16 entry daha
  • bazıları için geçmişte kalan hoş bir anıydı. bazıları için zararsız abuk subuk sözler, şarkılardı. bir kısım mizahın arkasındaki toplumsal eleştirileri göklere çıkarırken bir kısım bu eleştirilerin elitistliğinden dem vurdu. 1991 yılında çıkan bol vitamin albümü çok ses getirmişti, o dönem de çok sattı. albümün oluşması, albümde anlatılanlar ve de albüm çıktıktan sonra yaşananlar ile ortaya çok ilginç bir hikaye çıktı. istanbul'un göbeğinde yaşayan genç müzik öğrencilerinin etraflarında gözlemlediği sıkıntıları mizah ile anlatması ile bir anda gelen şöhret karşında yaşadıklarının hikayesi bu.

    e bu hikayeyi de gökhan semiz ile başlatmazsak olmaz. adam, iki şeye hastaydı: rock müzik ve mizah. bakırköy metalci tayfasının bir elemanı olarak eloy hakan'ın kafesinde arkadaşları ile takılan, kankası uğur uludağ ile gitarı ile dinletiler sunan, rock/metal gruplarında vokalistlik yapan oldukça sosyal ve sevilen biriydi. ancak işi sadece cover yapıp, goygoy ile hayatını geçirmekten ibaret değildi. yine uludağ ile tiyatro oyunları yazmaktaydı. bir yandan da evindeki kasetlere metronomu ve gitarı ile dönemin popüler yabancı şarkılarını çalıyor, üstüne de komik sözler yazıp kaydediyordu. güzel sanatlarla bu kadar ilgili bir adamın gideceği yer de tabii ki konservatuar oldu. burada müziğin matematiğini öğrenirken bir yandan da bakırköy tayfası dışındaki yeni dostluklarını yarattı. günün birinde derste otururken arkadan komik bir şekilde unchain my heart şarkısını yorumlayan flüt öğrencisiemrah anul ile tanıştı. ikili ders sonrası hemen yakın arkadaş oldu. gökhan semiz, yazdığı mizahi sözleri anul ile paylaşıyor, ondan geri bildirim alıyor, ikili de bu şarkıları okul kantininde arkadaşlarına sunarak egleniyorlardı.

    burada kameramızı bir süre için semiz'den uzaklaştırıp başka bir isme döndürmek gerekiyor. o da ercan saatçi. semiz'in aksine saatçi, istanbul'un karşı yakasında aktif olan bir isimdi. o dönemde herkes kendi semtini ölümüne savunurdu. saatçi de özellikle asya yakasının futbol ekibi olan fenerbahçe'nin fanatiği olup hayatı boyunca bu kimliğini gurur ile taşıyacaktı. ancak tek sevdiği şey futbol değildi. o da müzik ile çok ilgili bir adamdı. birkaç sene sonra ülkenin en önemli gitaristlerinden biri haline gelecek lise arkadaşıyavuz çetin ile müzik yapıyordu. daha sonra o da konservatuar öğrencisi oldu. bu dönemde bolca beste yapıyor, yarışmalara katılıyor ve de kendi çevresini genişletmeye çalışıyordu. hayatı ufuk yıldırım adlı başka bir konservatuar öğrencisi ile tanışınca değişti. ufuk yıldırım da diğerleri gibi oldukça genç bir müzisyen olsa da kendi adını duyurmuş ve piyasada tanınan bir klavyeci olmuştu. 1988'de kurtalan ekspres'in klavyecisi olarak barış manço ile çalışmaya başlamıştı. böylece arka planda kızıl, kıvırcık saçlı genç klavyeci olarak dikkat çekmeye başladı. aynı dönemde kayahan için de çalışıyordu. ayrıca müzisyenliğinin yanı sıra besteciydi de. daha 18'ine girmeden barış manço'nun kalpler beraber şarkısının bestesini yapmıştı. ercan saatçi ve ufuk yıldırım'ın kafaları çok uymuştu. 1989'da trt ekranlarında genç müzisyenlerin tanıtıldığı bir programda düet yapan ikili, 1990'da ilk ciddi çalışmalarını hazırladı. 1990 eurovision türkiye elemeleri için ufuk yıldırım ve özlem yüksek'in vokalistliği ile sahne alan kurtalan ekspres'in söylediği şarkı bir ercan saatçi bestesiydi. ikili, şarkılar üretmeye devam ederken bir yandan da kendi çalışmalarını sunacak şirketler arıyordu.

    işte böyle bir durumda emrah anul, gökhan semiz'i ercan ve ufuk ile tanıştırdı. gökhan, ercan ve ufuk birbirlerine hemen ısındı ve hemen bir şeyler üretmeye başladılar. ufuk yıldırım'ın kurtalan ekspres'ten abisi ahmet güvenç'in stüdyosuna okul çıkışı giden üçlü akıllarına gelen bütün matrak fikirleri beraber kaydediyorlardı. eğlencesine başlayan bu kayıtlar bir anda neredeyse bir albüm çıkaracak kadar artınca üçlü oturup ne yapacaklarını düşünmeye başladı. en sonunda mizahi bir albüm çıkarmaya karar verdiler. peki hepsi bir şekilde rock müziğe bulaşmış ancak konservatuarda türk müziği öğrenen bu insanlar nasıl bir müzik yapacaktı? tabii ki de bir ters köşe durumu oldu ve rap müzik yaptılar. tabii bugün anladığımız tarzda değil. aslında yaptıkları şey dönemin meşhur tekno, house ya da dancehall şarkılarının üstüne mizahı türkçe sözler yazmaktı. o dönem daha türkçe pop'un patlaması daha gerçekleşmemişti ve gençler yurtdışından gelen şarkılarla kendilerinden geçmekteydiler. ama tabii ingilizce bilme seviyesi çok yüksek olmadığından genellikle sallama sözlerle yorumlanan bu şarkılara türkçe söz yazıp eşlik edilmesini sağlamak ve de bu sözlerin mizahi olması ile ekstradan bir eğlencenin ortaya çıkması çok yaratıcı bir hamleydi. grubun bu şarkıları o dönem "rap" olarak tanımlaması da grubun müzikten çok vokal tarzına ve söylediklerine verdikleri önemden gelmekteydi. hem mizahi hem de fazla sözcüklü, konuşur tarzda bir vokali 1990 yılının başında mfö, ali desidero ve anında görüntü ile türkiye'de denemiş ve çok başarılı olmuştu. ancak bu tarz elbette mfö'nün renklerinden sadece biriydi. zaten yabancı şarkılardan aranjman kültürüne 1960'lardan beri alışkın türk müziği dinleyicisine yabancı şarkıları eğlenceli bir şekilde tüm albüm boyunca sunma fikri herkesin aklına yattı. bir de o dönemler telif hakkı kavramı türkiye için çok yeniydi. şimdiki gibi bir kontrol sistemi olmadığı için de albümde istedikleri yabancı şarkıyı yeniden kaydedip üstünde özgürce oynayabildiler.

