• adamlarda yok yok.

    film noir sevenler: blood simple.

    komedi isteyenler: o brother where art thou, the ladykillers, intolerable cruelty, hail caesar

    western'den vazgeçemeyenler: true grit, the ballad of buster scruggs

    dram bağımlıları: inside llewyn davis

    komedi görünümlü dram: a serious man

    gangster filmi yok mu? o da var: miller’s crossing

    absürt olsun ama aksiyon da olsun ve bunları yaparken eğlendirsin: burn after reading, the hudsucker proxy, raising arizona

    her yönetmenin gizli hazinesi vardır. coen'lerin gizli hazinesi: barton fink

    film izlerken romanın içindeymiş gibi hissedeyim: the man who wasn't there

    başyapıt izlemek istiyorum, sinemaya doymak istiyorum diyenler için:
    aksiyonlu, dramlı, suçlu, eğlenceli, her şeyli başyapıt fargo
    komedili başyapıtların başyapıtı the big lebowski
    gerilimli, dramlı başyapıt no country for old men

    yıllardır ellerinde ne var ne yok önümüze yığıyorlar. her yoldan gidebiliyorlar. bulaştıkları her işin altından da kalkıyorlar. canım coen'ler.
  • coenler, anlattıkları amerikan hikayeleri ile dünyaya mal olmuş iki kardeş. beraber yazıyor, beraber yönetiyorlar.
    filmlerinde genel olarak gözlenen özellikler; talihsizlikler serisi, lüzumsuz cinayetler, aslında gerçekte kötü olmayan ama çok parlak zekaları olmadığı için olayları basit yollardan* halletmeye çalışan sıradan insanlar, kötü adamların iyi olmak adına yaptıkları ufacık şeylerin felaketlerine yol açması, kovboy şapkalı adamlar ve bütün bu garip olaylardan işi en çok ciddiye alanın (ya da en saf olanın) en karlı çıkması..

    filmlerini kronolojik olarak ele alalım;

    blood simple (1984)

    coenlerin ilk filmi blood simple. öyle bir film ki bu, sinematografilerine yerleştirdikleri çerezlik filmleri saymazsak gelecek 25 yılda coenleri coen yapan tüm özelliklerini, ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını ve hatta oyunculara kadar hemen hemen her şeyi içeriyor. izleyiciler açısından coenleri seyretmek için iyi bir başlangıç.

    raising arizona (1987)

    zincirin en zayıf halkası. güzel detaylar içeren ama sertleştirilmiş bir bebek firarda öyküsünden öteye gidemeyen bir film. coen filmlerinde daha sonra hiç rastlanmayan zoraki bir güldürme tutkusu, heh heh hadi burada gülün sahneleri, felaket bir müzik kullanımı ile amerikan tvleri için hazırlanmış bir film gibi durmakta.

    miller's crossing (1990)

    amerikalılar nasıl derler? "now you're talkin'!" ya da bilemiyorum, what's the rumpus? mı demeliydim. coen kardeşlerin ısınmaya başladığı, olayların otomatik tüfekleri de olan gangsterler etrafında dönmesi ile tipik coen absürtlüğünün karakterler ile değil olay akışı ile aktarıldığı başarılı bir film. klişelerin sıkmayan kullanımı, başroldeki elemanımızın gelişen olaylarda payı az olmasına rağmen uzun bir süre boyunca bu durumdan acı çeken tek adam olması, muhteşem oyunculuklar ile parıldayan karanlık bir film.

    barton fink (1991)

    barton fink. daylight is a dream, if you live with your eyes closed... (gün ışığı bir hayaldir eğer gözlerin kapalı yaşıyorsan...)
    metaforik anlatımın tavana vurduğu anlayana bir film bu. barton fink dışında tüm karakterler metaforik anlatım için simgeler iken fink'in tek gerçek karakter olması filmi unutulmaz yapan özelliği. film adı olarak barton fink'in seçilmiş olması ise bu iddiayı destekler nitelikte.
    hayatının herhangi bir döneminde sanat, edebiyat gibi yaratımsal süreçlerle ilgilenmiş kişiler barton fink'in yaşadığı sıkıntıyı hissedebiliyor, anlayabiliyorlar o'nu, bu yüzden de çok seviyorlar fink'i.

    the hudsucker proxy (1994)
    coen'lerin zayıf filmlerinden biri daha. paul newman, jennifer jason leigh, charles durning etkili oyunculukları ile filmi seyirlik hale getiriyorlar ama genel olarak hikayenin zayıflığı filmi oldukça güçsüz kılıyor. üstü çok da kapalı olmayan ancak yine de tatlı sularda gezinen bir sistem eleştirisinden öte bir şey beklememek gerekli. bunun yanında film oldukça eğlenceli detayları ile göz kırpmıyor da değil. özellikle terzi detayı filmi anlamlı kılan, güzel bir etken.

