• kardeşimin tavsiyesiyle internette bulup izlediğim flimdir. bundan sonrası biraz spoiler içerebilir

    --- spoiler ---
    problemli bir baba ve onun kardeşlerinin bulunduğu bir ev. çocuklarının haline üzülüp yine de bunu belli etmeyen anaç bir babaanne ve bunların içinde ergenliğini yaşamaya çalışan bir çocuk. hayata tutunamayanların belki de buna hiç çalışmayanların hikayesi. film bitince insanın içini büyük bir boşluğun kaplaması hissi bundandır belki.
    aklımda kalan ve bence en vurucu cümle de şoyleydi ki
    "trenleri suçlayamazsın. onlar eninde sonunda trendirler çünkü" bir de bir ülkeyi tam anlamıyla görmek istiyorsanız trenle yolculuk yapmalısınız sözü de çok doğruydu.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak izlenesi, izlettirilesi filmlerden bir tanesi.
  • mükemmel bir filmdir ve bu saatte bira içirendir.

    --- spoiler ---

    fockedey, keeps the doctor away!

    --- spoiler ---
  • posterine bakılırsa ismiyle* müsemma talihsiz bi durum olduğu ortada
  • çok leziz, dramatik, trajik ve komedik. apedron müthiş bir tespit yapmış*; zira yaşam tek yönlü değil. 7/24 çılgın atmadığımız gibi, günümüzün büyük bir bölümünü sahil şeridinde bir bankta oturup, elimizde sigaramızla uzaklara dalarak da geçirmiyoruz. eğer bir film, izleyene birden fazla duyguyu birkaç saat içinde hissettirebiliyorsa, o film eşsizleşiyor işte. yoksa, romantik komedi, korku, dram, komedi, macera gibi kalıplara sıkışmaktan kaçamıyor. ne yazık ki, içinde yaşamın tüm renklerini barındıran ve tanımlamak için -aslında sınıflandıramadığımız için- sadece "absürd" kelimesini kullandığımız bu güzide film gibi müthiş yapımlar, nadiren karşımıza çıkıyor. bulmuşken de yapışmak ve bırakmamak gerekiyor sanırım.

    --- spoiler ---

    film birçok tezatı bünyesinde barındırıyordu fakat bana en ironik gelen şey, koca oğlanın iliklerine kadar işlemiş olan "birincilik" ve "galibiyet" gibi hırslarına rağmen, bu kadar boşvermiş olmasıydı. başarıya bu kadar aç olan ve hayatın herhangi bir kulvarında başarıya ulaşmayı saplantı haline getrimiş bir insanın böylesine "koyvermiş" olması, bana çok ironik geldi. hem bisiklet yarışmasını, hem de bira içme yarışmasını kardeşine kaptırdın. peki, bu madalya -daha doğrusu onaylanma- sevdasını neden başka bir görece başarıyla telafi etmez ki insan? örneğin, modern ve boktan dünyamızda kadın-erkek ilişkilerindeki başarısızlığın yerini işkoliklik ve para kazanma hırsı alırken; geçmişte istediği gibi bir hayat yaşayamamanın tezahürü, çocuğuna aşırı bağlılık ve yapamadıklarını onun yapmasını sağlamak veya dikte etmektir. ancak, koca oğlan bu yollara hiç bulaşmıyor. "hay ağzına sıçayım, yine olmadı" diyerek, içmeye devam ediyor. duvarına bir plaket asmak için duyulan güçlü tutku, ama o plaketi kazanmak için hiçbirşey yapmamak gerçekten filme yakışır bir absürdlük. sanırım bu durum, filmin ismiyle müstesna; yani talihsizlik. bence başka topraklarda, başka bir ailenin çocuğu olarak doğup, farklı fırsatlar tanınsaydı, kariyeri boyunca hiç dava kaybetmeyen bir avukat bile olabilirdi koca oğlan. bazı şeyleri biz seçmiyoruz neticede. içimizden gelen kuvvetli güdüyle, yapmaya alışık olduğumuz ve doğru olduğunu düşünüp, yapmaya devam ettiğimiz şeyler paralellik göstermiyor. filmde de bu durum, en küçük bir başarıya dahi duyulan özlemle, toplumun dayattığı başarı kriterlerini yoksaymak şeklinde bir tezat oluşturuyor.

    adını hatırlayamadığım küçük amcaya gelecek olursak, kendisi iyi ama çevresi kötü cümlesindeki "kötü"yü simgeliyor. cella'yı bilardo oynama bahanesiyle bara götürdün ya; işte o an tiksindim senden küçük amca!

    kendi gözümden filmin vurucu anlarında ise beni en çok üzen şey, gunther'in, jantı yamulmuş bisiklet tekerleğini klasik çekiçleme yöntemiyle düzeltememesi ve okula geç kalması üzerine kendisine yeni bir tekerlek alıp eve gelmesi ve tam o anda, amcalarından birinin arabayla bisikletin diğer tekerleğinin de üstünden geçmiş olmasıydı. o düş kırıklığı, insanı hayatı boyunca takip eder ve kişiliğini şekillendiren öğelerden biri olur. hayattaki en değerli varlığı bisikleti olan bir çocuk için daha büyük bir yıkım olamaz sanırım. lakin gunther farklı bir çocuktu ve en değerli varlığı soyadı, yani ailesiydi.

    en eğlenceli sahne ise tabii ki şu şarkıydı:

    bir mucize oldu,
    yağmur bile yağmadı
    ama vajinam ıslandı!