    tarz tamam, peki şarkıların konusu ne olacak? burada da istanbul'a göç ve oluşturduğu alternatif kültüre değinme istedi ağır bastı. öyle ki 1990'daki nüfus sayımına göre istanbul nüfusu 7,3 milyondu. sadece 5 sene öncesine göre 1,5 milyonluk bir artış söz konusuydu. 1980-1985 arasında da 1,1 milyon bir artış olmuştu. bir yandan 1950'lerde başlayan istanbul'a göçlerle gelenlerin orada kalıcı olmaları ve de çocuk yapmaları, bir yandan da yeni göçler ile artan nüfus suyun yetmemesine, çöplerin aşırı artıp toplanamamasına, trafiğe ve daha bir çok probleme yol açıyordu. öte yandan kırsaldan kente göçen insanların kendi kültürlerini koruma amaçlı onlara daha da sıkı bağlanması ile bir hayat tarzı çatışması da ortaya çıktı. albümdeki şarkılarda birçok insanın destek vereceği eleştiriler vardı. mesela yere balgamını atmak, gürültü kirliliğine yol açmak, yoldan geçen kadınlara sarkıntılık yapmak eleştirildi. bunlara elbette kimse karşı çıkmaz. öte yandan bu kesmin dış görünüşü ve şivesi ile de dalga geçildi ki bu dalga geçme özellikle bugün geriye dönüp baktığımızda ötekileştirici bir hal alabiliyor. bu haklı ve haksız eleştirilere şarkı şarkı konuştuğumuzda yine döneriz tabii ama bu tavır vitamin ile başlamadı. mesela albümde çokça kullanılan ve de albüme katkıda bulunanların ilerleyen kariyerlerinde de bolca kullanacakları "maganda" ve "zonta" kelimeleri 1980'lerde, genellikle istanbul'un yeni sakinlerini betimlemek için, mizah dergilerinde yaratılmış yeni tabirlerdi. iki kelime de milliyet gazetesi arşivinde ilk önce 1988'de kullanılmış mesela. gökhan ve ercan, işte bu bağrı açık, kolyeli, kıllı, şiveli, eğitimsiz ve kaba yeni istanbullu tipini mizah dergilerinden müziğe taşımış oldu. ancak şarkılarda sadece "maganda"lara değil, kendilerine de iğne batırıyorlardı. 1990'da türkiye'nin ilk özel televizyonu magic box açılmış, böylece beyaz ekran trt'nin sıkıcı yüzünden kurtulup daha çok eğlence ve müzik ile tanışmıştı. grup, bu değişimler ile televizyon bağımlısı olan, hiçbir değeri olmayan ürünler tüketenleri de eleştirdi. ayrıca içinde bulundukları müzik endüstrisine de laflarını sakınmadı.

    strateji tamam, konular hazır. şarkıları tamamlamak için de ufuk, ercan ve gökhan üçlüsü konservatuar arkadaşlarına döndüler. farklı şivelerin taklidini yapmak için sertaç demirtaş ve murat uzunal'dan destek aldılar. gökhan ve emrah'ın çok yakın arkadaşı olan ve çok inandırıcı ama atmasyon bir ingilizce rap taklidi yapabilen selçuk aksoy (a.k.a selçuk botnik) da bu yeteneğini albüme kattı. emrah anul da geri vokallerde destek verdi. vokal olarak en sansasyonel destek ise ercan saatçi'nin o dönemki sevgilisi izel çeliköz'den geldi. keza izel bu albümün kayıtları sırasında birkaç başarısız deneme sonrası 1991 eurovision şarkı yarışması'nda türkiye'yi temsil eden üç isimden biri olarak türk dinleyicisinin karşısına çıkmıştı. sırada bu albümü kimin çıkaracağı konusu vardı. burada da zaten müzik piyasasında olan ufuk yıldırım, unkapanı'ndaki bağlantılarını konuşturdu ve de ilhan tek ile anlaştı. tek, şirketi karnaval plak ile 80'ler boyunca türkçe arapça karışık eğlence kasetleri olan esmerim esmer serisini yayınlıyordu. ona sunulan albümün eğlencesi ile o güne kadar yaptığı işler arasında bir paralellik görmüş olmalı ki bu fikre sıcak baktı. sadece albümde alışık olduğu oryantal şarkılardan da olması için grubu ikna etmeye çalıştı ve de albümün sonuna kendisinin bir parodisini eklettirdi. sonuç olarak ufuk yıldırım'ın yaptığı altyapı üstüne, gökhan semiz ve ercan saatçi'nin sözleri ve vokali eklendi. diğer arkadaşlardan da gerekli yerlerde destek alınınca albüm ortaya çıktı.

    tamam albüm hazır ama bu albümün promosyonu nasıl olacak? sonuçta sadece eğlenmek isteyen bir grup konservatuar öğrencisinin bir projesi bu. öncelikle şunu belirtmek lazım. ortada şu an için bir grup vitamin yok. grup vitamin kavramı bu albümden sonra yaratılmak zorunda kalınacak. ama albümü de satmak için bir isim lazım. e kasedin açılışını yapan şarkı "rap vitamin" olunca, albümün prodüktörü ilhan tek, "tamam işte albümün adı 'vitamin' olsun" dedi. sonuçta vitamin nasıl insana enerji veriyorsa, albümdeki şarkılar da insana öyle bir enerji vermekteydi. sadece ek olarak yine "rap vitamin"in nakaratından esinlenerek kapakta ufak gözüken bir "bol" kelimesi iliştirdi. böylece şarkı "bol haşhaş, az vitamin" dese de albümün resmi adı "bol vitamin" oldu. gel gelelim ortada tam anlamı ile bir grup olmadığı için, kasette herhangi bir şarkıcı adı da yazmıyordu. albüme katkı verenler de bu tarz kalemi keskin mizahi bir parodi albüm ile kendilerini özdeşleştirmenin konservatuarın ciddi imajı ile uyuşmazlığını öne sürerek kendilerini öne çıkarmadılar. aynı nedenle albümün kapağında da kendilerinin yerine sempatik bir bebek fotoğrafı kullanıldı. lakin kendilerini tamamen de gizlemediler. albüm kapağında söz müzik kısımlarında gökhan semiz, ercan saatçi ve ufuk yıldırım isimleri açık açık yazmaktaydı. sadece "düzenlemeler uf-er" kısmı dikkat çekiyordu. ilhan tek tarafından yazılan "vitamin teşekkür" kısmında da ilk teşekkür "uf-er (ufuk yıldırım-ercan saatçi) prodüksiyon"a gidiyordu. ufuk ve ercan, kendilerini albüme katkıda bulunanlardan böylece ayırmış ve de albümü bir "uf-er" albümü olarak sunma adına ilk adımı atmıştı. ikinci teşekkür izel'e gitmiş, ancak üçüncü teşekkür sözlerin ve şarkı fikirlerinin çoğunun kaynağı olan gökhan semiz'e gönderilmişti. bu da yine gelecek tartışmaların bir habercisiydi.

