641 entry daha
  • a. "...yedi yıl sayın sezer'in bir cumhurbaşkanlığı deneyimini hep beraber yaşadık, çeşitli hükümet icraatini frenlemekten başka sayın sezer türkiye'ye nasıl bir vizyon biçti? ... herhalde bundan daha korkunç bir kader olmaması lazım bir cumhurbaşkanı için, bir hafta sonra unutulacaksa."

    b. "...çankaya'nın işlevinin fren yapmak ya da statükoyu korumak gibi bir görevi olduğunu kim söylüyor, bunu da ben anlamıyorum. çankaya'nın görevi tam tersi fren değil gaz olmalıdır, türkiye'nin şu an içinde bulunduğumuz ortamda fren mekanizmasına ihtiyacı yok, türkiye'nin gaza ihtiyacı var, türkiye'nin atılım yapmaya ihtiyacı varken en üst düzeyden fren mekanizması izliyoruz, bu türkiye'ye yapılacak en büyük kötülüktür diye düşünüyorum."

    c. "... sayın gül'den demokratikleşmeye başlayan cumhuriyet'i hukuk devleti kavramıyla taçlandırması benim bir yurttaş olarak beklentim, ikinci beklentim de cumhurbaşkanlığı makamının fren, statüko makamı olmaktan çıkması, tam tersi belki özal bunların sinyallerini vermişti, belki parlamentonun da önünde bir şeyler söylemesi, bazı konularda öncülük yapması, topluma vizyon vermesi, yani hatta toplumu şaşırtması,... sayın özal döneminde telaffuz edilmiş bazı şeyleri biz bugün bile hala telaffuz etmekten çekiniyoruz; sezer için böyle bir tek örnek veremezsiniz. sezer, türkiye'yle ilgili bir şey telaffuz etti ama herkes biraz çekindi bununla ilgili, bir terk örnek söyleyemezsiniz, sadece statükoyu korudu."

    yukarıdakiler, 24 ağustos 2007'de (dün akşam oluyor) kanal 7 'de iskele sancak adlı o fosilleşmiş programda eser karakaş tarafından yapılmış tespitlerdir, ahmet necdet sezer'in aslında nasıl bir cumhurbaşkanı olduğuna dair bu tespitler üzerine konuşmak istedim ve bu istek salt gündelik siyaset tartışmaları çerçevesinde yediden yetmişe, televolecisinden mankenine (bu da bambaşka oldu yalnız) ülke gündemini oluşturan; "gül cumhurbaşkanı olabilir mi? adam şeriatçı." veyahut "onu sevmeyen ölsün" pardon "onu sevmeyen vatandaşlıktan çıksın" gibi ifadelere dahlim olsun da bir taraftan at gözlüğümü hiç çıkarmadan koyu bir a.n.s. (kısaltma kullanacağım) veya a.g. (kullandım hatta) düşmanlığı yapma, vapurda sabahın köründe işe veya okula giderken okuduğu posta gazetesinde ne okuduysa, hayatı ancak o kadar zanneden adama öykünme ve yediden yetmişe hepimizin siyasetten anladığını bir kez daha kanıtlayabilme adına bende hasıl olmadı, belirteyim de ona göre satırlarım çevresinde ya siperde ya da satırlarımla omuz omuza düşmanlarınıza karşı savaşmaya kalkışın veyahut özel isteğim odur ki; kalkışmayın.

