• "ilginç adamlarla tanışmak paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak la strada operasında perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi" diye bir ifadenin geçtiği, yarın çıkacak olan roman.
    söze geri dönecek olursak... tek kelime... doğru. ilginç erkeklerin altından tahmin bile edemeyeceğiniz hayal kırıklıkları çıkar.
  • "çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar" mottosuyla yola çıkan dumanı üstünde ece temelkuran romanı.
    kitap dağıtıma çıkmadan okuduğum bir röportaj sayesinde almaya karar verip, kitapçıda arka kapak yazısını okuyunca bir kez daha düşünmek zorunda kalmak enteresan bir deneyimdi. arka kapağa aldansaydım epsilon yayınevinden çıkan herhangi bir bestsellerı alıp okumayacağım gibi, bu kitabı da hızla yerine bırakıp kaçardım. ve şunun gibi güzel sözleri kaçırmış olurdum:

    "nasıl kırıyorlar sonra bu kız çocuklarını? nasıl kendilerine benzetiyorlar? cinayet gibi. belki biz de böyleydik. sakatlanmadan büyüyebilseydik... keşke öyle bir bilgisayar programı olsa. ruhumuz sakatlanmadan büyümüş olsak nasıl insanlar olacağımızı gösterse. ona bakıp nasıl olmamız gerektiğini görsek."
  • ilginç bir kitap ismi. "düğümlere üfleyen kadınlar" felak suresinden geliyormuş. "düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sakının." burada düğümlere üflemekten kasıt büyücülük.

    bu kadınlar mısırlı maryam, tunuslu amira ve bizim ece.

    üçüncü kadının adı kitapta hiç geçmiyor ama yazarın kendisi olduğunu anlamak çok da zor değil. ülkesinde muhalif gazeteciler sebepli, sebepsiz içeri atılan, bu nedenle gazetesindeki işine son verilen, tutuklanmaktan çekinen türk gazeteci olarak kendisinden başkası olamaz sanırım.

    kendisi için "üçüncü kadın" demem aslında boşuna değil. maryam ve amira'nın nispeten daha dolu hikayesine karşılık, onun neredeyse bir hikayesi yok. açıkçası kendisini takan da yok. olmasa da olurmuş. o olmasa da bu hikaye yaşanırmış. yaşanırmış da tabi o zaman yazan olmazmış. hikayedeki yazıcılık görevini üstlenmekten başka bir pozisyonunu göremedim.

    zaten diğerlerinin hikayesini de çok derinlikli bulmadım.

    bir koşturmacadır gidiyor kitapta. tunus, mısır, iskenderiye, lübnan, beyrut falan. (sırayla yazmadım, aklıma geldiği gibi yazdım bunları. sırasını takip etmek kolay değildi çünkü.) oradan oraya savruluyorlar. niçin?

    işte bu niçinin cevabı dolu değil.

    --- spoiler ---

    amira dans edermiş, dans okulu açmak istermiş, kız çocuğu gibiymiş, saf ve temizmiş, aşkını dolu dolu yaşamış, sonra bir kaza yaşanmış, kaçmak duurmunda kalmış.

    maryam ülkesindeki devrimde aktif rol almış, ama devrimden sonra alakasız insanların devrimi benimsediğini ve bundan kendilerine pay çıkardığını görmüş, olmaması gereken bir hamilelik yaşamış, çocuğunu bırakmış, kaçmak durumunda kalmış.

    --- spoiler ---

    ece temelkuran'ı biliyoruz.

    ha bak şimdi aklıma geldi, zaten biliyoruz diye belki de o kadar anlatmadı kendi hikayesini. burada da kendisini dinlemek istemeyenlere gönderme yaptı belki de kitapta da kendisinin dinlenilmemesine.

    bu üçü bir otelde tanışıyor, sonra da üçü birden madam lilla ile tanışınca heyecan, aksiyon, macera başlıyor.

    madam lilla da bir garip zaten. gençliğinde çok canlar yakmış da, kendisinin canını yakanın canını yakmaya, ondan intikam almaya gidermiş şimdi.

    heyecan, aksiyon, macera madam lilla'nın dahil olması ile başlıyor dedik. başlıyor başlamasına da sanki bir gereksizlik, sanki bir derdiniz ne'cilik oluyor okurken. evet sıkıntıları büyük ama bu kadar mı büyük. diyar diyar kaçmayı, doğru düzgün tanımadıkları bir insanın peşinden sürüklenmeyi gerektirecek kadar mı büyük?

    her koyun kendi bacağından asılır, büyük demek ki o kadar, bunun ederini ben tartmayacağım elbette ama bir okuyucu olarak sıkıntı ve kaçış arasında bir orantı kuramadım. hadi açık konuşayım, ciddiye alamadım.

    kitabın dili de belki bunda etkilidir. karakter konuşmaları haricinde "şudur budur", "hınk dedi kaldı", "işte yani" gibi anlatım ifadeleri ciddiyetsiz geldi.

    keza ciddiyetli olmaya çalışılırken yapılan betimlemeler de bu defa komik geldi.

