• kendi çocuğuna bakmakla başkasının çocuğuna bakmak olmak üzere iki ayrı başlıkta incelenesi.

    sevimli karşı komşumuzun iki buçuk yaşındaki sevimli veledi gününün büyük kısmını bizim evde kitaplığımı dağıtarak, elini nutella'ya daldırarak, ardından o ellerle boy aynalarında sevimli izler bırakarak geçirir. evin kapısını eline aldığı sert bir cisimle kendisi çalar ve anneme cici anne diye hitap eder.

    annemin bir süredir şehir dışında olduğu şu günlerde bizim veledi görmez olduk. bugün markette aklıma geldi, zeynep'e üfleyip içinden balon çıkardığımız ve asla adını öğrenemediğim zımbırtılardan aldım. iki tane aldım ki bitince öbürünü kullansın. tamam tamam diğerini kendime aldım.

    akşamüstü kapı çaldı. daha doğrusu çelik kapıya tangur tungur vurdu birileri. hah, dedim, zamanlama süper. aldım veledi içeri, başladık üfürmeye. bir kutu onda, bir kutu bende. benim baloncuklarım daha parlak diye çirkefe bile bağladım. tüm bu süre zarfında sadece ve sadece iki mili saniye yağmur mu yağıyor acep diye camdan dışarı baktım. bizim velede döndüğümde başımdan aşağı kaynar sular mı desem, kızgın yağlar mı desem, her bir şeyler döküldü. gerizekalıcık köpüklü suyu hangi yetenek ve iman gücüyle bilmiyorum, tüm suratına boca etmiş, gözler kan çanağı kıpkırmızı, bir yandan da ağzıyla yalana yalana suyu yutmakta. çocuğu nasıl aldım, banyoda iki damacanayı rahat dolduracak miktarda suyla ağzını gözünü nasıl yıkadım hatırlamıyorum. veletçiğin cildi de hassas mıdır nedir, ben böyle kızarma görmedim. bir yandan üzerini başını kuruluyorum, bir yandan annesine ne diyeceğim diye soğuk terler döküyorum. lanet olsun yunus market, lanet olsun köpüklü zımbırtı. keşke çikolata alsaydım falan diye söyleniyorum. gözünü açamıyor çocuk. internete falan yazıyorum bir yandan ne yapmak lazım diye. lan diyorum dışarı çıkaramam ama eve doktor mu çağırsam, tıpçı arkadaşlara resmini mi atsam, annesine ne diceeğm vs.

    dur, dedim, bir deney yapayım. allah'ım yazarken bile muhteşem zekama hayret ediyorum. aldım diğer şişeyi gözüme adeta, bakın tekrar ediyorum, adeta boca ettim. sonra da bol suyla yıkadım. bakayım geçiyor mu diye. kendi çocuğum olsa vallahi yapmam. neyse ikimiz ikişer koca kırmızı gözlerle koltuğun iki kenarında oturduk bir süre. kıza ömrümde yapmadığım ikramı yapıyorum. cupcake'ler, baby tv izlemeler, hadise'nin nerdesin aşkım şarkısına bile üç kez katlandım. bir yandan da ellerimizde mendil, kızarmış gözlerimizi siliyoruz. şeytan diyor al veledi bırak komşunun kapısına kaç. ya da dilendirsem mi. ikimizin de amansız bir göz hastalığı olduğunu söylesem kesin köşeyi dönerim. neyse bu düşünceler eşliğinde hungry henry izledikten sonra baktım gözlerimiz normalleşmiş. götürdüm evine, bırakıp kaçtım. şaka şaka anlattım tabi annesine. kadın önce bir kanepede, sonra da gazını alamayıp diğer kanepede güldü "niyi bi kidir ibirttin" diye. hıı, dedim içimden, sen olsan acep napcaktın.

    köpüklü suyu kendi gözüme boca edişimi ise ablama bile söyleyemedim. şu an derin derin "kriz anlarında başka ne gibi gerizekalılıklar yaparım acaba" diye düşünüyorum. umarım kimse yanımda yanlışlıkla kendini falan bıçaklamaz.

    elveda.
  • çocuk yetiştirmek uzun süreli ve genelde belli kişiler tarafından verilen tüm emeği karşılayan bir bileşik fiil. çocuk bakmak yanlış bir kullanım değil. örneğin birkaç saatliğine çocuğa göz kulak olan bir kişi o çocuğu yetiştiriyor değildir, çocuğa bakıyordur. o yüzden, mesela, çocukların ebeveynleri yanlarında değilken çocukla ilgilenen kişiye bakıcı deniyor.