    --- spoiler ---

    velhasıl-ı kelam, tadı damağımda kalan ve filmi izlediğim çakma dvd'sini eşe dosta, "mutlaka izlemelisin" diye verdikten sonra orijinal dvd'sini alıp, arşivime katacağım çok kaliteli bir film. bağımsız avrupa sinemasının, hep böyle filmler üretmesi temennisyle bir entry'nin daha sonuna geldik efendim.

    fin.
  • über süper film. erkeklerin aile dünyasına mercek, baba olmak, amca olmak... şeylerin boktanlığı... karakterlerin her birine aşık olunası o derece. yalnız küçük çocuğun büyük hali. sen nasıl hoş bir insan olmuşsun eridim bittim. her sahnesi ayrı güzel, müzikleri enfes - ki only the lonely dillere pelesenk..

    ben hayatta iki insandan nefret ediyorum; biri beni taşıyan kadın, diğeri spermlerimi taşıyan kadın...

    uuu baby.. bira festivali. allahtan halihazırda bira ile izliyordum filmi yoksa o saatte üşenmez tekel arardım. her bira içtiğimde only the lonely'i söyleyip bu filmdeki insanları şerefe diyeceğim uzun süre.
  • türkçeye çeviren abiler 'çölde kutup ayısı' olarak çevirmiş.
    (bkz: türkçeye saçma çevrilmiş film isimleri)
  • izlerken gül-e-meyen insanlar da var. sadece içi acıyan ama ağlamayan. bazı filmler de böyle ağlatmaya gerek duymadığı için daha çok sevilir işte. bir de,
    tam bir erkek filmi.
  • türkçe'ye çölde kutup ayısı ismiyle çevrildiğini görünce ilgimi çeken ve dün gece merak edip izlediğim film. şimdi diyorum ki iyi ki filmin ismini çok alakasız olarak çölde kutup ayısı olarak çevirmişler çünkü talihsizler diye çevrilmiş olsa benim dikkatimi çekmeyecek ve ben de bu muhteşem filmi izlememiş olacaktım. bu filmi on sene önce izlemiş olsam bana sorulan büyüyünce ne olacaksın evladım sorusunun cevabını 'petrol strobbe olacağım' diyerek yanıtlar ve oradan sıvışırdım. izledikten sonra insan avrupa sinemasına bir kez daha şükrediyor. oyunculukları ayrı , müzikleri ayrı , havası ayrı , replikleri ayrı güzel olan film. eğer siz de trenle yolculuk yapmayı ve roy orbison'u seviyorsanız izleyin.

    '' hayatımın içinden akıp giden tren, yoluna devam ediyordu. ancak trenleri bir çok nedenden dolayı affedebiliriz. en basiti, o bir trendir. arabaların tersine, trenler dünyanın arka tarafında ilerler. istasyona yakın kenar mahalle evleri diğerlerinden biraz daha iyi haldedir. ama raylarda yol alırken yalnızca kötü halde olanlarını görebilirsiniz. hiç bir araba yolculuğu bir memleket hakkında tren yolculuğu kadar fikir veremez. bahçelerimize, çatı katlarımıza ve barakalarımıza bakarsınız. iplerde kuruyan iç çamaşırlarımızı görürsünüz. bahçe süslerimize , kerevizlerimize , pırasalarımıza verandalarımıza ve tuğladan yapılma barbekülerimize bakarsınız. flaman topraklarında boy gösteren , mahkeme tarafınca onaylanmış ama tadı olmayan otları ağır ağır yiyen inekleri görürsünüz. rayların kenarındaki , yere sabitlenmiş tozlu mermer ve granitlerin , sevdiklerimizin son durağı olan yeri simgelediklerini görmek istiyorsanız trene binin. ''
  • her biri birbirinden manyak 3 amcası, babası ve babaannesiyle yaşayan gunther strobbe'nin aile üyeleriyle birlikte geçirdiği çocukluk anıları ve olgunluk döneminden kesitlerle harmanlanan filmin konusu, yaşadıkları gettonun ruhunu içlerine sindirerek yaşam tarzı haline getiren 'cahil' insanların uçuk hayatları.

    gunther için 'sağlıklı' görülmeyen ailesinden uzak olmasının daha iyi olacağına karar verenler, aslında bir yerde hataya düşmüşler; guntheri gunther yapan şey aslında yaşadığı ve deneyimlediği hayat tarzıdır. bugün hangimiz "sevdiğim şeyi yapıyorum" cümlesini kolaylıkla söyleyebiliyoruz? o'nu yazmaya sürükleyen, yazmayı sevdiren ve o'na bu ilhamı veren de yaşadıkları değil mi? hevesler, ilkler, hayal kırıklıkları, şeylerin boktanlığı, anlamsızlıklar, üç günlük dünyada bir hiç uğruna yapılan fedakarlıklar...

    -gunther'in gerçekten büyüyeceğine ve yaşamaya başlayacağı güne olan inancı,
    -gunther'in hata-kaza sonucu doğumu ile babasının hayatına ilk adapte olduğu zamanın anlatıldığı bardaki bebek sahnesi,
    -only the lonely ve pretty woman gibi şarkıların filme ve hikayenin geçtiği döneme cuk diye oturması,
    -belki de asla baba olmanın ne demek olduğunu öğrenemeyecek olmasına rağmen ne kadar iyi bir amca olabileceğini bize gösterdiği son sahne film içindeki güzel enstantaneler.
  • the fighter filmindeki christian bale'in kızkardeşlerinin evlenebileceği kişileri ortaya çıkaran film.
    böyle bir birliktelik ortaya çıksa o düğüne değil o ülkeye gitmem amk.
hesabın var mı? giriş yap