112 entry daha
  • dört mezhebin hak olduğuna kim karar verdi? (#56680597) (#56723144)

    mealen (küçük düzeltme ve eklemelerle belirtiyorum) şöyle denmiş:

    (1) 661-750 asında emeviler hüküm sürdü. bu dönemde, hadislere dayalı bir islami yorum sistemi gelişmeye başladı.

    (2) emevi hanedanını (ele geçiremedikleri bir kişi haricinde haricinde) topyekün katlederek iktidarı ele geçiren abbasiler, 750 ila 1258 yılları arasında hükmettiler.

    (3) uzun abbasi iktidarının farklı dönemlerinde farklı ideolojik yaklaşımlar hakim oldu ise de, bugün sünni islam diye bildiğimiz mezhep, bugünkü şeklini abbasiler döneminde aldı.

    (4) başlangıçta, yüzlerce mezhep vardı: ezarika, necedat, ibaziye, acaride, sufriyye, vasıliyye, amriyye, huzeyliyye, nazzamiyye, asvariyye, muammeriyye, bişriyye, hişamiyye, murdariyye, caferiyye, iskafiyye, sumamiyye, cahıziyye, hayyatiyye, kabiyye, cubbaiyye, behşemiyye, salihiyye, hadbiyye, hüseyniyye, cebriyye, cehmiyye, dırariyye, bekriyye, neccariyye, bergusiyye, zaferaniyye, müstedrike, mürcie, yunusiyye, ila ahir... neticede, bu mezheplerden sadece dördü seçildi ve hak kabul edildi: hanefiyye, şafiiyye, malikiyye, hanbeliyye.

    (5) ameli mezhep imamları 700 ve 800'lü yıllarda, itikadi mezhep imamları (eşari, maturidi ve -tekrar- hanbeli) ise, 800 ve 900'lü yıllarda yaşadılar. kütüb-i sitte ise, 900'lü yıllarda derlendi. (ayrıca: kütüb-i sitte'nin üzerinde şüphe olmadığına dair ilk bilinen metin 12. yüzyılda ibn-i kayserani tarafından yazıldı: (bkz: #53192577)

    (6) mezhep imamları ve müçtehidler, emevi ve abbasi dönemlerinde sıklıkla iktidar ile ittifak ve ihtilaf halinde oldular. örneğin, mezhep imamları zaman zaman hapse düştüler. diğer yandan, buhari, abbasi idaresine nisbeten yakındı. imam-ı azamın öğrencisi ebu yusuf abbasilerde adalet bakanıydı. farklı mezheplerin kitlelere nüfuz sürecinde, bu inişli çıkışlı ilişkiler de etki sahibi oldu. (daha ileriki yıllardan örnek: cami hocaları, selahaddin eyyubi döneminde şafii, tuğrul bey döneminde hanefi oldular.)

    (7) bu dönemde sünni islam'a şekil verenler, bundan sonra yeni bir mezhebin ortaya çıkmasının mümkün olmadığını da söylediler. zira, sünni islam'a göre, bireysel müslümanlık yoktu. bu görüş, insanların müçtehidler ve mukallidler olmak üzere ikiye ayrılması esası üzerine kuruluydu.

    (8) sünni islam'a göre, müçtehidler, kuran ve hadislerden hüküm çıkaran kimselerdir. müçtehidler, sahabe ve tabiin içinden birkaç yüz kişi ile sınırlıdır. çünkü, bu kimseler, peygamberi ya da en azından ashabını görmüşlerdir. dolayısıyla, otantik islam'a ve uygulanış şekline ilk elden şahittirler. geriye kalan ve o günden bugüne yaşamış olan milyarlarca müslümanın ise tamamına yakını mukalliddir. bu insanlar, kuran'ı ya da hadisleri okuyarak anladıklarından hareketle dinlerini yaşayamazlar. müçtehidlerin, takriben 1200 yıl önce sistematize ettikleri kurallara uymak durumundadırlar.

