• önsözü yazım yanlışıyla dolu felsefe dergisi. tamamen maddi kaygılarla oluşturulmuş bir dergi gibi geldi bana.
  • samimiyetsiz ve birinci önceliği maddiyat olan bir dergi.

    sempozyum mu düzenlemek istiyorsunuz. sanırım bu sempozyumdan bir miktar da para kazanmak isteyeceksiniz. yapmanız gerekenler şunlar:
    1) sempozyum konusunu, tarihini, saatini ve ismini, üst düzey konuşmacıların olduğu bir başka sempozyumla aynı yapın. böylece, dikkatsiz katılımcı adayları yanlışlıkla sizin sempozyuma kayıt yaptıracaklar.
    2) kayıt formuna ''kayıt iptali durumunda ücret iadesi yoktur.'' yazın. tarih, saat ve ismini kopya ettiğiniz sempozyuma kayıt yaptıracakken, yanlışlıkla sizin sempozyuma kayıt yaptıran avanaklar, hatalarını farketseler de durumu kotaramasınlar.
    -----
    düşünbil dergisi tam olarak bunları yaparak, saint benoit lisesi'nde düzenlenecek kolokyumu kopya etti.
    shit.
  • dergi içeriği kısıtlı, çeviri ağırlıklı, çevirdikleri metin için hem yazara / yayınevine hem de çevirmene para ödemeyen, okurların genellikle kapaktaki illüstrasyondan dolayı satın aldıkları, popüler edebiyat dergilerinin felsefe versiyonu olan dergi.

    firma unvanı ise dillere destandır: düşünbil yayıncılık eğitim reklamcılık organizasyon matbaa gıda inşaat ithalat ihracat sanayi ve ticaret limited şirketi

    hazır şirket kurmuşuz içine gıda da koyalım, inşaat da. tipik yerli ve milli esnaf mantığı.

    başındaki olcay yılmaz da aslında ziraat mühendisi, açık öğretimden felsefe okuyor / okudu diye biliyorum. yanlışsam düzeltelim.
  • olumlu yönleri olduğu gibi pek çok olumsuz tarafları da olan ve sanırım olumsuz taraflarının daha ağır bastığı bir dergi. şimdi dergiye daha önce de bir kaç yazı göndermiş biri olarak, derginin işleyişini, yazar alımlarını, çevirmen durumlarını falan biliyorum.

    olumlu yönlerine bir bakalım; dergi cafcaflı ve resimli-ki genelde bahsi geçen şahsın wallpaper şeklinde bir fotoğrafı olur- postlarıyla felsefe ve düşünce alanında büyük bir kitleye hitap ediyor. binlerce facebook takipçisi var, beğenileri falan da iyi hoş. bana kalırsa dergi her yaştan ve hemen her düzeyden kesime hitap etmesiyle başarılı. yani siz kültürel değişim hakkında bir kaç anekdot edilecek temel düzeyde bilgiyi sosyal bilimci olmadan da anlayabiliyorsunuz. yazıların geneli herkesin anlayabileceği düzeyde yazılan ya da çevirileri yapılan popüler metinlerden oluşuyor. böylelikle fesefeye, bilime ya da kültürel meselelere tek boyutlu yaklaşan toplumumuzda farklı perspektif ağlarını basit ve temel düzeyde olsa da sunuyor ya da sunmaya çalışıyor. az önce dediğim takipçi olayının yanında tirajı da yüksek olan bir dergi, dergiyi çoğu d&r mağazalarında bulmanız da mümkün. konularının çeşitliliğe sahip olması, farklı disiplinlere ve alanlara kendi içinde yer vermesi de güzel.

    edit: bu arada unutmadan. lacan ya foucault gibi düşünürlerin sempozyumlarını da düzenliyorlar, imkan verilmediğinden konuşmaya, meramını anlatmaya can atan akademisyenlerimiz falan geliyor sempozyumlarına. öğrenciler için epey faydalı olduğunu düşünüyorum, bu da olumlu yönlerinden biri yiğidi öldür hakkını yeme.

