • benzeri sürreallikte ney çalan amerikalı taksiciye rast geldim geçen. akşamın geceye yakın saatleri, elde market poşetleri, ev yakın yakın olmasına da poşetlerle yürümek mümkün değil. yoldan bir taksi çeviriyorum tedirgin bir şekilde. memleketteki kısa yol düşmanı taksicilerin beyindeki hasarından olacak, gidilecek yeri söyledikten sonra kusura bakmamasını istiyorum yaşlı şoförden. neden özür dilediğimi soruyor. beni nereye istersem oraya götürmekle mükellef olduğunu söylüyor. memleketteki taksicilerden dert yanıyorum. "bizim oralarda bu kadar kısa mesafe için (ki gidilecek yer 700-800 metre anca var) taksici taifesi arabasından atar" diyorum, nereli olduğumu soruyor. türkiye diyince, ön koltukta bizim oralardan bir şeyi olduğunu söylüyor. hayırdır lan, ne çıkacak acaba, töbe estagfirullah gece gece günaha girmeyelim derken neyi gösteriyor. öğrenmeye çalıştığını, ama ses çıkarmakta hala zorlandığını anlatıyor eve varana kadar. muhabbete doymadan varıyoruz eve. parayı uzatıyorum. "inmeden sana ney çalayım mı?" diyor. çal keke çal diyorum. çalıyor yaşı geçkin taksici abim. vallahi de billahi de ses çıkartıyor. karşılıklı teşekkürlerle bitiriyoruz üç dakikalık muazzam yolculuğumuzu.
  • bir örneği ankara varlık mahallesi'ndeki taksi durağında çalışıyor. işten eve taksiyle dönüşler ayrı bir zevk bu taksici sayesinde; yol boyu blues ya da caz, gereksiz yere zevzeklik etmeyen, müşterisini konuşmaya zorlamayan saygılı bir taksi şoförü... insanın hayatta isteyebilceği birkaç şeyden sadece biri.
hesabın var mı? giriş yap