    albüm rap vitamin ile açılıyor. şarkı dr alban'ın muhteşem no coke şarkısının bir yorumu. "no coke"un öyle güzel basları ve düzenlemesi var ki yıllardır kulaklık denemelerimi bu şarkı ile yaparım. gerçekten de bir diş doktoru olan dr. alban'ın bu şarkısı aslında uyuşturucu karşıtı bir eser. nijerya aksanı ile söylenen şarkının meşhur nakaratı şöyle der: "istemiyoruz yok kokain, yok eroin, yok haş haş, yok amfetamin". gökhan semiz ise bu kısmı şöyle yorumladı: "bol haş haş, bol eroin, çok marihuana, az vitamin". şimdi bugün böyle bir şarkı çıksa çarmıha gerilir. ama şarkı gidip uyuşturucu kullanın demiyor. aksine uyuşturucu ve reklamları aynı kefeye koyuyor ve reklamlardan gözünü alamayarak ve de oradaki her söyleneni yaparak kendi hayatını darmadağın eden bir çocuğu anlatarak bir eleştiri getiriyor. gökhan semiz de bu çocuğun aslında kendisi olduğunu açıklamıştı. özel kanalların açılması ile artık tercih yapabilme şansı olan ve önünde o dönem daha önce düşünülmeyecek kadar çok içerik bulunan birinin bu bağımlılığı, günümüzde de sosyal medya ve netflix gibi platformlar ile sanal dünyadan kopamamamız ve içerik tüketiminde kaybolmamamız ile tekerrür ediyor. ufuk yıldırım'ın düzenlemesi orijinalinin kalitesine yakın. çok başarılı. şarkının sonundaki alaturka bölüm bir yana, şarkının içinde zaman zaman yer alan oryantal nameler çok iyi yedirilmiş. geri vokallerde izel ve ercan oldukça ön planda. ancak tabii ki şarkının asıl yıldızı gökhan semiz. "bak komiklik yapacağım" demeden, oldukça normal bir şeylerden bahsediyor gibi aşırı absürt cümleler kurma tarzı zaten kendisinin alamet-i farikası oldu. bu da onun ilk örneği. no coke'un nakaratını tat ketçap jingle'ına bağlamak gibi numaraları bulmak çok yaratıcı. öte yandan kendisinin en sevdiğim vokal anlarından biri "pınarla mayalanan" kısmındaki melodikliğidir. yani adam aslında sadece iyi bir anlatıcı değil, iyi de şarkıcı. hem konusu ile dikkat çekici, hem de içindeki referanslarla 90'ların başına insanı ışınlayan bir zaman makinası gibi.

    albümün mesaj kaygısı içermeyen ve doğrudan eğlendirme amacı güden şarkılarından biri rap beni ramizem.bu şarkının orijinalini bilmiyorum, bulamadım da. bilen varsa edit gelir ancak çok enerjik bir müzik. ekibin elinden çıkan en iyi şarkılardan biri. bir diğer özelliği de grubun daha sonra değişmez özelliklerinden biri olan isme şarkı yazma geleneğinin ilk örneği olması. ayrıca selçuk aksoy'un hem şarkının başına hem de ortalarında yer alan atmasyon rap'i de ilk kez bu şarkıda duyuluyor. şarkının içi bol bol dönemin şarkılarından ve de sevilen türkülerinden alıntılar üstünde yapılan kelime oyunları ile ilerliyor. hatta sezen aksu'dan gidiyorum ve belalım, kayahan'dan da seni seviyorum şarkılarını nakarattan önce birkaç saniye kendi tarzlarında yorumluyorlar. burada da ufuk yıldırım, hem klavyesi hem de vokali ile dikkat çekmekte. 1995'te çıkan remix versiyonda bu kısımları büyük ihtimalle telif nedeniyle atlamışlar. ama başta dediğim gibi 1991'de bu göndermeler büyük bir problem değil. ercan saatçi'nin de şarkıda vokal olarak büyük bir katkısı var.

    albümün eleştirel yüzü dokundurabirsiniz ile başlıyor. bu şarkı gökhan semiz ve ercan saatçi ikilisi tarafından yazılmış. bildiğim kadarıyla gökhan semiz, şarkının orijinali olan mc hammer'dan u can't touch this şarkısının nakaratının gırgır versiyonlarından sorumlu. ercan saatçi ise şarkının bu gırgır materyal ile alakası olmayan asıl konusundan. şarkı, istanbul'a on beş gün önce göç etmiş bir inşaat işçisinin memleketlisine gönderdiği bir mektuptan ibaret. bu mektupta istanbul'a göçen köylünün neredeyse hiçbir yabancılık çekmediğini çünkü "köydeki kırolardan" orada da bolca olduğunu, herkesin biraz zonta ve davar olduğunu ve köyden bile fazla kebap yendiğini anlatıyor. tabii şahit olduğu yenilikler de var. mesela ilk kez evin içinde bir kenef görmüş. sonunda da ailesini istanbul'a çağırıyor. tabii ki her şeyin istanbul'da olması ve buraya durmadan göç olması büyük bir problem. ancak mektubu okuyan kişi sertaç demirtaş'ın aşırı şivesi (ki ilerideki albümlerde kendisinin vokal performansı bence çok daha iyi) bu problemin mizahi anlatısını güçlendirmek isterken bence karakteri daha da dalga konusu haline getiriyor. ercan saatçi'nin "dokundur", "elle", "sana seviyorum" gibi aksanlı eklemeleri ise tek başına komik olsa da şarkının asıl konusu ile birleşince istanbul'a göç eden karakterin ağzından çıkmış gibi algılanıyor ve de şarkının asıl mesajının ulaşmasını engelliyor. o yüzden bu "dokundurabirsiniz" şarkısı hem o dönem çok popüler olmuş, devamı çıkmış hem de halen youtube gibi yerlerde yüksek dinlenme ve yorum toplamış olsa da ben öyle çok da eğlenceli bir şarkı olduğunu düşünmüyorum. mizahı diğer şarkıların aksine bana geçmiyor. mesela karakterin bir "elle" bir de tam tersine "çek elini" ya da "dokunma camış" demesi bana komik gelmiyor. gerçi ben u can't touch this'i de çok sevmem zaten.