    (9) müçtehidler dört alanda ilim sahibidirler: kuran, hadis, bu ikisinden mülhem olan (fıkıh gibi) diğer ilimler, ve (bazı görüşlere göre) ilm-i ledünn. detayları ile belirtmek gerekirse:
    (a) müçtehidler, kuran'ı ezbere bilen, kureyş arapçasına vakıf, esbab-ı nüzul, nasih/mensuh bilgisine sahip, kimselerdir. dolayısıyla, kuran'ı tefsir edebilirler.
    (b) müçtehidler, kütüb-i sitte ve diğer hadis kitaplarına hakim olan, hatta bir milyona yakın hadisin çoğunu ezbere bilen kimselerdir. hadis zincirlerine, rical ilmine, ve (hadiste) nasih/mensuh bilgisine hakimdirler.
    (c) fıkıh, akaid gibi kuran ve hadisten mülhem ilimler.
    (d) okumakla öğrenilemeyen ve herkese nasip olmayan ilm-i ledünn (gizli ilimler). bkz.: kehf 65

    (10) 1200 yıl önce sistematize edilmiş olan din, kuran ve hadislerden hareketle getirilmiş olan akideler ve kodlar içerir. örneğin, kuran'da, "islam'ın şartı beştir", "malınızın kırkta birini zekat olarak verin" ya da "örtünme, kadınların kollarını da içerir" yazmaz. ama müçtehidler, kuran'dan bu hükümleri çıkarsamaya ehildirler ve dolayısıyla bunu yapmışlardır. bugün hiç kimse kalkıp da bu hükümlerle çelişen yeni bir yorum ortaya çıkarma yetkilsine sahip değildir.

    (11) yeni bir yorum ortaya koymak, ancak müçtehidlik ile mümkün olabilir. ancak müçtehidlik iddiasında bulunabimek bugün çok zordur. zira, böyle bir kişinin yukarıdaki üç (ya da dört) alana tamamen hakim olması gerekir. ancak, ilgili alanlara hakimiyet, bir milyona yakın hadisi ezbere bilmek gibi imkansıza yakın olan şartlar da içerdiğinden, aslında böyle bir şey pek mümkün değildir. ya da, sıradışı bir yeteneğe sahip olan bir insan çıkıp ciltlerle hadis kitaplarını, ilgili usül ilimlerini de idrak ederek ezberlese dahi, kendisinin ilm-i ledünne vakıf olmadığı pekala ileri sürülebilir. dolayısıyla, içtihad kapısı açık dahi kabul edilse, de fakto olarak kapalıdır.

    (12) yerine getirilmesi imkansız olan bu şartları koyanlar arasında, ebû abdillah el-kurtubî (ö. 1273), el-isnevî (ö. 1370), eş-şevkânî (ö. 1834), ebû zehra (ö. 1974) sayılabilir. şah veliyullah-ı dehlevi (ö. 1762), izâletü'l-hafâ isimli kitabında ilgili şartları tek tek saymıştır.

    (13) bir mezhebe girmenin şart olması, müçtehidlik ile mukallidlik arasındaki fark ile ilgilidir. zira, bir insan kendi başına haramı, helali, farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, mekrubu, mübahı bilemez. bir kişinin kuran ve hadisleri okuyup kendi kafasına göre yorumlamak da haddi değildir. dolayısıyla, tabi olması ve zaten çoktan belirlenmiş olan kodlara uyması gerekir.

    (14) bir mukallidin mezhepler arasındaki farklılıkları inceleyerek, farklı mezheplerden hükümler seçmesi de kabul edilemez. mukallid'e düşen, mevcut mezheplerden birini seçmek, ve o mezhebin kurallar bütününün dışına çıkmamaktır. bu konuda gazali şöyle demiştir: "hiçbir müctehid, başka bir müctehidin sözü ile amel edemiyeceği gibi, hiçbir mukallid, taklid ettiği, uyduğu mezheb imamının sözünün dışına çıkamaz! çıkar diyen kimse yoktur. âlimlerin en faziletlisi sayarak imam diye tanıdığı mezheb kurucusuna bağlandıktan sonra, hoşuna gidenleri başka taraflardan alamaz. her yönden ona uyması lazımdır. uyduğu imama muhalefeti münker bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır." (ihya, 9. kitab, 2.bab, s. 803)