    gelelim olumsuz yönlerine; yazıları, içerikleri, çevirileri kalitesiz efenim. bu kalitesizliğin sebebi de tabii ki dergi sahipleri. öncelikle yazar alımlarına dikkat edilmiyor. aslında çok da yazar alımı denen bir sürecin var olduğu söylenemez. dergi sitesi bu alımları düzenli olarak sosyal medya hesabından paylaşıyor. siz de başvuruyorsunuz. 3 yazını gönder diyorlar, gönderiyorsunuz. çok bir kıstas dikkate alınmıyor, yazınızda bir kaç terim kullanın ve imla hatalarına dikkat edin zaten çok saçmalamadıysanız büyük ihtimal alınırsınız. çünkü sizin yazdıklarının uygunluğu ya da doğruluğu önem arz etmiyor. nietzsche hakkında üst insan ve güç istenci gibi temel rosettaları kendi cümlelerinizle ve bir kaç terimle açıklayın alımınız kesinlikle yapılacaktır. ardından düşünbil yazar ve çevirmenleri facebook grubuna hoşgeldiniz. tabii grup gizli, kozmosun sırları falan konuşuluyor sabahlara kadar. * grupta editörler- bir kaç tane var- yabancı dergi ve paylaşım sitelerinde gördüğü ingilizce içerikleri araklayıp linkini grupta paylaşır ve ardından arkadaşlar bunu çevirmek isteyeniniz var mı diye sorar. oradan sazanın biri atlar, ben alıyorum diye. bu sazanların çoğuda müterrim ve tercümanlık ya da amerikan kültür dili edebiyatında okuyan parlak zekalı okulu devam eden gençlerdir. sonra bu bilimsel ya da kültürel içerikteki yabancı dil metinlerini çevirmeye koyulurlar, ancak metinlerde imla hatalarından tutun da cümle düşüklükleri site de ve bazen dergide yayınlanınca bayrak sallar. derginin ve sitenin içeriğinin yüzde doksanını bu çeviriler oluşturur. yazarlarda aynı şekilde, diyelim sosyolojiye ilginiz var ayda birkaç yazı gönder bize derler, siz sabahlara kadar oturur bir şeyler karalarsınız, sonra onu ya sayfalarında paylaşıp üzerinizden prim sağlarlar ya da dergilerinde basarlar. peki ücret ? ücret yok, maaş yok hiçbir şey yok. tabii adını duyurmak isteyen bir kaç araştırma görevlisinin ya da yrd.doçun yazılarını da görebilirsiniz dergide. ancak genelde "öğrenciler heveslidir kendi isimlerini bir derginin altında gördüklerinde götleri pirelenir" felsefesini kendilerine misyon edinmiş editör ve sahipleri sizin üzerinizden bir güzel geçinir, yazı göndermeyi kestiğinizde geri dönüş yapma gereği bile duymadan facebook sayfalarında -ücretsiz yazar alımı ya da çevirmen alımı yapılacaktır" postunu tekrar paylaşarak yeni sazanları bekler. sanırım şöyle bir anlayışları var, öğrenci adam işsiz güçsüz adam, bir şeyler öğreniyor bunları sınamak, işe koşmak istiyor, buyursunlar onlara kendilerini ispatlayabilecekleri mecra onlar uğraşadursunlar emeklerini biz nasıl olsa dönüştürür sermayesini-
    kendimize- aktarırız.

    mesela albert camus sayısı içinde ergen arkadaşların yazdığı o içeriği beş para etmez yazılar. yemin ediyorum camus'un kemiklerini sızlattılar, hermeneutik yapacağım kaygısında mesele özünden ve şahsından bu kadar koparılamazdı herhalde.

    tüm bu sıkıntılar derginin para misyonunun yanında biraz da kadrosuyla alakalı. sen öyle derginde felsefe, sosyoloji, tarih, sanat bilmem ne başlıkları açıp oraya yazıları dizip, kitleleri toplama amacındaysan eğer bu başlıklara gelen yazıları değerlendirmeye alacak kadro gücünde olmalı. 2 kişiyle yürümez bu iş. kaldı ki yürümüyor da para kazanmanız yürüdüğü anlamına gelmez, sosyalbilimler.org gibi kadrosu akademisyenlerden oluşan bir mecranın yanına yaklaşamıyorsunuz. çünkü "hadi gel foucault'u özetle bize" ile yürümüyor bu işler. ve bu yüzden türkiye bilimler alanında prestjiniz olmayacak, yalnızca sığ bir düzeyde kalmaya devam edeceksiniz.
  • genel yayın yönetmeni olcay yılmaz facebook hesabından nietzsche sayısı için bir özdeyiş talep ediyor: "nietzsche'den ahlak ile ilgili sözler paylaşmanızı istesem! acil dergi için..." diye yazıyor.