    "...iştahlı ve genç ayakları var." mesela. iştahlı ayak ne allasen?

    "...parmakları, gönlünce büyüdüğü için araları kahkaha ile açık." derken "kahkaha ile açık parmak arası" tasvirinde zihnimizde nasıl bir görüntü canlandırmalıyız?

    "...kendi sümüğünün tadını keşfetmiş bir çocuk gibi salyangozum." ???

    yararsız bir edebiyat parçalama hali var.

    "çöl bu yüzden çöldür" gibi beylik laf yırtınmaları da had safhada.

    kitabın bölüm başlangıçlarında önce bir parça hikayenin sonundan bir kuple oluyor. sonra o sona nasıl gelindiğini anlatıyor. sonuç- giriş- gelişme- sonuç sırası izleniyor. bunu gazetecilik refleksi ile açıklamış yazar. " azizim, bak ben nereden baksan gazeteciyim. gözünü seveyim önce hikayenin sonunu söyle, sonra ayrıntıları anlatırsın." bu aslında birinden birşey dinlerken iyi bir yol. dinlemek, okumaktan daha sıkıntılı gelir hep bana. o yüzden biri birşey anlatırken ben de önce sonunu söylemesini tercih ederim. ama okumada iyi bir yöntem değil. yine yazarın tabiriyle hikayeyi "uçları kavuşmayan bir çember şeklinde" yazmak, okurken odaklanmayı zorluyor.

    çok satan kitapların ne anlattığını merak ettiğimden ve ece temelkuran saygı duyduğum bir gazeteci olduğundan alıp okudum. ama sonuç itibariyle çok etkili bulmadığım bir kitap oldu. hem kadınların hikayesi vurucu değildi, hem de arka plandaki devrimler. "arap baharı" fonunda daha etkileyici hikayeler çıkabilirdi.

    http://birazkitap.blogspot.com/…leyen-kadinlar.html
  • ece temelkuran'ın everest yayınlarından, bu yıl içinde çıkan yeni romanı. adını bir kuran suresinden (kuran-ı kerim' e göre düğümlere üfleyen kadınlar, şerrinden kaçılması gereken kadınlardan anlamına geliyormuş) alıyor.

    romanın geçtiği zaman; son bir kaç yıl
    mekan; orta doğu
    karakterler; siyasetle de ilgilenen üç kadın ve bu üç kadını peşinden sürükleyen yaşlı bir düğüm üfleyici, efsane bir yaşlı hatun.

    zaman, mekan ve karakterlerin genel tanımı açısından müthiş bir potansiyel taşıyan bu romanı tüm bunlara rağmen bir başyapıt, yıllar içinde tekrar tekrar okunacak bir roman olarak değerlendirmek ne yazık ki mümkün değil. hatta, korkarım iyi okuyucu olarak değerlendirilen kitle için bir sefer dahi okumak, yani bu romanı sona erdirmek güç olacaktır.
    ancak, romanından önce hazırlanmış olan kısa filmi, sadece roman için açılmış olan twitter hesabı, reklama harcanan emeğin boyutları düşünüldüğünde, bu romanın aslında hitab ettiği kitle olan çok satan kitap okuyucuları na ya da başka bir tabirle şezlonglu kitap kurtlarına beklendiği ölçüde ulaşabileceğinden eminim.
    peki bu durumun sebepleri neler derseniz bana göre şunlar;
    yakın zaman ortadoğu fonu üzerinde (arap baharı'nın fonu üzerinde kurgulanmış bir roman inanılmaz heyecan verici değil mi?) kurgulanmış bu romanda bir de siyasi kimlikleri de olan kadınlardan oluşan bir öykü kurguluyorsanız, bunun dünya tarihinde sıradan bir zaman aralığında, sıradan kadınların hikayesinden farklı olması gerekir bence. roman, bu noktada ana fikrinin hakkını kesinlikle veremiyor.
    romanın bir başka sorunu da inandırıcılığıyla ilgili. çok zeki olduğundan kuşku duymadığımız ece temelkuran, ana karakterlerini ( kendisi olduğunu tahmin edeceğiniz gazeteci kadın dışındakileri) daha ilk andan itibaren öyle keskin bir biçimde tanımlıyor ki yazarın zekasının gücü, sanırım öncelikle kendini ikna edebilmek için, fazla tanımlanmış, fazla tamam, fazla olmuş haliyle de gerçeklikten uzaklaşıp karton bebeklere dönüşen karakterler yaratmasına sebep olmuş. oysa biliriz ki insan karakterinin sınırları çok belirgin değildir. inandırıcılıkla ilgili bir diğer sorun da kurguda; kadınların bir araya gelişi, beraber bir maceraya sürüklenişindeki olaylar silsilesi de biraz eksik, biraz yarım ve bu yüzden yeterince inandırıcı değil.
    kitabı okumayı güçleştiren bir diğer unsur da zaman zaman zorlama görünen betimlemeler.

