• amerikan sinema endüstrisince afaroz edilmiş, nicole kidmannın muhteşem bir oyunculuk sergilediği, insanı hayattan ve insanlıktan soğutan film.

    ayrıca filmin içinde 18. yüzyıldan günümüze amerika da göçmen karşıtlığının nasıl bir yol izlediğini gözler önüne seriyor.
  • dogville, son on dakikasıyla bütün sinirlerimi alıp uçurdu...
  • insan doğasının rezilliğini, zayıfa, fedakarlık yapana, alttan alana ya da yardım ettiğine karşı nasıl da bencilleşebildiğini ve anında bu durumdaki kişiyi kendince "suçlu", "suçu kabul eden", merhamet gösterilmemesi gereken olarak, toplum olmanın da verdiği güçle, damgalayabildiğini gösteren filmdir.

    --- spoiler ---

    yardım ederek, anlayış göstererek egolarını yücelten köylüler, bunun karşılığını alma ölçütünü kendi keyifleri olarak belirlerken, kendilerini yaptıklarının adilliğine çok kolay ikna ederler.
    --- spoiler ---

    benzer konular işleyen pek çok filme göre en ikna edicisi ve surata en tokat gibi çarpanıdır. sinemadan, "doğama da egoma da sıçayım" diyerek suçlu çıkarır insanı.
    kullandığı dil, sahneler ne kadar gerçek hayattan kopmuşcasına soyut da olsa, bu şekilde aksine insanın bilinçaltının birebir resmi gibidir film. "ben bunu bi yerden biliyorum" dedirtecek kadar hayatımızın içindendir.
    bana göre kesinlikle imdb deki 7.9 luk puanından fazlasını hak eden, tekrar izlenesi film.
  • her ne kadar lars von trier'in şişmiş egosunu zerre kadar sevmesem de, kendisinin bu müthiş başyapıtını izlemekten dolayı bir kez daha pişmanlık duydum (geç izlemekten dolayı). arşivimde birkaç aydır duruyordu, süresi ve protest bir film olması dolayısıyla izlemekten çekiniyordum. zaten son aylarda kendimi hep dizilere verdim, doğru dürüst izlediğim film sayısı son 3 ayda 20-30 civarındadır. her neyse, lars von trier'in sinemasını tanıyan birisi olarak ve buna rağmen; dogma95'in aktüel kamerasını pek sevmediğimden dolayı aslında çekindim filmden. ama büyük bir hataya nail olduğumu çok geç anladım. trier sinemasında çok başyapıt bulunduğu söylenemez ama bu onun belki de ustalık eserlerinden birisi.

    --- spoiler ---

    şehir üçlemesi veya başka bir şekilde adlandırılan "amerika'nın kirli donlarını ortaya çıkarma projesi"'nin ilk filmi olan* dogville, başrol oyuncusu ve hikayenin günah keçisi nicole kidman üzerinden şekilleniyor. bir stüdyoda, gayet mütevazi imkanlar ile dönem filmi çerçevesinde çekilmiş olan dogville, önce amerikan halkının ne kadar iyilik sever; adeta kristof kolomb'un bu kıtaya ilk adımını attığındaki samimiyeti kadar iyi bir samimiyetle kapılarını bize (daha doğrusu grace'e) açıyor.

    ilk başta uysal, efendi, kendi halinde, amerika'nın atıl bir köyüymüş gibi gözüken bu "it köy", grace adlı bir kadının mafya'nın elinden kaçarak buraya iltica etmesiyle bize tanıtılmış oluyor. zamanla "it köy", yavaş yavaş insanoğlunun içinde bulunan bütün kötü duyguları bir bir çıkarmaya başlıyor. önceleri grace köyde küçük işler, sonraları tüm köyün işlerini üstlenerek köy halkına manevi ve "kanuni" borcunu ödemeye çalışıyor. grace'in zaman içinde şekillenen ve içinde sürekli bulunan bu denli iyi niyetine ve alçakgönüllüğüne rağmen küçük köy halkının onu bir köle gibi çalıştırması, erkeklerin onun üzerinden cinsel tatminlerini gidermesi, zenci bir kadının engelli kızını ona baktırması, iki kişinin yapacağı işi tek başına üstlenmek zorunda kalması gibi gayet sinir bozucu sahneler filmin kırılma noktalarında gerçekleşiyor.

