• babamın iş yerindeki lakabı.
  • viyana'da bastığı opec binası şu sıralar yıkılmakta olan* eski eylemci.
  • kendisi hakkında carlos the jackal adlı bir belgesel mevcuttur,onlarca belgesel var biliyorum da bahsettiğim türkçe dublajlı.benim gibi minik bünyeli ingilizce özürlüler için diyorum.
  • olivier assayas'ın şu sıralar bir televizyon dizisi için hayatını çektiği kişi. hatta beş buçuk saatlik bir film haline de getirilip cannes'da gösteriliyor.

    bunun ötesinde carlos'un bir çocukluk anımda yer etmesi durumu var. henüz ilkokuldaydım ve o zamanlar bursada yaşıyorduk. apartmanda karşı komşumuz annemin çok sevdiği kendinden yaşça küçük çok tatlı bir ablaydı. annemle birgün dertleşmelerinin arasında yurtdışına gezmek için gitme olaylarından bahsederken annem ablanın yalnız ya da kardeşiyle gitmekten bahsettiğinden dem vurdukça sorma gereği duyar; eşinle neden gitmiyorsun iş yoğunluğundan değil mi der. abla orda dökülür biraz sonra gözleri dolar ve anlatmaya başlar. meğerse ablanın eşi, beni de çok seven ve gerçekten çok nazik bir adam olmasına rağmen çok sessiz sakin duran abimizin başına bir olay gelmiştir. abimiz iş gereği 80lerin ortasında yaşı da henüz çok ileri değilken fransaya gider. havaalanında kontrolleri yapılırken fotoğraflardan şüphenelilir. abimiz gözümün önüne geldiği için az çok da anlayabildiğim bir şekliyle havaalanında sorguya alınır. abi gerçekten carlosun şu meşhur fotoğrafındaki haline benzemektedir. dil sıkıntısı da olan abimiz kendini de tam ifade edemez. çat pat anlatmaya çalışırken pat diye göz altına altınır. bu da yetmez gizli servisten insanlar abiyi sorguya çeker. işkence durumları olmasa da abinin psikolojisi bozulur sert sorgulamalar sonunda. hatta yanlış hatırlamıyorsam altına tuvaletini yapmak durumunda bile kalır. 2-3 günlük bir süreçten sonra ancak durum anlaşılır ve abi türkiyeye geri gönderilir. o günden sonra, ekonomik durumları da iyi olan abi eşine her türlü seyahat için destek verir fakat kendisi asla yurtdışına çıkmamaya yemin eder. hatta carlos'un yakalandığı 94 yılında ordaydım ve bu olayın ortaya çıkışı da o tarihe denk gelir, abi hala gitmemeye yeminli bir şekilde hayatına devam ediyordu. dünya iyisi bir adamın başına bu olayın gelmesinin kötülüğüne üzülmüş biri olarak şunu da söylemeliyim ki abi gerçekten benziyordu.
  • olivier assayas'ın çektiği 3 bölümlük kurgu-belgesel filminde gördük ki; karanlık, devrimci, çakal kişiliğin yanında kendisinde en babasından şeytan tüyü mevcut. hayat boyu kadınların biri geldi biri gitti mübarek. yasadışı terör ortamının james brown'ı sanki. gider de yapsa giden olmuyo.
  • (bkz: carlos)
  • gercegini yani ilich ramirez sanchez olani bilemem ama olivier assayas 'in cekmis oldugu carlos the jackal isimli filmdeki çakal carlos karakterinin insani utandiran bir cekiciligi oldugunu soylemek lazim. bir kere adam narsistik kisilik bozuklugunun birebir yansimasi gibi. kendini yukarda sadece marksizmin oldugu bir dunyada tanri konumunda goruyor. becerisi, inanci ve hatta tutkusu fazlasiyla olsa da tum bunlarin dava icin sonuclarinin dogru veya yararli oldugu tartisilir. ama tabii cakal'in kendi cephesinden yine kendisine bakisi bir ubermensch aynadan oldugu icin elbette hata veya eksiklik gorulmuyor olsa gerek.