    fargo (1996)

    coen'lerin kriminal temalı filmleri içinde* açık ara en eğlenceli, bugüne kadar yaptıkları en keyifli film. müzik kullanımı ve planların filmin başarısındaki etkisi en az hikaye kadar büyük. sinema açısından ele alırsak fargo'nun kendi tarzındaki filmlerin ötesine geçmesinde en önemli etkenlerden biri olayın tüm absürtlüğüne rağmen her şeyin çok gerçek olması, kurgusallık hissi yerine yaşanmışlık hissi vermesi olabilir. belki filmin başında yazan "bu gerçek bir hikayedir" geyiği (öyle olmadığı söylenmiştir) böyle hissedilmesinde etkilidir. belki de tersi söz konusu olup filmin bu etkisi fark edildikten sonra hikayenin absürtlüğüne gönderme yaparcasına eklenmiştir bu not kim bilir. bu arada filmdeki gömülü parayı aramak için yola çıkan ve bu uğurda ölen bir arkadaş olduğunu bir kez daha dile getirelim ve yaşadığımız dünyanın coen filmlerindekinden daha absürt hikayeler barındırdığını bir kez daha vurgulayalım ki çember tamamlansın.

    the big lebowski (1998)

    nasıl denir, böyle ferah, geniş, huzur verici bir boşvermişliğe saygı duruşu. sistemin adamı olamayacak kadar umarsız ruhlu (tepkisel değil yalnız, gayet pasifize) the dude'un hikayesi.
    tipik coen filmlerinin çok ötesinde muhteşem bir başyapıt. being lebowski filmi yapılsa da izlesek demekten başka bir şey söylemeye gerek yok.

    o brother, where art thou? (2000)

    deneysel bir çalışma, belki de müzikal mi demeli bilemiyorum.. odyssey temelli senaryosu ile oldukça ilginç bir film ancak bir çok kişi için bu özelliği nedeniyle saçma sapan bir film olmaktan öteye gidemiyor. her nasılsa müzik kullanımı o kadar iyi ki bir süre sonra film unutulsa bile müzikleri unutulmuyor.

    the man who wasn't there (2001)

    fargo'dan sonra lebowski ve o brother ile değişim peşinde koşan coenlerin kendi çöplüklerine geri dönüşü. hak ettiği ilgiyi görmemiş olmasına rağmen kardeşlerin en güzel çalışmalarından biri. ancak blood simple, millers crossing ve fargo'dan sonra çok da yeni bir şeyler anlatmıyor olması da bu durumda etkili. düşük tempolu ve siyah beyaz olması ise filmin tadını çıkartmak için güzel bir fırsat sunuyor ancak hareket seven sinema seyircisine iç bayıcı gelebiliyor bu durum. gerçi bu sinematografi sayesinde muhteşem planlar yakalanmış, her biri poster yapılacak kadar güzel bir çok sahne izletmiştir seyirciye.

    intolerable cruelty (2003)

    romantik komedi türü için oldukça başarılı ve eğlenceli bir film intolerable cruelty. yer yer coen izleri taşısa da türü için güzel bir örnek olmak dışında kayda değer bir önemi olmayan çerezlik film. the big lebowski'yi yapmış adamların bu filmi yapmış olması şaşırtıcı ve gerçek yaşamın absürtlüğüne güzel bir örnek daha.

    the ladykillers (2004)

    kötü, çok kötü bir film hatta raising arizona'dan bile kötü. arada kalmış bir hikaye. sonunu bağlamak için uçtukça uçmak, gereksiz karakterler... tom hanks yerine eddie murphy oynasa hiç yadırgamaz sanırım yerini ki film kalitesi de eddie murphy filmlerini aratmayacak kadar vasat.

    no country for old men (2007)

    6 yıldır üretmeyen coenlerin muhteşem dönüşü oldu bu film. kovboyların amerikasında nefes kesen bir hikaye, efsane bir kötü adam.
    filmde müzik kullanılmaması ve bunun yardımıyla oluşturulan rahatsızlık hissiyatı mazoşist bir keyif yaşatmakta. polis karakolundaki boğma sahnesi sinema tarihine geçecek kadar yalın ve ürkütücü. hikayenin şekillenişi, yan rollerin sunumu (hikayeye çok bir katkı sağlamasa da) mükemmel. coenlerin, en iyi iki filminden biri. (diğerine herkes kendi karar versin)

    burn after reading (2008)

    no country for old men efsanesinden sonra coenlerden arada kalmış ama kabul edilebilir bir film daha. vasat bir hikayenin çok iyi
    oyuncularla kurtarılmasına iyi bir örnek. kurgusu bir çok coen filmine göre oldukça karmaşık ancak çözüm benzer; öldür gitsin.
    ...