    filmin ikinci bir başrol oyuncusu olan "tom edison" karakteri (tesla'ya selam, iğnelemeye devam), köyün rahibiymiş, bilgin kişisiymiş gibi dogville'in çobanlığını yapıyor. zaman içinde (daha doğrusu ilk görüşte) grace'e aşık olan ve karşılığını fazlasıyla bulan tom, bütün kasaba halkının onu bir orospu gibi kullanmasına göz yumup garip ve fazlasıyla enteresan planları ile aşklarını refaha erdirmeye çalışıyor. bir noktadan sonra bu "sivri zekası" başarısız olunca ve seksüel olarak ondan istediği tepkiyi alamayınca grace'i satma, onu geldiği yer olan mafya'ya teslim etmek istiyor. bu konuyu köy halkına açıyor.

    ikiyüzlülüğün ana vatanı olan dogville* karakterleri sanki yaptıklarından dolayı özür dilermişçesine grace'e (mafya köye gelene kadar) haftalık izin veriyorlar. onu zor işlerde çalıştırmaktan, ağız kokularını çektirtmekten vazgeçiyorlar. mafya köye adım attığında ve grace'i bulduğunda, bu mafyanın başındaki adam grace ile konuşmak istiyor. tahmin edebileceğimiz üzere bu adam da grace'in babası çıkıyor. iki karakter, birbirini yüksek kibrinden dolayı reddetmiş ve terketmiş durumda olmasına rağmen, köyün onların bile kibrini ve vahşetini aşan durumları pek tabi ki etkiliyor bu ikiliyi. daha doğrusu grace'in etkilenmesi, he dese yapacak babası tarafından onay alıyor.

    seyircinin; daha doğrusu trier'in seyirciye aşıladığı "köyü yakın, çoluk çocuk bırakmadan hepsini katledin" finali vuku buluyor. mutsuz (?) mutlu son ile dogville şehrindeki her bir insan öldürülüyor. ama köy, tıpkı adı gibi dogville kalıyor (ardında sadece bir köpeği bırakarak). yani trier, amerikan toplumuna bir köpekten bile daha az değer verdiğini göstererek tarihin en büyük satirik ve protest filmlerinden birisini yaparak perdeden usul usul uzaklaşıyor.

    köye gelirsek... her şey amerikan rüyası gibi yapay, sahte ve kokuşmuş. köy bir stüdyo. evler birer boyalı çizgiden ibaret. meyveler, sebzeler tamamen kolpa. maden 5-6 tane derme çatma tahtadan ibaret. köpek bir boyadan, kilise bir ilan panosundan, ayın yansıması bir maketten ibaret. tek gerçek şey "köyün insanları". onların da ne kadar gerçek olduğunun tahlilini trier seyircisine bırakmış.
    --- spoiler ---

    bu kadar uzun uzun yazmak istemiyordum, sadece yorumları okuyup diğer bir filme yol alacaktım. ama böylesine filmlerden sonra uzun uzun yazmak istiyor insan. trier'i sevmiyordum, hala sevmiyorum açık açık konuşuyorum. ama bu filmi çok başka, çok ötede. belki bazılarının abarttığı gibi yüzyılın sinema olayı falan filan değil ama, amerika'yı, daha doğrusu resmin geneline baktığımızda insanlığı eleştirebilecek harika bir film.
  • uzun zamandır izlemeyi düşündüğüm ama adını sanını unutarak aklımdan çıkmasıyla oldukça ertelediğim, ve sonunda izleyebildiğim film.

    --- spoiler ---

    baba kız konuşma sahnesiyle insanın kendisini boşlukta hissetmesini sağlıyor. gücün de, merhametinde kibir olduğu vurgusu şaşırtıcı ve ironik. babanın, kızını affetmesi nedeniyle aslında kibirli olmadığını söylemesine rağmen, kızının, başkalarını sürekli affetmesini kibirin en büyüğü olarak görmesi dahice.

    ilk tecavüz sahnesi çok çarpıcı yansıtılmış. kameranın sözde dört duvar arasından çıkıp bu olayı hayatın içinde göstermesi gerçekten muhteşem.