    yine filmdeki cakal carlos tam anlamiyla bir playa. korkusuzlugu, kamikaze hali oldugu kadar asil ilgi ve sevgisini baskin megaloman karakter otoritesi ile ifade edisi kadinlari resmen delirtiyor. seytan tuyu oldugu bir gercek ama ben sahsen baska bir alamet-i farikasi da oldugunu tahmin ediyorum. unutmadan insanda guilty pleasure suslu hayranlik uyandiran bu kisilik iki kiz evlat sahibi polyglot bir insandir ayni zamanda.

    (bkz: guilty pleasure)
    (bkz: ubermensch)

    http://latimesblogs.latimes.com/…annes-assayas.html
    http://4.bp.blogspot.com/…600/carlos the jackal.jpg
    http://www.allmoviephoto.com/…0_carlos_006_big.html
    http://www.timesonline.co.uk/…yle/article859339.ece
  • türkiye meselelerini, türkiye de yaşayan çoğu insandan iyi bilen ve türkiye için çözüm önerilerini gayet mantıklı bulduğum, baki devrimci.
    kendisi ile yapılan röpörtajdan bir bölüm.

    kürt meselesi ve “demokratik açılım”
    kürtler, türkiye cumhuriyeti’nde eşit vatandaşlar olmalıdır. cumhuriyet çerçevesi içinde, kürt dili ve kültürüne saygı gösterilmelidir. bu gerçekleştiği ânda, artık herhangi bir devrime, silahlı direnişe ve yeniden diriliş mücadelelerine gerek kalmayacaktır. kürtler zaten dört ülkeye bölündükleri ve sınırları da tamamen bu ülkelere bitişik olduğu için, bir kürdistan cumhuriyeti’nin kurulup yaşatılabilmesi hâliyle gerçekçi değildir. üstelik, kürtlere meselâ irak’ta anayasa teminatıyla haklarının teslim edildiği, her türlü saygıdeğer vatandaş hakkının böylece teminat altına alındığı da bir hakikattir. o hâlde, benzer hakların burada da teslim edilmesi, bin yıldır beraber yaşamış bu iki kavmin, aynı osmanlı devletindeki gibi, barış ve işbirliği içinde yaşayan devletine sadık vatandaşlar olmasının ve güçlü bir türkiye’nin temelini teşkil etmesinin önünü açacaktır. kandil dağından inen ve teslim olan pkk'lılar meselesine. bence bu, doğru yolda atılmış güzel bir adım ve ümit vaadedici bir başlangıçtır. bilvesile, bunun bir amerikan planı çerçevesinde gerçekleştiğini öne sürmek de, yapılanların doğru istikamette olduğu gerçeğini değiştirmez bence.

    "kürt açılımı", türkiye için böyle bir birleşme ve bütünleşmenin ilk adımlarındandır ve değeri de belirttiği bu doğru istikamet bakımındandır. yoksa, netice şu veya bu olur, amerika'nın geride başka bazı planları olur, bunlar ayrı bahisler. açıkçası, bu müsbet teşebbüslere tavır alan türk milliyetçileri de şunu unutmamalıdırlar ki, "büyük türkiye" olmanın yolu buralardan geçmektedir ve bunun alternatifi, "büyük türkiye" olmak değil, kendi kendisiyle boğuşan ve dışarıda da batı emperyalizmine hizmet eden, bilhassa amerika birleşik devletleri'nin çıkarlarını koruyup kollayan bir "devletçik" olmaya devam etmektir.