    yine de hakkını vermek lazım, daha doğal anlatımların yakalandığı bölümlerde ece temelkuranın kullandığı dil çok güçlü çok başarılı.
    son dönem türk edebiyatına bakarsak, iyi ürünler veren pek çok yazar görürüz. bu yazarlar gözümde biraz, istanbulun ara sokaklarında keşfedilmemiş küçük dükkanlara benziyor. onları keşfetmek bir sırrı paylaşmak gibi. emek de isteyen bir şey. bir de piyasada söz gelimi mado gibi her köşe başını kapmış itici pastaneler var. çok satan yazarlar da biraz böyle bir şey bence (bkz: tuna kiremitçi), (bkz: ayşe kulin) ece temelkuranın bu romanı ise, ne kadar eleştirsem de asla böyle bir yerde değil ancak, istanbul ara sokaklarına yerleşmesi için biraz daha yol katetmesi gerekiyor.
  • ilk yarım bıraktığım roman.hiç böyle bir lüksüm olmamıştı ama bıraktım.yaptığı benzetmelerden,abartılı betimlemelerden öyle çok sıkıldım ki yoruldum.
    sözde anlatımını farklılaştıracak ece temelkuran ama ben bir türlü betimlemeleri,benzetmeleri gözümde canlandıramamaktan,durup düşünmekten okuyamıyorum,kopuyorum yahu.

    ''...ihtiyarlara bakıyorum.krep sipariş etmişler,geliyor.bir plağın çizilmiş kısmı gibiler,hareketleri kesik,kesik. ikisinin yüzü de eskiden olan bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi büzüşmüş , deryalara bakıyorlarlar. birlikte değil gibiler bir yandan ; adam kadının , kadın adamın orada olduğunu sanki kısa aralıklarla unutuyor gibi. bir yandan da o kadar ayrılmaz parçası olmuşlar ki birbirlerinin sanki birbirlerine karınlarından bir telekomünikasyon hattıyla bağlılar......krepten bahsediyorlar 4 cümle. o 4 cümle binlerce kez söylenmiş yarım telaffuz edilse de anlaşılıyor. niye ateşkes yaptıklarını hatırlamaya çalışan 2 kadim ülke gibi oturuyorlar. garson onlara oranla öyle hızlı hareket ediyor ki bir terör eylemi gibi görünüyor 2 portakal suyunu getirişi. atmosferlerine girip lanet gezegenlerini nihayet yok edecek tek göktaşı şansını da kaybetmişcesine bozuluyorlar.''
    ''...kızların yüzlerindeki geniş sırıtışlar anında origami.''
    ''...karpuz büyüklüğünde etli etli mor üzümler gibi kütür kütür kahkahalar dolduruyor hamamı...''

    iyi-kötü diyemiyorum roman için dilini beğenmedim,zenginleştirmeye çalıştığı dil sadelikten akıcılıktan uzaklaşmış bana göre.zorlamanın anlamı yok,ilk yarım bıraktığım roman olarak kalacak aklımda!
  • imzasına gidemediğim için ece temelkuran'a mail atıp hissettiklerimi anlatmama ve onun da çok güzel bir cevap verip taklalar eşliğinde kutlama yapmama vesile olan kitap.

    --- spoiler ---

    "insan bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırları geçeceğini hiç kestiremiyor. kaybolduğunuz çöl, sizi bulanla aynı olmuyor..."

    --- spoiler ---

    bırakmak gerek, geride olan her şeyi orada bırakmak gerek.. hayat, şimdi, burada.

    --- spoiler ---
    olmuş olan her şey, olmamış olan her şeye yer açmak için unutulacak.