    gelelim yukarıdaki ifadeleri söz konusu programın ilgili bölümünden apartıp buraya niye "yazı teması" ettiğime. bundan çok seneler önce değil, ta şimdi i.s. 2007 senesinde liseli çocukların aldıkları bilmemkaç senelik o muazzam eğitimleri gereği şöyle dedikleri; "ilk cumhurbaşkanı atatürk.. ikincisi inönü.. üçüncüsü? dördüncüsü? beşincisi? altıncısı? yedincisi kenan evren galiba, çok bahsedildiği için biliyorum, sekizincisi özal, eh onu biliyorum çocukluğumdan hatırlıyorum onu tombik biriydi, dokuzuncusu demirel yuh yani bilmez olur muyum, özal ölünce o seçilmişti, onuncusu ahmet necdet sezer evet." işte o ülkede, her şeyde olduğu gibi cumhurbaşkanlığı forsuyla alakalı da ak ile kara karşı karşıya gelmiştir; yanlış anlaşılmasın aktan kastım ampullü parti, karadan kastım da yüzü gülmediği söylenen on numaralı cumhurreisimiz değildir, şudur; ak kendini haklı, kara kendini haklı görene göre karşıt olandır; örneğin; tayyip erdoğan fanları (bunların genelde tayyip fanlığı alt kültür olarak kendini gösterir; üst kimlikleri başkadır, başka biri olarak yaşarlar mesela islamcı olabilirler, dinci, şeriatçı [bu şeriatçı lafıdır ki bana parantez içi parantez açtırdı; yahu şeriat "yol" demek, senin medyan mefhumlarla problemliyse, sen de problemli olmak zorunda değilsin ki, hele ki okuyup yazan biriysen. bu karmaşanın bir yoldaşı da "bizi ortaçağ karanlığına götürmek istiyorlar" lafıdır, ki aklı başında batılı tarihçilere, ilim adamlarına, çağdaş felsefecilere, ortaçağ'ın gelmiş geçmiş en entelektüel çağ olduğunu yaza yaza bir hal gelmedi değil, ha şu insanlar ve devletler arası anlaşmazlık-iletişimsizlik çağına üstüne basa basa "iletişim çağı" demiş olanların terminolojisinde bu hususta düzgünlük bulmak, skolastisizmin hakim olduğu çağlarda avrupa'da "yaşadığımız çağ da tam ortaçağ ha.. hepimiz yobazız" diyen birini bulmak kadar zordur. ama ben yaşadığım çağa "iletişimsizlik çağı" diyebiliyorum, o da benim sorunum sanırım.], biraz kitap okumuşlarsa muhafazakar, mukaddesatçı ve en sevdiğimi en sona sakladım; batıdaki hiristiyan demokratların izledikleri politik gelişimi, süreci yaşamamış, hop paket halinde ünvanı kolayca kapmış: "müslüman demokrat". bu sadece bir kesim, bir de bu yoldan geçmeyip, bu yolda tayyip'le yolları kesişmişler vardır; bunların bir kısmı radikal, birikim ve bianet'ten çıkma, kanal 7 'deki tartışma programlarının vazgeçilmezleri olup, gün gelir sabah'a, gün gelir doğan grubuna yazar olarak atanırlar; eski solcudurlar, yeni libarellerdirler, hasan celal güzel'le kol kola gezmezler ama satırları kol kola gezebilir, sadece hrant dink'in katilini dürten fikir akımı hususunda anlaşamazlar, zira işin o boyutu "insanım" diyen hiçbir insan evladının midesini kaldırmaz.) için ak olan tartışılmaz derecede tayyip ve takımıdır, kara olansa "çankaya'daki halktan uzak olan adam" dır. karşı tarafta ise cumhuriyet elden gidiyor diyenler vardır, bunlar da saf saf ahmet necdet sezer'in halkla bütünleşme gibi bir zorunluluğunun olmadığını anlatmaya çalışırlar karşı tarafa, ki hep kaybederler, zira türkiye'de