    bu mudur istedikleri.
    bu meyanda, anayasa mahkemesi'nin kürt partisini (dtp'yi) kapatmasına çok şaşırdığımı ifade edeceğim. hepimiz, pkk fedâilerinin silahlı mücadeleyi bırakıp kanun dairesinde siyasî mücadele yapmalarını istemiyor muyduk? türk ordusuyla savaşmak yerine, cemiyet meydanında hür ve açık biçimde siyasî mücadele vermelerini beklemiyor muyduk? şimdi, böyle kanunî bir mücadelenin zemini olabilecek bir partiyi kapatmak da neyin nesidir? onlara, haydi hep beraber dağa çıkın mı denmek isteniyor? bu, bence çok büyük bir aptallıktır ve kanaatim o ki sabetaycıların yeni bir provokasyonudur. çünkü, hâdise kanunî siyaset dairesine girmek tarzında gelişseydi, bu hem türk toplumunun, hem de türk ordusunun menfaatine olacaktı, özellikle de çocuklarını askere gönderenlerin ve ordudaki erlerin menfaatine. öyle ya, dağlarda generallerin bizzat kendileri savaşmıyor, halkın çocukları savaşıyor. paralı asker değil ki onlar, türk toplumunun çocukları.

    anayasa referandumu
    türkiye’de geçtiğimiz günlerde bir “referandum” oldu. bir kısım insan bunu boykot ederken, diğerleri oyunu kullandı ve sonuçta hukukî bir ilerleme gerçekleşti, “kanun hakimiyeti”ni tesis etmek üzere müsbet bir adım atılmış oldu. bu sâyede, an’anevî olarak ülkeyi kontrol eden sabetayist klik, son sözü söyleme imkânını teoride artık kaybetti. tabiî ki henüz her şey bitmiş değil, hâlâ devam eden bir süreç söz konusu.

    üstelik, korkarım ki bir şey daha var türkiye’yi bekleyen. korkum şu bakımdan: bu nevî ilerlemeler yoluyla, sonunda türkiye’yi brüksel’deki bürokratların eline terk etmek, halkı bu istikamete sürmek istiyor da olabilirler. yâni, türkiye’yi bir avrupa birliği ülkesi yapıp, kontrolünü brüksel’e devrettirmek. gerçi şurası da bir gerçek: türkiye bugün tam bağımsız bir ülke değildir. ülkede yabancı güçler yâni yabancı üsler mevcuttur; aynı şekilde, son “mavi marmara katliâmı” sebebiyle israil’le büyük problemler söz konusu olsa bile, türkiye’deki siyonistler, –elbette halk arasında değil ama- ordu, emniyet, istihbarat gibi idareci çevrelerde hâlâ çok güçlüdürler. elbette halk, türkiye cumhuriyeti anayasasında müspet ilerlemeler gerçekleştirmek üzere referanduma giderken, bu işin sonunda nereye varabileceğini bilemez. bir diğer ifadeyle, mevcut olan kadarıyla bile olsa sahip olunan bağımsızlığın, avrupa birliği üyesi olunarak neticede brüksel’e devredileceğini ve ekonomiyi ilgilendiren yasalarda artık sadece brüksel’in dayattıklarının geçerli olacağını bilemez. brüksel’i “son söz sahibi” kılmaksa, protestanların ve yahudilerin karar mercii olduğu abd temelli bankacılık sisteminin boyunduruğu altına girmek anlamına gelir.

    israil türkiye ile başa çıkamaz
    türkiye hükümeti, devrimci değil, reformcu bir hükümettir. iktidardaki partinin –inanç seviyesinde de olsa- ideolojik temeli islâm olduğu için, kendilerine oy veren müslüman çoğunluğun hissiyatına hürmet duymak zorundalar. ancak benim gördüğüm, büyükelçiye karşı alınan tavrın sathî olduğudur. neticede, hangi hükümet başta olursa olsun, türk hükümetine karşı yapılacak böyle bir aşağılayıcı ve çocukça hareketin karşılığı daima benzer olurdu. israil kim ki? hiçbir tarihî derinliği olmayan küçücük bir devlet. karşısındaki türkiye ise, hem tarih hem coğrafya itibariyle köklü bir devlet. elbette, belki görünüşte de olsa, bir şekilde haddi her zaman bildirilirdi.