    tabii anlatamazsınız, anlamamışsanız demek ki.
  • pazar sabahi icinden baby tv rakamlarin sarkisi esliginde gecilen durum.
    anasi afedersin osura osura uyuyor yatsin keyif yapsin dedik bakalim karni acikana kadar devam.

    bir tek kotu yonu var bu isin..surekli yapmiyorsaniz cocuk bakarken "e tamam iste o takilsin bende burdan bakiom" gibi mal degnegi yanilgilara gark olmaniz.tropikal kertenkele gibi oldum gozumun biri sabit digeri hareket edebilio falan.evrime 5 kaladan bahsediyorum.kicim basim ayri oynuyo.
  • keyifli, yorucu ve sadece çocuğa bakıp kendinizi her şartta ötelediğiniz, ertelediğiniz için inanılmaz bir fedakârlık ve kendine boş vermişlik gerektiren, aynı zamanda da yüksek sabır isteyen bir iş.

    tabii bunlar ilk sözde insanın kendi yavrusu için geçerli. on altı tane yeğeni olan bir insan evladı olarak şahsım, bu yeğenlerimi çok sevmeme rağmen 15-20 dakika oyalayıp ondan sonra gözlerimle ortalığı yeğeni satacak birini aramakla geçirirken iş kendi yavruma gelince, pek tabii birisi alsa yardım etse iyi olacak ama kimse bu işe yanaşmasa da bırakın 15-20 dakikayı, 115-120 sene bile aralıksız bakmaya, onunla ilgilenmeye, kendimi bırakıp tamamen ona odaklanmaya hazırım, nazırım, zerre kadar da gocunmam, pişmanlık duymam bundan.

    derlerdi ki ebeveynlerimiz "ana-baba olunca anlarsınız." evet, ana-baba olduk da anladık.
  • bakıcı baba, bakılan kızı ise çok zevklidir.
  • çocukları makul ölçüde severim, edepsiz olmayanları ama, evet şarta bağlı yalan söylememem. bakmayı ise hiç sevmem, hem de hiç. kim ense yapıp kendine vakit ayırmak varken sürekli bir şeyler talep eden ve laftan anlamayan üstelik ağzında dişi bile olmayıp konuşamayan birine vakit ve para ayırmak ister ki? ki bu en sevimli olduğu zaman bir de. ha kendi çocuğumuz ...kan şeysi. peki ben doğurduğumda çocuğumu değiştirselerdi başkasıyla ben ona da yapacaktım bunları? o zaman? kandırılıyor muyuz neyiz, bu işin özü şirinliklerini kullanarak kendilerine baktırmak isteyen bebek milletinin uydurduğu bir efsane olabilir. zaten bir süre sonra "madem bu kadar emek verdik devam edelim bari" oluyoruz. aşk meyvemiz, kıymetlimiz, pirenzimiz, pirensezimiz...
    seni çok seviyorum ama hissiyatım böyle kızım, anla sen de koskoca kadın sayılırsın. ve itiraf edemesem de çocuklarına bakmak istemiyorum. ama tırsıyorum söylemeye, çünkü sen beni koyun sanıyorsun, değilim, gör artık. ben peru' ya gitmek istiyorum, bebek arabasıyla parklarda sürtmek değil:(
  • hayatımda ilk defa, önümüzdeki üç gün boyunca ortaokul çağındaki iki çocukla deneyimleyeceğim durum. evde benden başka bir canlının devamlı varlığı çok acayip geldi önce. tatilden geldikleri için çamaşırları yıkanıyor, sonra banyo yapmaları sağlanıyor, en son karınları doyuruluyor. bu arada üç kahve soğudu, lavaboya döktüm. demlediğim çayı daha ağzıma götüremedim. dolayısıyla ciddi bir takip ve aktivite söz konusu. daha getirin bakalım şu test kitaplarını faslı başlayacak. gerginliği azaltma adına kakaolu ıslak kek yapmaya başladım. hansel ve gretel cadısı gibi önce besleyip sonra hunharca ders çalıştıracağım bakalım. korkun tabletler, şimdi siz düşünün youtuberlar.
    (yüksek ihtimalle buraya çalıştıramadı editi gelecek).
    ve beklenen edit: gta diye bir şey varmış, süper. ben bile getirdiğim kitabı okumuyorum.
  • * genellikle, yaşlanınca eskiden baktığımız çocuk tarafından bakılmak istiyoruz.
    * bazen, iyi bakmadığımız*, yani kör baktığımız* çocuk bize bakıyor, hayattan uğurlamayı ve yüzleştirmeyi üstleniyor.
    * anne çocuğu terk etmeyi başarıncaya kadar, büyük olasılıkla bakmayı da başarır. annelik içgüdüsü değil, kadın eğitimi.