onların ak, diğerlerinin ise kara olduğu bir çağ hiçbir zaman yaşanamayacaktır, bunu bilmezler. zira bu ülke insanı, sistemli bir biçimde 80 senelik tecrübenin üç aşağı beş yukarı; 2000 sene önce senatus/senatores ve günümüzdeki karşılığıyla olmasa da, terimin günümüzdeki karşılığını dölleyen respublica yani "cumhuriyet=devlet" deneyimiyle bir tutup üç beş yasa değişikliğiyle "avrupalı" olabileceğini sanan, bu yüzden "dost acı söyler" in ilmi versiyonu olan "alim acı söyler" düsturu gereğince; teoman hoca'nın (teoman duralı) yeni çağ'da almanya'nın fransa ve ingiltere gibi güçlü devletlerin gerisinde kaldığında, onlara yetişebilmek için her alanda; felsefede, politikada, kültürel ve sosyal yaşamda hatta psikolojik açıdan artık "kendi olmaktan vazgeçerek" onlara yetiştiğinin, ki aradaki hiristiyanlık bağına rağmen bu güç olmuştur bir de din faktörünü düşünün bizim için, almanlarda daha sonraki sömürgeci zihin yapısının anca böyle oluştuğunun altını çizmesi biraz olsun dilimizde "sad but true" tadı bırakmasın mı? zira bu topraklarda büyük ölçüde "batılılaşma"yı ve "avrupalılaşma"yı "doğumumuzdan itibaren bu ülkede şu an ağır aksak işle(me)yen sosyal haklarımızı elde ederiz" veya "türlü antidemokratik uygulamalara karşı yararlı olur/olmaz" diye nitelendirenlerden ziyade, "ab'ye girdiğimiz vakit kokoreç yiyemeyecekmişiz :(" veya "hacı abye bi girelim, hemen soluğu alıcam gurbet elde, hatun peşindeyim" diyenler söz sahibidir, bunu da son seçim sonuçlarına yedirerek bekir coşkunvari bir söyleme sapmak da istemiyorum, burada yazılanların nihai hedeflerinden/amaçlarından biri, en kaba haliyle; eğitim düzeyi çok ama çok düşük bir toplumla kucaklaşamamış bir cumhurbaşkanının olduğu iddiasının en temelde sakat olduğunun altını çizebilmektir. hal böyle olunca bu kitlenin, eser karakaş'ın dediği gibi bir hafta sonra a.n.s.'i unutması bir problem, "korkunç bir kader" de değildir, işte bütün bu akla estikçe arka arkaya dizilmiş cümlelerin özünde bu vardır.

    senin okullarında yakın tarihimiz ders olarak okutulmuyor, lise talebeleri bu ülkenin bir başbakanının, adnan menderes'in niçin asılmış olduğuna dair zerre fikir sahibi olmuyor, "aman konuşursak okulda siyasete girer" denilip, müfredata konmuş olan her hafta sınıf öğretmeni kontrolünde sınıfta bir saat gazete okunacak kuralı (ortaokul yıllarından anımsıyorum bunu) "aman siyasetle ilgili sayfaları okursak sorun olur" denilerek yalan edilmişse, senin çocuklara yol göstermesi gereken, rehber hocaların, öğretmenlerin eli kolu bağlı bir biçimde törenden törene, halkı gaza getirmeyi amaçlamış şiirlerde kalmış "çağdaşlık... sosyal devlet" (ha pardon "sosyal devlet" lafı da siyasete girer diye söylenemez) imalarını da içeren şanlı tarihimizden alacağımız ibretlerle tıpkı demir ağlarla ördüğümüz gibi; geleceğimizi kuracağımız o güzel günlere özlemde bu ülke insanı, bunu salt statüko "tören yapma zorunluluğunu dayattığı için" tiksinmeye başladığında, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı cumhurbaşkanlarının kimler olduğunu bilmeyen, hasbelkader bilse de, "anne