    izel, yakışır mı? şarkısına öyle bir giriyor ki suzanne vega dinlese herhalde takdir eder. şarkı, suzanne vega'nın tom's diner adlı şarkısının d.n.a grubu tarafından yapılan ve o dönem çok popüler olan remix'i üstüne kurulmuş. ufuk yıldırım, yine düzenlemede çok çok iyi bir iş yapmış. acayip bir keytar solosu var sonunda mesela. bas gitar da sanki klavyeden değil de canlı canlı çalınmış gibi. muzikalite muhteşem yani. devamında ise ercan saatçi kendi yazdığı sözleri söylüyor. sonra da işler sarpa sarıyor. sözler yine magandalık üstüne kurulmuş. magandanın yaptığı şeylerin yanında imajı ile de dalga geçilmiş. bu altın zincire, kol saatine, bağrı açıklığa neden bu kadar taktıklarını pek anlamıyorum. keza nispeten uzun saçlı olmaları, giydikleri bol ve uzun kotları, renkli t-shirtleri ile bu sefer diğer tarafın dalga konusu olanların bu sefer diğerlerine görünüşten giydirmesi bir garip. ama asıl sıkıntı o da değil. şarkıda magandaya giydirirken geğirme ve tükürme sesleri, "zattıturi, zorttaturi" gibi abuk sabuk vokaller, yine garip bir şive ile yapılan taklit derken pek de zevkle dinlenilen bir şarkı ortaya çıkmıyor. zaten ercan saatçi'nin normal vokalinin de çok güçlü olduğunu söylemek zor. asıl işin mutfağında daha başarılı olan ercan'ın bu projelerde şarkıcı olarak öne çıkarken, aslında çok iyi bir sese sahip ufuk'un muftakta kalması da bence bir garip.

    albümün burasında bir karmaşa var. albümde bu şarkı için rap beni ramizem (part 2) yazmakta. ancak şarkı, part 1 ile ne müzik, ne söz, ne konu olarak alakalı. internette şarkının adı ayı ve o olarak geçmekte. bir sonraki albümde de ayılar ve o (part 2) diye bir devamı var. bu eser kısa bir şiir. sertaç demirtaş tarafından okunan bu şiir, gökhan semiz tarafından yazılmış. kısacası adamın biri bir ayı ile karşılaşınca korkutan bayılıyor ama ayı onu tanıdığı için başına bir şey gelmiyor. eser bu kadar. işin espirisi bu şiveli arkadaşın da aslında bir "ayı" olması. sertaç demirtaş'ın konuşma tarzı şimdi allah var yüze bir gülümseme getiriyor ama kısa, çok manalı olmayan, zararsız, öylesine bir şey işte.

    ama bu magandalık ve ayılık temasına devam ediyoruz ve şaşırmayın ile ilerliyoruz. 1990 eurovision'da hem hareketli müziği, hem ateşli vokali, hem de yarışmada altyapının yanlış zamanda verilmesi ile bir talihsizlik yaşamaları ile ülkemizde dikkat çeken azucar morenonun bandidosu da bu kadar meşhur olunca bu albümde elbette yer alacaktı. ercan ve gökhan ikilisinin yazdığı sözler yine maganda istilasını anlatmakta. diger eserlerden en büyük farkı şive komikliği yapmamışlar. bir de en azından "dokundurabirsiniz"de göç sorununa, "yakışır mı?"da ne tür magandalıklar yaptıklarına değindikleri için biraz daha dikkat çekici şarkılardı. bu şarkı ise "ay şekerim, kıro doldu burası" demekten çok da ileri gidemiyor. e zaten ercan saatçi'nin vokali zaten çok güçlü değil. öte yandan "bandido" cidden çok iyi şarkı. "maganda trilogy"nin mesajı en zayıf şarkısı olsa da birini açıp dinlesem sanki her şeye rağmen bunu dinlerim gibi geliyor.

    şimdi kasedimizi çevirip, b yüzüne geçelim. burada ünlü trakyalı deli selim'in meşhur bestesi ayılana gazoz bayılana limon, farklı bir yorum ile ayılana rap olarak karşımıza çıkıyor. bu şarkıda ilk kez murat uzunal'ı duymuş oluyoruz. murat uzunal, gökhan semiz'in yazdığı ve orijinal şarkıda olmayan kıtaları okumakta. şarkının efsane nakaratını da aynen korumaktalar. hayatımın ciddi bir bölümünde bol bol trakya düğünü gören biri olarak bu beste ile aramda manevi bir bağ olmaması mümkün değil. altyapıda bir gırnata eksik ama bence vermesi gerektiği 9/8'lik havayı başarı ile veriyor. ha hem sözler, hem şive, hem de ercan ve murat'ın atışması tam roman klişeleri. gırgıriye'den fırlamış gibi bir muhabbet. halen cennet mahallesi ile günümüzde de bunun alıcısı olduğunu görebiliyoruz. çok yaratıcı bir numara olmasa da murat uzunal'ın taklidi bence iyi, ufuk yıldırım'ın en sondaki vokal performansı çok iyi. eğlenceli mi? eğlenceli. hem bu şarkı hem de ileride yine deli selim'den adapte edecekleri tırmala beni ile bir kültürü daha geniş bir kitleye sunmaları ve bu şarkıların ömrünü uzatmaları da vitamin için gurur verici bir şey olsa gerek.

    söz ve müziği ercan saatçi'ye ait bir derste, izel'in çocuk taklidi ile ön planda olduğu bir eser. bence komik. özellikle sonda nakaratta ercan saatçi'nin laflarına cevap verme performansı çok sempatik. ufuk yıldırım'ın düzenlemesi de bence güzel. hatta ara klavye melodileri bildiğin mfö kokuyor. ama asıl mfö etkisi ercan saatçi'nin vokalleri ve ona eşlik eden geri vokallerde. ali desidero'nun direkt etkisi hem vokalde hem de sözlerde mevcut. özellikle çokça jargon kullanmaya dikkat etmişler. belki 1991'de herkesin dilinde olan kelimelerdi ama şimdi bu şarkıyı dinlediğimde bazı noktaları kaçırıyorum. dil denilen olgunun hızla değiştiğinde kuşaklar arası bağlantıyı nasıl koparabileceğini bir an düşündüm o anlarda. konu haşarı bir erkeğin, ders sırasında bir kız ile yakınlaşması ve de hocanın bunu görünce oğlanı sınıfta bırakmak istemesinden ibaret. biraz daha uzatabilirlermiş aslında. ama güzel ve akılda kalıcı nakarat ve vokallerle benim eğlenceli bir vakit geçirdiğim şarkı. şarkı bugün çıksa sonundaki bismillahirrahmanirrahim muhabbeti nedeniyle "kutsalımızla alay ediyorlar" diye ufak bir cıngar çıkardı diye düşünmeden edemiyorum. son olarak izel daha sonra ufuk ve ercan'ın sen korkma bebeğim eserinde bu karaktere tekrar bürünmekte. ilgilenenlere duyrulur.