    (bkz: yaşlanınca bana kim bakacak sorunsalı)
  • insanlarla bir aradayken birlikte vakit geçirdiğimizi söylüyoruz. yaşça küçük insanlarla geçirdiğimiz zamanı neden bakım olarak nitelendiriyoruz? "çocuk bakmak" ifadesini, çocuğun ebeveynler için bir yük olduğunu vurgulaması ve çocuktan da bir beklenti içermesi sebebiyle sevmiyorum.

    gördüğü bebeği "ay minnoş da minnoş" diyerek mıncıklayan biri olmadım hiç. bu zamana dek yakın temasta bulunduğum tek çocuk da aramızda epey yaş farkı bulunan kuzenim oldu. sık zaman geçiririz birlikte. ama hep anne babasının otoritesi altında. ilk defa üç haftalık sömestre tatilinde baş başa kaldık. annesi babası, ben ona "bakarken" uymam gereken pek çok ültimatom verdi. abur cubur hakkı günde bir paketle sınırlanacak, her sabah kahvaltıda bir bardak süt içilecek, ödevler bitirilecek, her gün bir tabak meyve tüketilecek, gece en geç onda uyunacak, internette günde maksimum 1 saat vakit geçirilecek, vs. vs.

    ben ne yaptım? onların tabiriyle çocuğa bakmadım. kokusunun midesini bulandırdığını söyleyen bir insana zorla o yemeği yedirmek düpedüz işkence etmek benim için. bana muhtaç olduğunu ima ederek çocuğu bir şeyler yapmaya zorlayacak kadar zorba bir insan da değilim. ne istersen onu ye dedim. tıka basa yedi abur cuburu. iki hafta sonunda markete gittiğimizde, "sıkıldım ben bunu yemek istemiyorum artık" deyip market arabasından çıkardı koyduğum jelibon paketini. abur cuburu çocuğun gözünde cazip hale getiren koyulan kısıtlamalar. kısıtlı abur cubur da ödev yapmak gibi olumlu davranışların gerçekleştirilmesi karşılığında ödül olarak verilince çocuk için uğruna savaş verilesi bir şey haline geliyor. kitap oku da demedim. neden okumadığını sorduğumda ödev diye verilen kitabın çok sıkıcı olduğunu söyleyince kitapçıya gittik. kendisine seçme fırsatı tanındığında aldığımız tüm kitapları okudu. internet kullanımını süreye bağlamak da tüm gün o ana kavuşma beklentisi içerisinde bırakılan çocuğun diğer tüm zamanlarını değersiz bulmasına yol açıyor. birlikte kurabiye pişirdik, üzerlerine desenler çizdik, film izledik, resim yaptık, spirograph çizdik, fotoğraf çektik, kediye kıyafet diktik... internetin başından kalkacak alternatifler sunmadan çocuğa sınırlama getirmenin bir anlamı yok. ebeveynler kendileri ot gibi yaşayınca çocuğu dahil edecek bir faaliyet de bulamıyorlar haliyle. anne babalarda gözlemlediğim bir şey de gündelik olağan işlerini yaparken, kendilerini yavaşlatacakları telaşıyla çocuğu hayatlarına dahil etmemeleri. o kadarcık yavaşlamanın sebep olduğu zaman kaybını tolere edemiyorsan yapma o çocuğu. gün içinde enerjimi atamamışsam ben uykuya zor dalıyorum. tüm günü evde hiçbir şey yapmadan geçiren çocuk yat dendiğinde hemen nasıl uyusun?

    üç hafta sonunda kuzen yaptıklarımızı şevkle anlatınca bolca sitem dinledim ve çokça sinirlendim. okunması gereken kitaplar bitmemiş. sağlıksız beslenmiş. kış günü sokak sokak yürütmüşüm küçücük çocuğu. kısacası kuzenime iyi bakamamışım. ben zaten kuzenime bakmadım. yapmak istediğim, birlikte güzel vakit geçirmekti. bunu da başarmışızdır umarım.

    ebeveynler çocuklarıyla ilişkilerini, kendi yönlendirmelerinin her zaman en doğrusu olduğu ön kabulu üzerine kuruyorlar. mükemmel çocuk bakma takıntıları da kendilerinin ne kadar mükemmel olduklarına dair sarsılmaz inançlarından kaynaklanıyor. oysa hata yapabilme ihtimalini kafanın bir köşesinde hep taşımadıkça çocukla empati kurmak mümkün değil.
  • iki, beş,altı ve yedi yaşlarında 4 çocuğa bütün gün bakmam gerekiyor ki bu saatte kadar bile canım çıktı.
    bok çuvalı 2 yaşındaki bağırıyor sürekli susmuyor, kafayı yemek üzereyim
hesabın var mı? giriş yap