bu cumhurbaşkanları neden askermiş hep?" diye sorduğunda alacağı "hatırlanmamaya" dair cevabın kendisi de sadece bu halkın balık hafızalığı olduğuyla da açıklanamaz, açıklanmamalı. zira omnipotens bir güç, bütün halklara akıl dağıtırken bizi es geçmiş değil veya "ne yapalım kaderimiz böyleymiş.. en azından peygamber gönderilmemiş tek ırk türklerdir.. aklı başında bir ırkız" diyerek övünecek kadar da salaklar yok aramızda henüz (yoksa var mı?) ama hızla maneviyatçı+mukaddesatçı şoven milliyetçi karındaşlarımız, çocuklarımız yeni nesil olarak baş göstermeye başladı, hem de yukarıda bir yerde söylediğim "kendi olmaktan vazgeçen alman" lara en fazla öykündüğümüz, en fazla batıyla entegre olmak (bu lafı kullanmayı bekliyordum senelerdir, bugüne kısmetmiş... peygamber gönderilmeyen tek ırkız vesselam) için can attığımız bir dönemde önümde, sağımda, solumda her yerde bozkurt işareti yapan küçük çocuklar, açık alanda öpüşen çiftleri uyaran reisler, "ben dinine allah'ına küfreden herkese eylem yapacaktım. eğer yakalanmasaydım ahmet necdet sezer'e ve şener eruygur'a suikast düzenleyecektim." diyen, kan kokan azılı adamlar (http://www.turkiyehaberci.com/detay.asp?hid=15219) nereden bakarsanız bakın hem kendi olmaktan vazgeçerek, diğerlerine öykünmeye ve onları anlamaya en çok can atan bir zihniyet hem de yavaş yavaş büyümüş, artık yavaşı lavaşı kalmamış besbelli bir patlamaya hazır bomba haline gelmiş bir maneviyatçı zihniyet kol kola girmiş, işte böyle bir ortamda ahmet necdet sezer, işte bu halka kucaklaşamayan bir liderdir, elinde mikrofonla bu kafası bir hayli karışık olan kitleye bağıra bağıra seslenemeyen kiminin akı kiminin karası olan liderdir.

    karakaş önce diyor ki; "...çeşitli hükümet icraatini frenlemekten başka sayın sezer türkiye'ye nasıl bir vizyon biçti?" daha sonra da yeni cumhurbaşkanı adayımız müstakbel gülümüzden beklentisi olarak şunu itiraf edebiliyor; "... sayın gül'den demokratikleşmeye başlayan cumhuriyet'i hukuk devleti kavramıyla taçlandırması benim bir yurttaş olarak beklentim..." itiraf diyorum, çünkü karakaş'ı çelişki içinde görüyorum; madem karakaş'a göre; bu cumhuriyet "akp ile birlikte demokratikleşmeye başladı" o halde yine onun belirttiği a.n.s.'in fren mekanizması pek işe yaramamış görünüyor, kaldı ki karakaş'ın yine ikinci beklentisinde geçtiğince; özal'ın verdiği sinyal örnek alınacaksa, ben kendi adıma böyle bir "güçlü olanın güçsüzü ham yapmaya zorlandığı" ve "işini iyi bilen memurların zengin olduğu", dürüstlüğün cumhurbaşkanlığı gücüyle birlikte aile fotoğraflarında heder edildiği bir ülkede, hele ki özal sonrası o zihniyetin, partisiyle birlikte tarih çöplüğüne gömüldüğünü de hatırlayıp, halkın bu zihniyete teveccühünün sona erdiği çıkarımını yapmam mümkünken, yaşama isteğimin olması imkansızdır. "ikinci beklentim de cumhurbaşkanlığı makamının fren, statüko makamı olmaktan çıkması, tam tersi belki özal bunların sinyallerini vermişti, belki parlementonun da önünde bir şeyler söylemesi, bazı konularda öncülük yapması, topluma vizyon vermesi, yani hatta toplumu şaşırtması,."