    geldik albümün en tartışma yaratan şarkılarından biri olan özgün müzik'e. şimdi magandaya laf atılınca bu eleştirinin tarzı hakkında eleştiriler olabilse de, ki ben de bazılarını yazıya döktüm, herhalde herkes ona buna sarkıntılık yapan, çevreyi kirleten kişilere karşıdır. ancak özgün müzik eleştirisi yapınca oklar bir anda bir müzik tarzı eleştirisinden daha fazla bir hale geliyor keza özgün müzik yapanların genel olarak sol görüşlü siyaseti müziğine yediren kişiler olduğunu düşününce, emek ve özgürlükten bahseden bir dünya görüşü eleştiriliyor gibi oluyor. şuna vurgu yapmak zorundayız: herkes mizah konusu olabilir. sen dünyanın en pırlanta insanı bile olsan seni ti'ye alabilirler. ha bunu saçma bir yönden yaparlar ve kendileri alay konusu olur, orası ayrı. bu nedenle ahmet kaya'dır ya da yeni türkü'dür, bu isimler gülmece konusu edebilebilir. hatta bu şarkının yaptığı şey cesur bir şey demek gerekiyor. ha özgün müzik, "yok aslında bir numara" denecek kadar kötü bir müzik mi? bence değil. vitamin'e de "bir numara yok" diyen çok ama bu grubun doğru işlerini yok etmiyor. hatta özgün müziğin aslında o kadar da "özgün" olmaması tespiti çok doğru bir tespit. "nazım baba bize söz yaz" cümlesi lafı gediğine oturtan çok iyi bir eleştiri. keza bülent ortaçgil de "sözümüz bitince nâzım'a sığınamadık" demişti. ya da fikret kızılok hem zülfü livaneli'nin nazım'ı sömürmesine hem de ahmet kaya'nın tarzına şarkılarında eleştiri getirmişti. yeni türkü ve fatih kısaparmak şarkılarının üstünde oynamaları da zararsız mizahi dokunuşlar. sonuçta pop şarkıcılarının sözlerini eğip büken bir ekip bu. yalnız ahmet kaya'nın şarkıları hapishane ve idam temalı olunca işler biraz daha tatsız bir hal alıyor tabii. özellikle şafak türküsü'nün genelev espirili yorumu bazı insanlar ne kadar "duyar kasma lan" dese de bence talihsiz. yapmak istiyorsa yapsın, elbette yasaklanmasın, yapana da hareket olarak dönmesin. ancak gökhan semiz'in de geriye bakıp düşündüğünde "bunu öyle yapmasaydık" diyebileceğine ihtimal vermek istiyorum. daha hafif göndermeleri ercan saatçi okurken, bu ahmet kaya bölümlerini gökhan semiz'in okumayı tercih etmesi de ilginç ve cesur denebilecek bir nokta. bu mısraların daha sonra gökhan semiz'e değil de ercan saatçi'ye patlaması da ayrı bir ilginçlik. ahmet kaya'nın a takımı'nda ercan saatçi'ye bu genelev muhabbeti nedeniyle ağzının payını verdiği söylenir. hatta saatçi'nin kendisinden dayak yeme iddiası da var. tabii ercan saatçi'nin daha sonraki kariyerinde de milliyetçiliği öne çıkaran bir müzikal ve politik duruş sergilemesinin de hedefe konmasına katkıda bulunduğu ortada. gökhan semiz daha sempatik olduğu için sanki bu kavgadan sıyrıldı gitti. hatta semiz, ahmet kaya'nın şarkılarına gönderme yapmayı hiç bırakmadı. şarkıya geri dönersek müzikal olarak albümün en iyilerinden. bir kere orijinal beste olması takdir edilesi. gökhan semiz'in sesi yumuşacık. sonlarda yer alan özgün müzikçi taklidi şahane. izel'in geri vokalleri tatlı. ufuk yıldırım'ın altyapısı çok iyi. şarkı ortasında klavye ile çaldığı perdesiz bas tadında bir solosu var ki sanki erkan oğur çalmış. ama işte şarkıdaki mizah ve de albümün genelindeki şiveli "maganda, kıro, zonta" tabirleri birleşince bugün bile ara ara ortaya çıkan "ya bu vitaminciler de elitist, kaypak beyaz türk" gibi bir eleştiriler ortaya çıktı. ben de bir ortayolculuk yapıp iki tarafın da haklı olduğu yönler var diyerek kendi görüşümü belirteyim.

    e şimdi o kadar şive komikliğinin olduğu bir albümde laz taklidi olmadan olur mu? olmaz. rap laz adını verdikleri bu şarkının sözleri ercan saatçi'nin, müzik ufuk yıldırım'ın. vokali ercan sanıyordum ama ekşi'de murat uzunal diyorlar, olabilir. adına rağmen karadeniz müziğinin dibine vuran bir eser beklerken, normal bir pop melodisi üstüne şiveli konuşan bir adam var. ancak sözlerde mizahi çok bir şey yok. bence albümün en kötü değil ama en boş şarkısı. sondaki beni kategorize etme kısmı biraz akılda kalıcı ama o kadar. belli bir mesajı ya da öyküsü de yok. şive performansı fena değil. en azından şivenin dibine vurup bayat bayat temel ve dursun muhabbeti yapmamışlar (ki yine de bu şarkıdaki karakterin de adı tabii ki temel). ancak şarkının tatsız tuzsuz, kolay unutulur bir şarkı olmasının engelleyecek hiçbir şey de yok.