    benim görmek istediğim ve olması gereken tavır ise, türkiye cumhuriyeti’ni kendine destekçi kılmış israil’e, siyonizmin bugüne kadar işlediği suçlara türkiye’yi de ortak etmiş bu işgalci devlete toptan bir red tavrı almak, siyonizmin ve emperyalizmin merkez karargâhı olan nato’dan çıkmak ve üslerine kapıyı göstermektir. bu gerçekleşene kadar, alınacak –güya- her tedbir, “kozmetik” denilen nevîden olmaya mahkûmdur. bugüne kadar da hep öyle oldu. tek bir tedbir “hakiki”ydi ki, onu ayrı tutuyorum: israil’in geçtiğimiz yıl anadolu topraklarındaki bir tatbikata türkiye tarafından dahil edilmeyişi. tedbir dediğin böyle olur, böyle de olmalıdır. ancak, yeterli değildir.
    türkiye, islâm düşmanlarının, sömürgecilerin, ırkçıların, kendileriyle savaşmak ve mağlub etmek zorunda olduklarımızın kampı nato’ya mensub olduğu müddetçe, siyonizmin suç ortağı olmaya maalesef devam edecektir.

    talabani bizimle birlikte operasyonlara katıldı
    kürt meselesi cidden çok girift bir mevzudur. söylemek istediğim şey şu: kürt toplumunun, müstakil bir toplum olarak, bir kavim olarak tanınma hakkı vardır. ne var ki, kürdistan toprakları dört ayrı ülkeye bölünmüştür. az birazı ermenistan ve azerbaycan’da olmak üzere, asıl olarak türkiye’nin doğusunda, iran’da, irak’ta ve suriye’de kürt bölgeleri mevcuttur. irak’ın kuzeyinde 1958 devrimi’nden sonra, kürtlere birçok haklar tanınmıştır, bir bakıma kürt özerk bölgesi oluşturulmuştur. şimdiyse, amerikan işgalinden ve işgalcinin bölge düzenlemesinden sonra irak’ta tam anlamıyla merkezî bir hükümet bulunmadığından, kürtlerin bu durumdan kendi lehlerine faydalanmak istemelerini ve mesud barzanî’nin tavrını anlayabiliyorum.
    başkan talabanî geçmişte avrupa’da bizimle birlikte çalışıyordu, 1970’lerin başında fransa’da operasyonlar düzenlerken, talabanî de bizimle birlikteydi ve bizim fransa temsilcimizdi. kendisinin mısır diplomatik pasaportu vardı. onu paris’te kullanıyorduk. birlikte eylem düzenliyorduk. fransız polisi de bunu bilir. ancak şimdi bakıyoruz, zât-ı şahaneleri devlet başkanı, falan filan olarak ağırlanıyor, kabul görüyor. neyin karşılığında? ben burada cezaevindeyken, bizimle birlikte operasyonlara katılan talabanî bir sarayda yaşıyor şimdi.

    ona saray verdiler.
    niçin?
    emperyalistlerle, sömürgecilerle işbirliği yaptı çünkü.
    kaynak: özgün duruş kaleme alan : nevzat çiçek
  • bir zamanlar neredeyse idolümdü.te allahım ,kitap okumak iyi bir şey de hangi yaşta ne okuyacağına da dikkat etmek gerekiyor sanırım.kanının deli gibi aktığı zamanlarda böyle çılgınları okuyunca insan özenmiyor değil.
  • sovyetler'in yıkılması sonun başlangıcı olmuştur bu tetikçinin hayatında. sudan'dan fransa'ya paketlenmesi de tıpkı aponun kenya'dan türkiye'ye paketlenmesini andırıyor. sovyetler'in yıkılması, bu iki olayda da etkiliyse dünyadaki pisliklerin temizlenmesi adına hayırlı olmuştur nitekim.
hesabın var mı? giriş yap