    --- spoiler ---

    velhasıl-ı kelam, izlenmesi gereken çok önemli bir film. izlediğim en çarpıcı filmler listesinde üst sıralardan giriş yapmıştır.
  • fazlasıyla tiyatral ve bir o kadar da nietzsche'ci bir lars von trier filmi. filmde görsel efektlerden çok konuya, içeriğe önem verilmiştir, bu yönüyle film yapısökümcüdür. * dogma 95 akımına bağlı kalınmıştır.

    peki neler var filmde? filmin bütün sahnesi bir odadan ibaret, kroki şeklinde çizilmiş bir oda. bir tiyatro sahnesi, dar mekanda geçen bir anlatım. kasabaya giriş birden fazla giriş var fakat çıkış -zor da olsa- tek yönlü, şiddet ve yıkım içeren bir çıkış. orada olduğu iddia edilen belki de orada olmayan bir kasaba, yani tamimiyle hiçlik. film bu yönüyle bizi beckett'a, brecht'e hatta kafka'ya götürüyor.

    mekandan yeteri kadar bahsettik, şimdi de konuya giriş yapalım: *hayatını iyiğe adamış grace * büyük şehirlerde yaşayan insanların çok kötü olduğuna kanaat getirmiş ve küçük şehirlerdeki insanları iyileştirmek için tek başına yolculuğa çıkmıştır. grace bu sebep ile dogville kasabasına gelir. oradaki insanlara -koşulsuz olarak- tüm iyiliğini sunar. kasaba halkının her türlü hatasını ve kötü davranışını tolere eder ve sesini çıkarmaz, iyiliğine devam eder. ama en sonunda olay kangren noktasına gelir, yaşanılanlar birikime neden olur. iyilik meleği grace * bütün kasabayı yok eder. (grace'in babasının şehrin zengin çetelerinden biri olduğunu filmin sonunda anlıyoruz.) filmin sonunda grace'in babası onun salt hoş görüsünü eleştirmiştir: "yeri gelince merhamet göstermelisin ama belirli bir ölçütün olmalı. her insan hareketlerinden sorumlu tutulmak ister sen onlara bu şansı bile vermiyorsun. bu da son derece kibir dolu bir davranış."

    trier burada iyilik kavramını friedrich nietzsche'ye dayandırmıştır. nietzsche'ye göre büyük şehir, küçük şehir ya da kasaba fark etmez; insanların içerisinde kötülük mutlaka vardır. (çünkü bir çok insan iyiliği inanca, çıkara ve kanaatlere bağlı olarak yapar, bencildirler, karşısındaki insandan hep karşılık bekler * ve insanlar spinoza'nın da değindiği gibi iştahlarını da kontrol edemezler.) sadece ellerine fırsat geçmediği için, o durumla karşı karşıya kalmadıkları için kötülük yapmazlar. nietzsche'ye göre sayısı azınlıkta olan -belki de hiç olmayan- üstinsanlar çıkardan, 'ben'lerden -mutlak kötülükten de uzak olan kişilerdir. ayrıca doğru ilişki için karşıdaki kişinin hataları, yanlışları gözden kaçmamalı ve bu hatalar bireye aktarılmalıdır. bu hataları salt iyilikle görmezden gelmek ilişkiye ciddi anlamda zarar verir. *
  • insanın doğasının kötü olduğu iddiasında olan film. güçlü duruma geçen birey bu gücü diğeri üzerinde kullanır illaki diyor. pek liberal.
    filme diyecek lafım yok. çok güzel gerçekten. özellikle dekor hayranlık uyandırıcı.
    fakat insanın doğası iyidir be. kötü olan şartlar. marx'ın dediği gibi şartlar insanı, insan şartları yaratır/ conditions make men, men make conditions.
  • fazlasıyla underrated bir filmdir. underrated kalmasının sebebi de bence lars von trier filmi olmasından kaynaklıdır.
    şimdi "ulan trier filmi işte, sırf öyle olması bile filmin sevilmesi için yeterli bir çok insan için" diye düşünebilirsiniz. ancak bu filmin fazlası ile gerçek olması ve trier'in filmlerinde kimseden çekinmeden insan gerçekliğini sansüre uğratmadan gözler önüne sermesi söz konusu. dolayısı ile insanlar da bu tarz eserleri kısaca beğendiklerini belirtip fazla sorgulamak istemiyorlar.
    eser olarak sinema tarihinin en iyi filmlerinden bir tanesidir kesinlikle. gerek hikayesi, gerek oyunculukları, gerek anlatım tarzı, gerekse altmetin ve senaryosu ile her anlamda harikadır. tek olmamış ya da daha iyi de olabilirdi dediğim şey ise narrator kısmı olmuş.
  • bazılarının hz.isa, bazılarının da deccal'le özdeşleştirdiği film.

    lakin bunlara gerek kalmadan çok düz bir mantık yürütüyorum. humanity.. bizi öyle güzel tasvirlemiş ki.. hepimizi..