    --- spoiler ---

    'allah'a değil ama insana olan inancım sarsılıyor ki bu da biraz tehlikeli'

    --- spoiler ---

    o gemi bana gelecek biliyorum. zaferlerimin mermer sütunları arasında şüphe gölgesibi tanımamış bir kalp ile bekliyorum. tanrıların 7 güne ve 7 geceye ihtiyacı var, biliyorum.
    --- spoiler ---
  • anneleriyle hesaplaşamamış kız çocuklarının romanı.aslında canınız en fazla nerenizden yanmışsa oraya üfleyen bir roman.insanın kendini durup dururken sevemeyeceğini hatırlatan,birileri tarafından sevilmeye nasıl ihtiyaç duyduğumuzu,kendimizi ancak bu koşulla sevebileceğimizi fısıldayan roman.kederinden dünyayı yiyenlerin,inancını yitirmemek için ödünü koparanların,ruhunu incitenlerin,maniklerin romanı.
  • kitapta herhalde 35 bölüm var.
    bu bölümlerin tamamı, gelecek bölüm merak edilsin diye konulmuş bir cümleyle bitiyor. televizyonculukta en dandik haber bile millet kanal değiştirmesin diye "az sonra" filan gibi merak uyandıracak bir tanıtımla verilir ya, onun gibi işte. ama akıcı bir roman değil bu, dolayısıyla da "bak öbür bölümde bomba bişey geliyor, çevir sayfayı" yöntemi gereksiz gerginlikten başka işe yaramamış.

    tanımlamalar bir noktadan sonra insanı yoruyor. ayak parmaklarının hareketlerinden ruh hali tahliline giden, kadınlık romanı karakteri abartılmış bir durum var ortada.

    bununla bağlantılı olarak, "kadın romanı"na (ya da kitapta geçtiği şekilde, kadınlara dair bir roman) itirazım yok, zaten öyle olduğunu bilerek okumayı tercih ediyor insanlar ama romanın bu yönü çok abartılmış. bu romanda zaten yapılamadığını düşünüyorum ama birbirinden farklı dört kadını, tüm gelgitleriyle, hayata bakışlarıyla, geçmişleriyle, birbirleriyle ilişkileriyle o kadar sayfada anlatmak teknik olarak ne kadar mümkündü, emin değilim.

    bana mı öyle geldi bilmiyorum ama romanın dört kadın karakteri arasındaki ilişki zorlama olmuş sanki. evet, herkesin gitmek için bir nedeni var ama o neden birlikte iki-üç gün geçirdiğin insanlarla nereye gittiğini bilmeden yola çıkmayı açıklar mı, emin değilim. ne kadar aydınlanmış, eğitimli vs. filan insanlardan bahsediyorsak da bunu arap ve türk kadınların yaptığı gerçeği de var ortada. madam lilla'yla ilgili süslü edebiyat bölümlerini bir kenara bırakırsak, "terasta içki içtik, iki gün tunus gezdik, sonra birbirimizle ilgili neredeyse hiçbir şey bilmeden, cinayet işlemiş bir arkadaşın ardından iç savaş yaşanan libya'ya daldık." muhakkak!

    yol hikayesi kurgusunun aksiyon miktarı artırılsın diye yaşanan ve çıkarsan sanki kimsenin birşey kaybetmeyeceği bölümler de var gibi.

    bu konuda herkesin benim gibi düşünmeyeceğini bilsem de yazmadan edemeyeceğim, günlük metinleri ve muhammed'in bir müslüman arap erkeğin değil, bir kadın yazarın elinden çıktığı çok belli olan mektuplarını okumaktan ağır sıkıntı bastı bana. her ikisi de zaten pek ilerlemeyen romanın el freni olmuşlar.

    okumaya okunuyor. başını atlatabilirseniz ortalarına doğru biraz daha içine girebiliyorsunuz. tavsiye etmem diyemem, bunca emeğe saygısızlık olur çünkü. ama sevmedim diyene de "neden" diye sormam.
  • ne kadar zorlasam da sevemediğim roman. halbuki severdim ece temelkuran ı. kadınları anlaması anlatması ne de güzeldi. ama bu roman ne kastırdı arkadaş. kadınların bütün ilişkilerini bir kitapta toplamak zorunda mıydı? kadının; kadınla,erkekle,kızıyla,toplumla ..vs. bütün ilişkilerinden örnekler mevcut.
    bitmedi, uzadıkça uzadı.
    bir de şu ortadan başlayalım, başa dönelim sonra bitirelim (klozet kağıdı hikayesi) tarzı anlatım hadi bir iki defa ilginç de üst üste gelince çok zorlama olmuş be ece.
  • ortadoğulu dört kadını anlatan yeni ece temelkuran kitabı. sabaha raflarda.

    kitapla ilgili konuşurken türkiye'yi anlatmayı insanın annesini anlatması gibi bir şey diye tariflemiş, öyle tanıdık.

    muz sesleri'nden daha iyi olması umuduyla, heyecanla okumayı beklediğim roman.
hesabın var mı? giriş yap