    dergiden hoşnut olmayan biri de [yukarıdaki talep bile bu hoşnutsuzluk için geçerli bir sebep] olcay'ın iletisine nietzsche'ye ait olmayan bir söz yazarak cevap veriyor. tabi olcay şaşırtmayarak böylesi bir sözü nietzsche nerede yazmış, kim nasıl çevirmiş, alternatif çevirileri var mı vs. gibi bir yığın aşamayı es geçip teyit etmeden bunu nietzsche sayısının kapağına basıyor!

    söz konusu hata düzeltilmemiş. üstüne üstlük bir marksist bir blogda düşünbil referans gösterilerek bu söz nietzsche'nin gibi paylaşılıyor.

    dergicilik, yayıncılık hele hele felsefe böyle bir şey değil. azıcık özen.. işini iyi yap.
  • facebook sayfasında school of life'ın videolarını güya kaynak göstererek tırtıklayan dergi. hiçbir kaynak link falan vermeden başı kıçı kesip kimsenin izlemediği en sonda "orijinali school of life'da yayınlamıştır" yazmışlar. bu kadar. vidyo linki falan hiçbir şey yok. (orijinal vidyo için bkz

    bir ara burada intihalci bir hırsız vardı, evrim ağacı'ndan çaldığı yazılardan sonra "evrim ağacı'ndan saygılarla" gibi infolarla güya kaynak gösterirdi. bu da aynı hesap.

    felsefe dergileri bile hırsızlık yapıyor, bu nasıl ülkedir kardeşim!
  • karl marx konulu mart sayısı bayağı bayağı iyi görünüyor; hatta düşünbil'in en iyi sayısı bile olabilir.

    içindekiler

    ideolojiye karşı
    onur özcan

    karl marx, yabancılaşma ve imkânsız bir aşk öyküsü
    ali yalçın göymen

    marx eleştirisinde iki durak: bakunin ve popper
    armağan öztürk

    marx’ın ontolojisine ve soyutlama fikrine dair kimi notlar
    önder kulak

    marx’ta yabancılaşma, özgürlük ve insan doğası
    ziya dinçsoy

    marx’ın güncelliği ya da şimdinin peşinde bir “karşılaşmalar materyalizmi”
    zafer yılmaz

    karl marx filozof mudur?
    doğan göçmen

    marx ve eleştirel realizm arasındaki süreklilikler
    ozan doğan

    karl marx’ın yeni dünyası: feuerbach üzerine tezler
    abdurrahim tunç

    bilim teorisi perspektifi ve “marksist bilim”: bilimsel olmak ya da olmamak işte bütün mesele
    ömer faik anlı

    marx ve adalet teorisi
    aysel demir

    marx ve tarihsel bireyin özgürlüğü
    berkay coşkun

    marx’ın özgürlük kuramının dayanağı olarak praksis
    sevinç türkmen

    marksist felsefenin “estetik” yüzü: marx, felsefesini; felsefesi marx’ı yaptı
    beyza özkan

    marx felsefesinden hareketle sanatın özerkliğinin sorunsallaştırılması
    pelin dilara çolak

    “varoluş, çıkışsız labirentte bir kovalamacadır”
    varlık ergen
  • bir tanıdığın trollediği dergi. sanıyorum facebook’ta kapakta yayınlamak üzere bir niçe sözü soruyorlar. benim arkadaşın bir arkadaşı da birşeyler uyduruyor/aslında sırıtmayacak şekilde usturuplu sallıyor. bir sonraki sayıda ise bu sözü kapakta bir niçe alıntısı olarak görüyoruz.
  • bu ayki sayısı "kötülük" üzerine olan felsefe dergisidir.

    bu sayıdaki jimmy alfonsa licon'un "ahlaki idare ve kötülü problemi" başlıklı yazısının ana hatlarından parçalar vererek ona bir eleştiri getireceğim.

    yazı "dünyada bu kadar kötülük varsa tanrı nasıl mutlak iyi olabilir?" klasik sorusu ile başlıyor. bu görüşe hiçbir zaman katılmadım. ilk olarak bizim, burada bir deney (veya sınav) için bulunduğumuz göz önüne alınırsa bizim merhametli veya zalimce eylemlerimiz yalnızca bir kayıt olarak tanrı'nın defterine not düşülmekte olsa gerek. yoksa eğer her fırsatta bizi yönlendiriyor olsaydı bu bir deneyden çok bir kukla şovuna benzerdi.

    ikinci olarak yazı, deistlerin buna getirdiği argüman olan "özgür iradenin önemi ve özgürlüğün erdemi" konusuna değinir. ve ardından bu görüşe eleştiriler getirmeye başlar:

    örneğin hitler özgür iradesi ile bir seçim yaptı, ama bunun sonucu binlerce yahudi'nin özgür iradesinin ellerinden alınması oldu diyerek "hoşgörü paradoksuna" bir gönderme yapar. arkasından başka bir örneklemeye gider: "alex bir banka soyacaktır ve bu muhtemelen kanlı bir iş olacaktır. polis bunu bilir ve elinde alex'i daha bu işe bulaşmadan yakalamak için yeterince delil de vardır. şimdi polis, alex'i olay olmadan önce yakalamalı mı yoksa özgür iradesine saygı mı göstermelidir?" sorusunu sorar, özgürlük - güvenlik ikilemi yaratır. ve son olarak da "beyinde tecavüzü, cinayeti önleyebilecek ama irade dışı bir mekanizma kurulacak olsa hangimiz buna hayır diyebiliriz?" diyerek bu düşüncesini tepe noktasına çıkartır.

    şimdi işin eleştirisine gelirsek, sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: farkında olarak veya olmayarak, bu bir "önleyici savaş doktrini" propagandasıdır. önleyici savaş, bush yönetimi tarafından ortaya atılmış, ortada bir tehdit varsa bu tehdit faaliyete geçmeden onu ortadan kaldırma stratejisidir. ırak'ta nükleer silahlar olduğunu öne sürüp ülkeyi işgale gitmek bu doktrinin bir ürünüdür. yazı bunun haklılığını kanıtlamak için çabalar. iktidarın kültürel hegemonya yaratmak için bu tarz yazılara, filmlere, iktidarına rıza yaratacak kültürel araç gereçlere her daim ihtiyacı vardır. yoksa ancak bir korku imparatorluğu olarak ayakta kalabilir tabii o da güçlü olduğu müddetçe. günümüz lider devletlerinin de moral değerler üzerine, liberalizm - insan hakları sloganları eşliğinde kendilerini tanımladıkları düşünülürse, rıza üretimi son derece önemli bir hal alıyor.

    ikinci olarak zaman ve mekandan bağımsız bir tanrı varsa zaten ölümler onun için doğal ve mutlaktır. insanların dramatize ettikleri acıların onun için bir değeri olduğunu sanmıyorum. genel kabul edilen tasviri ile tanrı, insanlara özgürlük bahşedip iyi ve kötü eylemlerini ödül - ceza yöntemi ile değerlendirmekle ilgilenir. senin kopmuş bacağını umursamaz. o da bir başka değerlendirmenin temasını oluşturan şartlardan birisidir. insanın insan hayatına duyduğu önemle tanrı gibi yeterince kavrayamadığımız, boyutlarüstü bir varlığın insana duyduğu önemi bir tutmak, tanrısal olanı insanileştirmektir. bu da değerlendirmemizi rasyonaliteden saptırır. ki aynı 3 boyutlu düzlem içerisinde, zamana tutsak ve benzer kimyasal maddelerden oluştuğumuz hayvanların hayatına bakışımız bile ortadayken, tanrının insan hayatı için duygusal müdahalelerde bulunmasını beklemek akıl karı değildir.

    son olarak "beyinde suçu önlecek bir cihaz" tasviri, otomatik portakal (clockwork orange) filminden/kitabından tanıdık gelecektir. elinde olmayan bir şeyi yapmamak, zaten bir seçenek olmadığı gibi erdem de sayılmaz. ikinci olarak dünyada net bir kötülük olduğuna açıkçası emin değilim. öldürmenin ne zaman bir canilik ne zaman bir kahramanlık aracı olacağı hiç belli olmaz. ki zaten aynı katilleri kimileri ulusal kahramanlar olarak gözleri yaşlı anarken kimileri cesedine tükürülecek teröristler olarak nitelendiriyorsa ben ortak bir iyi - kötü algısından bahsedebileceğimizi zannetmiyorum.

    hem bu "yapılamayacak kötülükler" listesini kim belirleyecek? bu durumda insan, insanlıktan soyutlamayacak mı; robotlaştırmayacak mı? ya "endüstriyel üretime katılmamak, ürememek, insanlığın ortak değerlerine (otoriteye) itaat etmemek)" bir "kötülük" olarak kodlanırsa? dünya bir distopyaya dönüşmez mi?

    özgürlük en büyük erdemdir. her şeye rağmen.
  • sitesi sürekli çöküşte olan dergi. böyle güzel bir derginin, bu kadar boktan bir sitesi nasil olur? enteresan.
hesabın var mı? giriş yap