    a.n.s. toplumu şaşırtabilecek bir lider olamamıştır, ama toplumu şaşırtmaktan kasıt nedir, bunu tek bir çatı altında toplayıp toplumun sanki tek bir ses çıkarıyormuş da, onu şaşırtmaya yönelik ifadeler kullanması gerekiyormuş da, bunu yerine getirememiş gibi bir sonucun çıkarılması, bir cumhurbaşkanının, ülkeyi yöneten yasama, yürütme ve yargı üçgeninde nerede bulunduğunun tam belirlenmemiş olmasından, ayrıca toplumu şaşırtmaya yönelik ifadeler kullanması gereken tek başına bir iktidar zamanında, yürütmenin temel gücünü yok sayıp bu görevi, karakaş'ın deyimiyle cumhurbaşkanlığının alması ("...çankaya'nın görevi tam tersi fren değil gaz olmalıdır") yukarıda bir çırpıda, lanet olası bir özetle elden geçirdiğim bir kafa karışıklığından muzdarip çeşitli insanlardan, çeşitli isteklerden oluşan "vatandaşlar topluluğu"nun da varlığı göz önünde tutularak acaba gerçekleşebilir miydi? a.n.s.'i sadece bir cumhurbaşkanı olarak düşünerek, "fren oldu" diye suçlanmasına sebep olan uygulamalarına izin veren kanunları ortadan kaldırarak, cumhurbaşkanı kim olursa olsun, ister eşi türbanlı, ister eşi sayntooji tarikatına mensup, kim olursa olsun, onu yetkileri sınırlandırılmış biri haline getirirsin, veyahut sen bir düşün adamısın, bunu yapamazsın da en azından öne sürersin; "fren olma" niteliğini veyahut bir sonraki cumhurbaşkanının da buna veyahut hükümetin her icraatını onaylayan noterliğe saplanabilme tehlikesini ortaya koyarak, yetkilerinin daraltılmasını iddia edebilirsin, ama mevcut koşullar içinde gazlayıcı bir cumhurbaşkanı beklentisi manasız kaçmaktadır. ayrıca şu da var ki; cumhurbaşkanı kimi gazlayacak? hangi kesim kendini gazlanmış hissedebilir? kürt realitesi dese bir taraf gazlanır, öbür taraf vatansız der, türk düşmanı mason der, türklükten, tek bayraktan, kültür bağından dem vursa statükocu, 30'lu yılların atatürkçüsü ilan edilir başka kesim tarafından, dine vurgu yapsa "şeriat geldi" denir, denir oğlu denir, ülke insanını gazlayabilmek için, homojen bir topluluğa sesleniyormuş önkabulünden vazgeçerek, topluluğun eğitim düzeyine, ülkedeki gelir dağılımındaki adaletsizliklere, ülkenin yakın geçmişine, antidemokratik faktörlere, geceyarısı tepemize binen askeri spam maillere, bir çuval patatese oy veren yığınlara bakarsın, bazen umutsuzluk görürsün bu sahnede bazen sömürüldükçe sömürülmeye prim tanıyan, onun bunun oğlu o şirkette bu şirkette, o fabrikada bu fabrikada genel müdürlüklere yükselirken, öbürleri kaynağı nedir belli olmayan paralarla amerigalarda okurken, sen bu sahneye bakar durursun; markete korumasız gidersin, cebindeki parayla alışveriş eder, kırmızı ışıklarda durursun; ama senin hakkında "kara" yargılar cezayı çoktan kesmiştir: "halkla kucaklaşamadı" gel de gazla şu kucaklayamadıklarını, nereden, nasıl ve ne için kucaklanmalı bir kitle, kimsenin umrunda değil; zira kokoreç yiyemeyeceği için abye karşı olan adamın problemi eğitimsizlikle alakalıdır, yoksa bir iki yasa değişikliğiyle avrupalı-batılı olacağını sanan bir başka adamı seçen o adam en azından "gazlanabilecek" seviyeye gelmeden, bütün gazlar boşa. bütün unutuşlar boşa, özal unutulsa ne olur unutulmasa ne olur, iddia ediyorum en unutulmayan cumhurbaşkanı kenan evren, aranızda ondan daha çok "şaşırtan" bir cumhurbaşkanı hatırlayanınız yoktur heralde. yoksa şaşırtmayan mı demeliydim?

    ek: ilgili konuşmanın videosunu youtube'a attım, buyrun şuradan alalım sizi: http://www.youtube.com/watch?v=loumgnn-pwy
2889 entry daha
hesabın var mı? giriş yap