    (15) yine gazali'ye göre, bir mukallid, bağlı olduğu mezhep imamının içtihadını zayıf bulduğu zaman dahi, ilgili hükmü terk edemez ya da onun yerine bir başka müçtehidin hükmünü tercih edemez: "ictihad mevkiine yükselemeyenler, bu asırda olanlar gibi, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. eğer imamının ictihadını zayıf bulursa, onu terk etmesi caiz değildir. binaenaleyh başkasının ictihadıyla cevap veremeyeceğine, mezhebi de bilinmiş olduğuna göre, daha mücadele etmesinde ne kâr var? eğer bir meselede şüphe ederse uygun olan (ben bunu anlayamadım, belki bağlı bulunduğum mezheb imamının bu babda bir cevabı var, fakat ben bilemiyorum; çünkü ben başlı başına bir müctehid değilim.) demesi lazımdır." (ihya, 1. kitab, 4. bab, hilaf ilmi ve münazaranın afetleri; c. 1, s. 113)

    (16) peki bu mükemmele yakın müçtehidlerin içtihadları içinde neler vardır? tam olarak ne gibi hükümlerden söz ediyoruz? imam şafii'den bir örnek: "içinde bok bile olsa iki kulle (13 m3) su temizdir." imam ebu hanefi'ye göre, "deve sidiği içmek sağlığa faydalıdır." bu ikinci örneği, uygulamada görmek için bkz.: video

    (17) bu bilgiler ışığında, sünni islam şu şekilde formülize edilebilir:

    sünni islam = kuran + kütüb-i sitte + müçtehid mecburiyeti

    --- bazı yorumlar ---

    (1) kuran'da yüzlerce emir var. yorum (bu çerçevede) emirleri vacib, farz, farz-ı ayn gibi derecelere ayırmak ile ilgili bir şey. bunların arasından islam için beş şart seçmek ise, kodifikasyonu daha da ileri bir noktaya taşıyor. peki islam'ın şartı üç ya da yirmi de olabilir miydi? eğer sünni islam'a iman ediyorsanız, olamazdı. zira, ilgili müçtehidler kitaptaki dini doğru anlayabilecek kapasitede insanlardı.

    (2) bu noktada şu soru önem kazanıyor: madem ilgili müçtehidler kast edilen manaları doğru olarak anlama ve doğru hükümleri verme yeteneğine ve yetkisine sahip idiyseler, o zaman neden mezhepler arasında farklılıklar var? müçtehidlerin hepsinin benzeri şeyler söylemeleri gerekmez miydi? (misal, bkz.: buhari'nin ebu hanife'yi eleştirmesi) bu sorular, doğrunun birden fazla hal alabileceği ya da farklı insanlar için farklı uygulamaların doğru olabileceği gibi bir dizi apoloji ile açıklanmaya çalışılıyor. halbuki, ilgili müçtehidlerin kullandıkları yöntemlere ve sundukları gerekçelere baktığımızda, tıpkı seküler alanda görülen yetersizliklerle malul olduklarını görüyoruz. örneğin, her ayeti aynı şekilde yorumlamıyorlar, hadislerin sıhhatinden aynı derecede emin değiller, hepsinin elinde aynı bilgiler yok... yani, ortada bir harikuladelik olmaması durumunda ne gözlemeyi bekleyeceksek, aşağı yukarı onu gözlüyoruz. (acaba neden?) sünni islamın, sadece kutsal kitabın ve hadislerin sıhhatine ve hakklığına değil, müçtehidlerin süpermenliğine de imanı gerektirmesini bu şekilde anlamak gerekli. (mezhepler arasındaki farklar için ayrıca (bkz: #56768736)

    (3) "süpermen müçtehidlerin özellikleri" bahsi, gerçek dışı bazı varsayımlar da içeriyor. örneğin, ayetlerin nüzul tarih ve sıraları ya da sebeb-i nüzulleri hakkındaki bilgimiz tam değil. dolayısıyla da, diğer her konuda ittifak etseydik bile, ayetlerin manaları ve hükümleri konusunda yine de aslında hiçbir zaman uzlaşamayacaktık.

    (4) sünni islam'ın kodlandıktan sonra yüzyıllarca aynı kaldığı düşüncesi de aslında gerçek dışı. ilahiyat profesörü mustafa öztürk, bu konuda islam'ın ilk döneminden önemli bir örnek veriyor. öztürk'ün yaptığı konuşmada söylediklerinin transkripsiyon ile düzenlediğim hali şöyle:

    "nedir bizim en sabit inanç sistemimiz? allah tasavvurudur değil mi? hiçbir şeyde buluşamasak, orada buluşabiliyoruz. ama 200'lü yıllara gidin... ehl-i sünnet mezhebinin kurucu babalarından biri olan, hanbeli mezhebinin imamı ahmed bin hanbel'in er-redd-ü ale'l-cehmiyye ve'z-zenadika adlı eseri gibi eserlere bakın... ahmed bin hanbel der ki orada, 'birileri allah her yerde hazır ve nazırdır diyorlar. bu zındıklıktır, bu kafirliktir. böyle diyen insanı tövbeye davet etmemiz, etmezse öldürmemiz gerekir. niye diye sorarsanız, rasul-i ekrem'den gelen onlarca hadis var, onlarca da ayet var.' yani, `ayet 'göktedir' diyorsa, 'her yerde hazır ve nazırdır' demek senin haddine mi düşmüş` diyor... 250'li yıllarda yaşasaydık ehl-i sünnet olarak böyle inanacaktık. ama aynı mezhebin yol aldığı güzergahta ne oluyor bakın... aradan 300 sene geçiyor... fahreddin razi diye bir insan geliyor. o da ehl-i sünnetin en hararetli savunucularından. diyor ki, 'allah'a gökte mekan izafe etmek mücessimedir. allah her yerdedir, her yerde hazır ve nazırdır diyeceksiniz.' bir mezhebin 300 yıl içerisinde allah tasavvuru alt üst oluyorsa, o zaman herhangi bir mezhebi kabulümüzü bu mutlak doğrudur diye dayatma şansımız var mı?" (video: 11:20 ila 14:35)

    (5) allah neden eskiden gökteydi ama şimdi değil? bu soruya bir cevap vermeden önce, eskiden bu dünyada olmayan her şeyin gökte addedildiğini hatırlamak gerekli. (bu çerçevede: "rabbu's-semavati ve'l-ard" ifadesi üzerinde de düşünülebilir.) profesör mustafa öztürk, bir başka konuşmasında, ilk müslümanların, allah'ın gökteki tahtına dair tasvirlere dahi rastlandığını da belirtir ve "neresinin zebercet taşından, neresinin kartal başından olduğuna dek tek tek tanımlamışlar" der. (video: 37:27-41:11) bu noktada, kopenik-öncesi döneme ait dünya-merkezli evren tasvirleri ve tanrı'nın gökteki tahtına dair tasavvurları hatırlamak, özellikle ilginç olabilir.

    (6) 900'lü yıllarda dört mezhebin hak kabul edilmesi ile dört incil'in hak kabul edilmesi arasındaki benzerliği görmemek çok zor. benzeri bir durum, onca hadis kitabı içinden, altı tanesinin seçilmesi ve topyekün sahih ilan edilmek istenmesi için de geçerli. bu konuda daha detaylı bir değerlendirme için (bkz: gerçek islam /@derinsular)

    (7) her inancın böyle bir süreç geçireceği, benzeri bir sürecin mezhepler içinde de hep yaşandığı da söylenebilir. örneğin, yukarıdaki her şey, sünni islam özelinde geçerli. şiilik ise bunun dışında bir süreç yaşadı. orada da, (örneğin) beşçi, yedici ve on ikici mezheplerden söz edilebilir.

    (8) einstein, "kitabı açıp bakabileceğiniz hiçbir şey ezberlemeyin" demiş. sünni anlayış, bunun tam aksine, çoğu birbirinin farklı versiyonu olan milyona yakın hadisin ezberini yüceltiyor.

    (9) sünni islam konusunda pek çok şey söylenebilir. ve elbette doğru gören herkes sünni islam'a inanıp, ilgili pratikleri elinden geldiğince kendi hayatının bir parçası haline getirmeye çalışabilir. ancak, bir insanın hem sünni islam'a mensup olup, hem de özgür düşünebileceğini zannetmesi olsa olsa büyük bir yanılsama olabilir. bu zihni esaret, hem dini hem de seküler alandaki düşünceler için geçerli.

    (10) insanları "müçtehidler ve diğerleri" şeklinde ikiye ayıran böyle bir anlayışı, demokrasi ile bağdaştırmak da pek mümkün değil. aynı durum, insanları "ehl-i beyt soyundan olanlar ve diğerleri" şeklinde ikiye ayıran ve imamlığa sadece birinci gruptan insanları ehil gören şii ve sufi anlayışlar için de geçerli. bu konuda daha detaylı bir değerlendirme için (bkz: islam ve demokrasi /@derinsular)

    tema:
    (bkz: islam /@derinsular)
49 entry daha
hesabın var mı? giriş yap