    --- spoiler ---

    aslında bu film tam bir dark side filmi olabilirdi ama olamamış. olamamış çünkü grace bence o kadar şeye rağmen hala fazla merhametliydi. o insanların yaşama hakkı yok mu derseniz, hayır yok! yaptığının farkında olup ısrarla aynı çirkinliğe devam eden insanların yaşamaya hakkı yok.

    ne yazık ki dogville, yaşadığımız bu ucube dünya. tom sevgilimiz.. mr.hanson, ginger, mckay, ben, liz, vera, bill, 7 afacan, chuck, 7 biblo, tasma, zincir... hepsi hayatımızın bir parçası. işimiz, gücümüz, iş arkadaşlarımız, yakın arkadaşlarımız, akrabalarımız vs vs.. belki filmde bu durum, aleni bir şekilde gözümüze soka soka gösterildiğinden irrite oluyoruz ama yaşıyoruz yahu. minyatürlerini yaşıyoruz. hatta bazen yeri geliyor bir kediye, köpeğe bile bir insandan daha fazla değer veriyoruz. birinin gelip de üzerimize çıkıp tecavüz etmesi gerekmiyor, iç dünyamıza hemen hemen her gün tecavüz ediliyor zaten bir şekilde.kaldı ki iyi niyetimiz, hoşgörümüz bir şekilde kullanılmıyor mu? gitmek istediğimizde de zincirlerimiz yok mu sanki? ellerimizi, ayaklarımızı bağlayan sebepler, zincirler.. umut ederek beklediğimiz bir şeylerin aslında hiç var olmadığına şahit olmuyor muyuz? ya da tom gibi zaaflarının kurbanı olarak sizi sevdiği halde harcayan sevgilileriniz hiç mi olmadı? sevgi zaten değil o. o kasabada bulabileceği en iyi ve en güzel kız grace'ti, sevdiği için değil, onu uygun gördüğü ve zaaflarına hitap ettiği için. sonra yine zaaflarının kurbanı oldu. yani ne kadar iyi, ne kadar akıllı, ne kadar güzel olursanız olun; zaafları olan insandan uzak durun. doymaz, asla yetmez, bir zaman sonra size alıştıkça ihanete uğrarsınız mutlaka. ihanet illa gidip bir başkasıyla yatmak değil, tom'un ihaneti bambaşka bir şeydi. en çok o koydu zaten grace'e, herkesten beklerdi ama tom'dan asla.. neyse bu filmi buna indirgemek de istemiyorum kesinlikle. küçücük çocuklar bile hinlik peşinde. biblolar bile başlı başına saatler sürecek bir inceleme konusu. işte sonunda da kimimiz hasan tahsin gibi son kurşunu kendimize sıkıyoruz kimimiz sevdiklerimize. unutmadan.. hepimiz, birilerinin liz'i, vera'sı, ben'i, tom'u, ginger'iyiz. bu bir kısır döngü, zincirleme.

    grace yine şanslı. en olabilecek şekilde nefret etti. ya biz? yeterince nefret etmeyi dahi başaramıyoruz.

    her neyse ... hikayenin sonu, hikayeyi meşrulaştırmaz. film, olması gerektiği gibi bitti. o kasabada yaşamayı tek hak eden canlı, köpekti.

    yalnız bir şey var... acaba film böyle bitmeseydi, grace hiçbir şey olmamış gibi çekip gitseydi grace'ten de nefret eder miydik..? eğer etrafınızda bu insanlardan birisi varsa öldürün, bir böcek bile daha çok yaşamayı hak ediyor. toplumu yozlaştıran ve her kötülüğü bir bahane ardına saklayıp, zamanla alıştırıp, meşru hale getiren bu insanlar.
    --- spoiler ---
  • korsan jenny şiirini film yapsalar nasıl olurdu diye düşünürken yürekten bir "hassssiktiiirrrrr" çektiğim film.
hesabın var mı? giriş yap