    şimdi işler biraz ilginçleşiyor. şimdi bu albümü dijital platformlarda dinleyince espirisi kalmıyor ama kendimizi 1991'e attığımızda ve bol vitamin kasedini dinlemeye başladığımızda bir anda "rap laz" sonrası kapakta adı geçmeyen bir şarkı başlamış oluyor. türkiye'de o dönem hiç bilinmeyen "hidden track" anlayışı ile bir sürpriz olsun diye mi böyle yaptılar, yoksa şarkıyı son anda albüme aldıkları için mi şarkı kasede eklenmedi, yoksa direkt bir basım hatası mı bilmiyorum ama fatoş albümde belirtilmemiş. şarkı çok tatlı melodisi olan bir çocuk şarkısı kıvamında, sadece müzikal olarak dinlenilirse eğlenceli bir eser. ufuk yıldırım'ın operatik geri vokalleri çok güzel. ercan saatçi'nin şiveli vokali melodinin tatlılığı ve vokallerin görkemi ile bilinçli bir zıtlık yaratıyor ki komik. tabii ki şarkının asıl önemli yönü sözleri. elinde orağı ot biçmeye giden fatoş, dört erkekle karşılaşıyor. aralarında bir şey geçiyor. şarkının ana fikri de: "tüm erkekler öküz, kızlar öküzü sever, bu şarkıyı duyan kızlar ot biçmeye giderler". şimdi aralarında geçen şey aslında direkt söylenmese de tecavüz. bu tatlış şarkıda bunu farkedince insan bir "lan?" diyor. tabii "ee tecavüzcü coşkun diye bir karakteri çok seven millet de böyle bir mizahi şarkıda tecavüz espirisine güler. bu çocuklar da çok oluyor" diyerek hem şarkıcılara hem de topluma laf sokulabilir. ama işin garibi bu şarkının neredeyse bire bir çevrilmiş bir fransız şarkısı olması. nasıl olmuş, nereden duymuşlarsa la rirette adlı fransız halk şarkısını bulup fatmagül'ün suçu ne?'deki fatmagül'ü fatoş yaparak yeniden yorumlamışlar. şarkı aristokrat olmayan fransız halkının kendini eğlendirmek için aşırı argo şarkılar uydurup, bir nevi üstlerindeki baskıyı kırmak ve rahatlamak için söylediği bu tarz çok sayıdaki ayıp eserlerden sadece biri. e o zaman film yok, dizi yok, plak yok. kendilerini böyle eğlendiriyorlar. bu şarkı 1700'lü yılların sonunda ilk kez yazılı bir şekilde kaydedilse de geçmişinin daha da geriye dayandığı bir gerçek. şimdi youtube'a girip şarkıyı aratınca da halen birçok fransız'ın kendi kendilerine bu şarkıyı yorumlayıp, yorum kısmında şarkıya gülmeye devam ettiklerini görebilirsiniz. zaten fransa ve cinsellik ilişkisi her zaman tartışma konusu olmuştur ki en son buna mignonnes filmi ile ilgili çıkan tartışmalarda şahit olduk. bir parodi albümü hakkında yazarken bu kadar derin konulara girmek ve de farklı toplumsal anlayışlar hakkında konuşmak çok acayip. bu nedenle "bol vitamin" albümünü cidden önemli buluyorum. şarkıya geri dönersek ufuk yıldırım'ın klavye ile çaldığı bas gitar, mandolin, kemanlar çok çok iyi. adamlar eğlenmiş, ortaya da albümün en bilinen eserlerinden biri çıkmış.

    ula hamiyet başladığı anda bir oh çekiyorum çünkü benim sevdiğim vitamin tarzı açıkçası bu: klas bir yabancı şarkı (yine dr. alban ama bu sefer hello africa), selçuk aksoy'un sallamasyon rap'i, gökhan semiz'in sesi, absürt kelime oyunları ve de alakasız bir ismin ön plana çıkması. ufuk yıldırım'ın altyapısının iyi olduğuna yine değineyim. kendisinin şarkının orijinaline bir şeyler katma çabasını gerçekten takdir ediyorum. nakaratta ercan saatçi'nin vokalleri ve yine gereksiz bir şive komikliği çok da gerekli değilmiş ama öyle olmuş, yapacak bir şey yok. bir de çok çat diye bitmese güzel olurmuş sanki. izel, sezen aksu'ya özenip "bütün aşklarıma" dedikten sonra hiçbir şey eklemeden bir anda bitirmişler. şarkı her ne kadar albümün kapağında yer alan üç şarkıdan biri olarak grup tarafından öne çıkarılsa da herhalde bugün bakınca aynı beste üstüne yapılan vitamin çakması grup rap-tiye'nin hello malatya adlı parodisi daha bir absürt olduğu için daha bilinir. "ula hamiyet" daha sade ama gökhan semiz'in yaratmak istediği vitamin havasını iyi yansıtan bir eser.

    albümü kapanışını yapımcı ilhan tek'in hey hey ya amar eserinin parodisi olan raps hey hey ile yapıyorlar. yukarıda da belirttiğim gibi arap müziğini türkçeleştirerek kaydettiği albüm serileri ile iyi bir satış rakamı yakalayan tek, bu albüme de faydası olması için benzer bir tarz şarkıyı grubun yorumlamasını istiyor. gökhan semiz ve ercan saatçi de "hay hay" diyor ve de böyle bir şarkı yaratıyorlar. bence işin yaratıcılığı şu ki aslında tek'in şarkısını bildiğin görmüyorlar. şarkının "rap" vokallerini yapan semiz, "hey hey ya amar"ın anlamını anlayamadığı için bu saçma tabire gıcık olduğunu uzun uzun anlatıp, en sonunda tabirin hiçbir anlamı olmadığını öğrendiğinde de "yakalarsam mahvedeceğim bu kelimeyi bulanı / kim söylemişse halt etmiş hey hey amar'ı" diyor. ama tabii adamda şeytan tüyü var. herhalde ilhan tek de bu espirilere gülüp geçmiş ve albüme koyma konusunda sıkıntı yaratmamış. şarkı nakaratında hey hey ya amar'ı kullansa da bir arabik şarkı parodisi değil. kıtalarda klasik pop bir ritm var. daha da etkileyicisi ufuk yıldırım'ın şarkıyı ara ara miami sound machine'den congo'ya bağlayarak doğuya değil de batıya, yani güney amerika'ya gönderebilmesi. yine ufuk'un olduğu sandığım vokaller de latin havasını çok güçlendiriyor.