    2009 yılı itibariyle coen serisi bu kadar. şimdilik yapım aşamasındaki a serious man ile eski çizgilerini koruyacak hail caesar ile o brother, where art thou? benzeri deneysel bir filme yelken açacaklar gibi. bekleyip göreceğiz.

    [bir de kişisel bir gözlemi not düşelim; blood simple'ı ilk izlediğimde coenlerin frances mcdormand tutkusunu biliyor ama joel coen'in mcdormand ile evli olduğunu bilmiyordum. ancak bu film öyle planlar içeriyordu ki coenlerin mcdormand üzerindeki tutkusu oyunculuktan öte aşkla ilgili diye düşünmüş akabinde zaten filmin yapıldığı yıl mcdormand ile joel'in evlenmiş olduğunu fark etmiştim. (on puan bana)]

    biraz da güzelleme yapalım;

    en unutulmaz coen karakterleri

    1- jeffrey "the dude" lebowski (jeff bridges, the big lebowski)
    2- charlie meadows (john goodman, barton fink)
    3- anton chigurh (javier bardem, no country for old men)
    4- walter sobchak (john goodman, the big lebowski)
    5- gaear grimsrud (peter stormare, fargo)
    bonus
    6- general (tzi ma, the ladykillers)

    en unutulmaz sahneler

    1- fargo, gaear grimsrud* delilleri yok etmekte iken çoraplı bir ayak görünür..
    2- no country for old men, polis istasyonundaki boğma sahnesi*
    3- barton fink, charlie meadows* alevler eşliğinde otele gelirken..
    4- the big lebowski, yumruğu yiyen dude uçmaya başlar*
    5- the man who wasn't there, creighton tolliver'ın* berbere göz kırptığı sahne.. was that a pass?

    sonuç olarak, coenler bugüne kadar imza attıkları filmler ile kubrickvari bir mükemmellik çizgisi yakalayamasalar da her filmi beklenecek kadar iyi sinemacılar. evrensellikleri sorgulanabilir ancak bugüne değin yaptıkları müthiş filmler ile sinema tarihine geçmeyi çoktan hak ediyorlar.

    not: bu entryde bir kez bile "kara mizah" ifadesi kullanılmamıştır. işbu not bu eksikliği gidermek için yazılmıştır.
  • terry gross'un coenler'le yaptığı bir röportaj var. kaynak the coen brothers: interviews kitabı, google books'ta bulunabilir. gross, yaklaşık olarak şöyle bir soru soruyor:
    filmlerinizde çok karışık olaylar ve komplolar oluyor, bütün bunları nasıl yazabiliyorsunuz?

    ethan coen şöyle cevaplıyor:
    hikayenin nasıl ilerleyeceği hakkında hiçbir fikrimiz olmadan yazmaya başlıyoruz. yazmadan önce asla senaryonun bir taslağını çıkarmıyoruz. ilk sahneyi yazıyoruz, ucu nereye giderse gidiyor. zaten filmlerimizin bu kadar karmaşık olmasının nedeni de budur.

    çok benzer bir şeyi daha bir iki ay önce on writing'de de okumuştum. stephen king de böyle yazarmış*, yani neye varacağını kesinlikle düşünmeden sadece başlarmış.

    not: hem planlı ve hem de plansız yazmayı bolca denemiş biri olarak kesinlikle katılıyorum. barajın kapaklarını bir açın da siz, su yolunu buluyor. klişe oldu bu elbette ama çok doğru.
  • kaşım gozum benzior bu arkadaslara.. gitsem soyle kücük vilayetin nufus mudurlugunden soy adimi "benimkinin sikindirik olmasi neticesinde coen olarak deiştirmek istiyorum hakim bey" desem de degistirsem.. sonra ver elini amerika diye "selam abilerim ben geldim.. ben de sizin kardesinizim" desem soyle ayak yapsam diyorum.. artik tatli dil dokmekle bir 3. olmayi umuorum. sacsa benzior, kaşsa benzior arkadas..

    hele bi coen birader titrini alalim sonra cekecegimiz filmler "ücümüze ücünüz bayram etsin cükümüz" misali olmazsa serefsizim..
  • hicligi ve hic bir anlamı olmadan yapılan seyleri,kahramanların hic bi amac olmadan,oylesine yaptıgı seylere olmadık anlamlar yukleyip ve bu aptalca,oylesine hareketleri zekice ve planlanmıs seylermis gibi farzedip buna gore davranan kotu adamları senaryonun temeline oturtup cok guzel filmler ceken adamlar.hiclik,basitlik,amacsızlık,gorecelilik gibi kavramlar bu adamların kavramlarıdır,filminde kullanmak isteyen yonetmen altından kalkamaz kolay kolay,cem yılmazın burda cizilmisi var muhabbeti gibi burda incelenmisi var diye elestirilirler.
  • kısa bir hikaye okumuştum adını ve yazarını hatırlamıyorum..usta ressam ile çekirgesinin resim sanatı hakkında atıp tutmalarını konu alıyordu..hikayenin bir bölümünde resmi izleyenin, resmin nasıl oluştuğuyla ilgili hiçbir fikrinin oluşamaması, o resmin mucizevi olma hissini taşımasında en büyük etkendir cümlesi geçiyordu..yani seyircinin fırça izlerini tek tek görememesi onun yerine sadece onlarca fırça izinin oluşturduğu bütünü hissedebilmesi ve o bütünün nasıl oluştuğuna akıl erdirememesi büyüyü yaratır anlamında basit bir şey söylüyordu..