    kasedi teypten çıkaralım ve de bu albüm kaydedildikten sonra neler oldu ona bakalım. gençler okul devam ederken şarkıları kaydetti. hatta izel arada eurovision'a gitti, 12. oldu, geldi. kayıt ilhan tek'e verildikten sonra da herkes yaz tatili için dağıldı, evlerine gitti. albüm temmuz ayında yayınlandı. başta pek bir ses getirmese de yaz sonuna doğru birden bire kasetçilerden, dükkanlardan, kafelerden bangır bangır çalmaya başladı. albüme katkıda bulunanlar da çok şaşırmıştı. sertaç demirtaş, babası ile otobüs beklerken bir yerde şarkıları çalıyormuş. babası, oğlunun vokal yaptığını farketmeden "bu ne biçim şarkı, kim bu zibidiler" demiş. selçuk aksoy, kasetçi arkadaşına "yahu bu benim" diye kendini inandırmaya çalışmış. ercan saatçi, sokakta korsan kasedini satan adama kimliğini gösterip "benim kasedim" demiş. gazete kasedi ercan saatçi ve ufuk yıldırım adlı iki gencin hazırladığını yazınca doğduğu almanya'dan yaşadığı türkiye'ye uçan ufuk yıldırım'ın adını pasaportunda gören pasaport polisleri kendisini tebrik etmiş. daha önce de dediğim gibi, kasede fotoğraflarını koymamışlar. bu nedenle gizemli bir durum ortaya çıkmış. bu da albümün başarısına katkıda bulunmuş. tabii ortada albüm olsa da grup diye bir şey yok. ilhan tek'in kartonette yazdığı "vitamin teşekkürler" yazısında albüme katkıda bulunanlara teşekkür edilse de, albümün herhangi bir yerinde bir grup adı ve de grup elemanları geçmemekteydi.

    bir başarı var ama eğer ortada bir grup yoksa bu başarı kimin başarısı? albüm kartonetinde "uf-er" adının daha baskın olması ve de ufuk ve ercan ikilisinin unkapanı'nda az da olsa isim yapmış olması nedeniyle ikili bu başarıyı sahiplendiler. ama albümün yüzde ellisi uf-er ise diğer yüzde ellisinin gökhan semiz olduğu gerçeği de vardı. semiz, herkes okullara dönünce herhalde ufuk ve ercan ile konuşup nasıl ilerlemeleri gerektiğini konuşacaktı. ama onun yerine dönemin meşhur dergisi aktüel'de bol vitamin hakkında yapılan ufuk - ercan röportajını gördü. buna rağmen semiz, ufuk ve ercan'dan bir haber bekliyordu. ancak bir gün albüme katkıda bulunanlar show tv'de "dokundurabirsiniz"in çaldığını gördüler. ancak gökhan'ın hem sözlerine hem de ara vokallerine katkıda bulunduğu, asıl vokali ise sertaç'ın yaptığı şarkıyı sadece ercan, ufuk ve de murat uzunal üçlüsü playback olarak söylemekteydi. bu da iplerin kopması demekti.

    gökhan semiz, bu olaydan sonra emrah anul, selçuk aksoy ve de sertaç demirtaş ile konuşup, bu tarzı devam ettirmeye karar verdi. albümün isminden dolayı halk bu kasedi yapanlara "grup vitamin" adını koymuştu. yani teknik olarak ercan, ufuk ve izel üçlüsü hiçbir zaman vitamin üyesi olmamıştı. aynı mantık ile aslında bol vitamin, bir grup vitamin albümü bile değildi. gökhan, emrah, selçuk ve sertaç'ın uf-er'i bir nevi uyutup, "grup vitamin" ismini hızlıca alıp kullanmaya başlamalarının en önemli nedeni ufuk ve ercan ikilisinin o sırada başka bir proje ile ilgileniyor olmasıydı. "bol vitamin" bu ikili için bir yan projeyken, ercan saatçi ve izel, yanlarına okuldan bir başka arkadaşları olan çelik erişçi'yi almıştı ve de bir başka uf-er prodüksiyonu olan izel-çelik-ercan doğdu. o sırada iyiden iyiye patlayan pop dünyasında üç genç çocuk naif şarkıları ile gönüllere girdiler. 1991 yılı biterken sağdaki dükkandan ercan saatçi'nin maganda taklidini soldaki dükkandan ise romantik prens şarkılarını duyabilirdiniz.

    şimdi ortada bir albüm (bol vitamin), iki tane de grup (uf-er ve grup vitamin) vardı. daha önce "bol vitamin" bir uf-er albümü olarak kabul ettirilmeye çalışılsa da gökhan semiz ve arkadaşları grup vitamin'i kurunca halk da bol vitamin'i gruba atfetti. grup vitamin de hemen vitamin furyası popülerlitesini yitirmeden "ikinci albüm" kaydına başladı. uf-er'in ayarladığı ilhan tek'in şirketi karnaval plaktan ayrılan grup, uzun yıllar beraber çalışacağı. uras plak'a geçti ve de daha sene bitmeden kendi adını taşıyan albümünü çıkardı. kapata bizim dörtlü dışında dört kişi daha vardı. albümde enstrüman çalan ve de geri vokal yapan bu arkadaşları kapağa almak ile grup vitamin, herhalde ilk çıktıklarındaki o kalabalık çete imajını korumak istemişlerdi. ancak, ufuk yıldırım'ın ilk albüm düzenlemerinin kalitesinden çok uzak, aceleye gelmiş bir çalışma ortaya çıktı. yalnız işin ilginci albümde iki tane uf-er prodüksiyonu şarkı olmasıydı. hatta grup üyeleri her şeye rağmen uf-er'e kasette teşekkür ediyorlardı. benim teorim bu şarkıların ilk albüme giremeyen şarkılar oldukları. düşük bir ihtimal de aslında gökhan, ercan ve ufuk üçlüsünün ikinci albüm için çalışmaya başlayıp, bu playback meseleleri sonrası darılmaları ile bu iki şarkıdan daha fazla ileriye gidemedikleri.