    coen filmlerinde de aynı şeyi hissediyorum hep..o kadar ustaca, adım adım, yüzlerce ayrıntıyla zenginleştirilerek işleniyor ki karakterler ve olaylar, o hislere teslim olmaktan başka çareniz kalmıyor ve film bittiğinde ışıklar yandığında, o küçük parçaları göremez hale geliyorsunuz..bir tek, o absürd, anlamsız ve hafif his kalıyor..ed crane'in, barton fink'in, gopnik'in, lebowski'nin hissettiğinden..
  • hürriyet gazetesi'nin film kulübüyle 1.750.000 tl'ye verdiği vcd ile tanıştım bu adamlarla. hep kutunun içinde iadeye gitmeyen kağıdında yeşil ojeli ayak tırnağının serçesi ucundan kesik resmin olduğu üstünde koca harflerle büyük lebowski yazan neydi diye merak ettim izledim. sonrada hatırlamadım. internetle tanıştığım o zamanlar bu izlediğim saçma film neydi diye aramam bu iki kafalı yönetmenle tanışmama sebep oldu. daha sonra fargo'yu sonra'da diğer filmlerini izledim. film kültürümle harmanlayıp çeşitli çıkarımlara varamam ama a serious man'i izledikten sonra haklarında bazı kanılara vardım;
    -hep o anlamadığım felsefeye çıkıyordu filmleri. yabancı bir gazetede haklarında öyle yazıyordu zaten varoluşçu sinema diye
    -filmlerdeki kahramanların başlarına olumsuz şeyler geliyordu ama her filmdeki gibi görkemli bir finalle bitmiyordu coen filmleri
    -okul hayatımızda edebiyat öğretmenlerimizin bize öğrettiği hikayeler "giriş, gelişme ve sonuç" tan ibaretti. ama coenler "gelişme ve giriş" ten ibaretti.
    -o kadar karmaşanın içinde bu koca evrenin dinginliği sonunda galip geliyordu.
    -aslında ne kadar absürt olsada o yakıştırmayı bizim yaptığımız barizdi, onlar herşeyi aynen olduğu gibi anlatıyordu hemen hemen hepsi gerçekti. tıpkı hayat gibi.
    -coen kardeşler bu özellikleri ile beni hiç kandırmadılar. "hayat güzeldir" konseptli filmlere gönderme yaptılar aslında "hayat böyledir" diyerek. istesende istemesende.

    coenleri en iyi anlatan filmler ve bölümleri;
    - the hudsucker proxy filmindeki prolog.
    - blood simple filmindeki prolog.
    - no country fo old man filmindeki prolog.
    - a serious man filmin tamamı.

    ve bir çok şey yazılabilir ama en az herkes kadar kadercidirler.
  • bunları "coen kardeşler" değil de "coen biraderler" diye çevirme özentiliğini gösteren ilk her kimse bulup bulaşık yıkadığım elimi durulamadan ağzının ortasına tokadı çakmak istediğim ikili.
  • abilerden biri emekli olmuş, film yazıp çekmekten yorulmuş sanırım. diğeri yoluna devam edecekmiş. isimleri arama zahmetine bile girmedim çünkü çok üzüldüm. ilginç bir şekilde bu adamların tarzı bana çok fazla hitap ediyor. ellerinden çıkma fargo, no country for old men, the ballad of buster scruggs, the big lebowski, inside llewyn davis'i izledim. bunca izleyip sevdiğimden bile haberim yoktu. biraderlerin sağlam işleri vardı.
    izlediğim hiçbir filmi pişman etmedi. kara mizahta üstlerine yok bence. neyse artık. biz başka kapıya.

    edit emekli olmamış fakat ara vermiş sanırım. daha çok oyunlara falan konsantre olacakmış diye okudum. yani film yapmak istemiyor ve yapmıyor adam. emeklilik yok. bir süre sonra tekrar bir film yapabilirler, olasılık dahilinde. kaynaklar yanıltıcı oldu. şu doğrusu.
    https://www.indiewire.com/…_twitter_impression=true
hesabın var mı? giriş yap