    ercan ve ufuk'un "bol vitamin"in kaymağını yeme planları tutmayıp, ortaya yeni bir grubun ve kendilerinin de yer aldığı iki şarkıyı da içeren bir albümün ortaya çıkması ikiliyi oldukça rahatsız etti. hemen albümü çıkaran plak şirketine dava açtılar. bir yandan da "bol vitamin"in kendilerine ait olduğunu iddia etmeye devam ettiler. 1992 yılının başında müyap, önceki yılın ödüllerini verirken "en iyi grup" olarak "grup vitamin"i seçti. ancak organizatörler daha sonra "vitamin'in dağıldığını" söyleyerek ödülü ercan, izel ve ufuk üçlüsüne takdim ettiler. hangi tarafın daha iyi lobi yaptığını bu örnekte görmek mümkün. ercan ve ufuk, bu işin peşini bırakmadılar. uf-er olarak vitamin tarzını devam ettirdikleri bir albüm kaydettiler. albümün reklamında kendilerini "vitamin'in yaratıcıları" olarak lanse eden ikili albümlerinin adına da vitamin değil şifa niyetine koyarak eski arkadaşlarına çakmayı da ihmal etmediler. albüm kapağında da tüm bu olan bitene şöyle değinip konuyu kapattılar: ".. güldürmeye meraklı ne kadar hazırcı varmış. müzikle mizahi kaynaştırıp yeni bir tarz yaratınca, taklitlerimiz sayısız örneklerle peşimizden geldi. vitamin paylaşılmaz oldu. öncü güç olarak kimi sinirlendik, kimi üzüldük fakat sonunda mantığın buyurduğu gerçeğe biz de ulaştık. neydi bu gerçek: 'başarı taklit edilir' ve de 'taklitler daima asıllarını yaşatır'. işte bu nedenle sevimsiz bir tablo yaratan 'vitamin' adına sığınmak istemiyoruz. vitamin, tarzımızın başlangıcı olarak anılabilir. kim dilerse buyursun alsın. ama biz bu karmaşada olmak istemiyoruz". albümde izel ve murat uzunal da vokaliyle ikiliye destek olmaktaydı. "grup vitamin" albümünde yer alan iki uf-er şarkısından maganda'yı bu albümde yeniden yorumlamışlar, reklamlar ile de "rap vitamin"i yeniden yaratmaya kalkmışlardı.

    vitamin tadında bir albüm çıkarmaya çalışan tek isim uf-er olmadı. yapımcı ilhan tek de hemen kolları sıvadı ve de vip adında, "bol vitamin"in devamı olduğunu öne sürdüğü bir çalışma yayınladı. kasette şöyle diyordu: "aslında vitamin devam ediyor ama bazıları (!) bizim vitamin'in suyunu çıkarttıklarından ötürü bizler de bu sululuğa daha fazla ortak olmamak için adımızı vip olarak değiştirdik ve sizler için çok özel olmayı amaçladık. elinizde bulundurduğunuz bu kaset karnaval firmasının gerçek vitamin kasedinin devamı olup, bundan sonra çıkacak tüm vitamin türü yapıtlarımızı vip adı altında karnaval kasetçilik etiketiyle sizlere sunacağız". başta "vip" ne alaka desem de kasetçilerde alfabetik olarak vitamin'in yanında yer almak için stratejik bir hamle olduğunu sonra anladım. hadi eski şirketinin vitamin çakması albüm çıkarması tamam. ancak piyasa bir anda çakma vitaminlerle dolmuştu. basit bir google araması ile genellikle kapağında bir bebek resminin olduğu devamlı vitamin - vitamin 3, hep vitamin, şurup vitamin, 2 vitamin c, vitamin kokteyli, yok haşhaş var vitamin 2 gibi albümler çıktığını görmek mümkün. bir de bunun üstüne yukarıda adı geçen grup rap-tiye'nin doping albümü gibi vitamin ismi kullanmadan çıkan vitaminimsi kasetleri de eklemek lazım.

    bol vitamin, bir dönemi salladı geçti ve de ardında çok ilginç bir hikaye bıraktı. peki o isimler bugün neler yapıyorlar?

    gökhan semiz: emeğinin görmezden gelinme çabalarını engelleyerek 90'lar boyunca vitamin'i ayakta tuttu. mizahi yönünün yanı sıra tiyatroculuk, yazarlık yönlerini ve de daha ciddi solo çalışmalarını daha öne çıkarmaya başlıyordu ki 17 ocak 1998'de bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

    uf-er: 1994'te dillerini daha sertleştirdikleri ve politikleştirdikleri ebabil bir kuştur adlı ikinci bir albüm çıkardı ve dağıldı. iki albümlerinde sıkça işlediği maganda konusu ve "amaney, gottürüverdin kafaney osutturuverdim" gibi sözleri ile bol vitamin albümünde eleştirdiğim çoğu şeyin sorumlusunun kimin olduğunu gösterdi.

    ercan saatçi: 1990'larda şarkıcılığı zorlasa da asıl başarısını doğan medya grubu'na kapak atarak kazandı. gazetelerinde fenerbahçe hakkında yazmak dışında grubun müzik kolunun sorumlusuydu. popstar juriliği döneminde popülaritesi zirve yaptı. bugün rec by saatchi şirketi ile müziğin mutfağında yer almaya devam ediyor. fotoğrafçılığa sardı. halen vitamin günlerini anarken tüm projeyi kendisi ve ufuk hazırlamış gibi anlatmaya devam ediyor.

    ufuk yıldırım: ercan saatçi'nin aksine ufuk yıldırım şarkıcılık özelliğini zaman içinde daha da çok öne çıkardı ve 90'lar boyunca akılda kalan şarkılar yaptı, sonra da albüm çıkarmaya ve sahne almaya devam etti. en son "ya arabesk'e ayıp etmişiz" furyasına katkıda bulunuyordu. bence "underrated" bir adam, çok yetenekli bir müzisyen ama bunu çok öne çıkaramadı.

    izel: 90'ları ve 2000'lerin ilk yıllarını sallayan bir isim oldu. yelken adlı şarkısını acayip severim. ama daha genç yıldızların piyasaya çıkması ve hande yener gibi isimlerin kendisinin söz yazarlarını kapması ile kariyeri sallanmaya başladı. alınan kilolar ve cilt problemleri gibi sıkıntılar ile bir ara neredeyse tamamen kaybolsa da bugün tekrardan sahnelerde ve yeni şarkılar çıkarmaya, hala kendisini takip eden bir kitleyi mutlu etmeye devam ediyor.

    çelik: izel-çelik-ercan projesine veda edip, solo albümü ateşdeyim ile... pardon ya, vitamin'de yer almayan bir bu vardı. sıradaki.

    sertaç demirtaş: vitamin'in maskotu gibi birkaç sene geçirerek grubun şive komiği ihtiyacını giderdi. 1995'te vitamin'den ayrıldı ve murat uzunal ile bizim çocuklar adlı vitamin benzeri bir proje yaptı. "bol vitamin"de ağır bir şekilde tiye aldıkları ahmet kaya'nın kendilerine klip çekmesi ilginç bir detaydı. sonra müziği bırakıp aile mesleği olan inşaata girdi. şimdi "geliyor kobra gözünü kolla" gibi muhteşem şarkılarına bir perde çekip, "en reisçi benim ulan"ı oynuyor. vizontele'de de cem yılmaz'dan dayak yiyen adamı oynayan demirtaş, film prodüktörlüğüne de el atmış.

    murat uzunal: ufuk ve ercan'ın peşine takılarak diğerlerinden ayrılan uzunal, uf-er projesine de dahil olmayınca öyle ortada kaldı. bir solo albüm çıkarsa da ekmeğini yine parodi müzikten kazandı. "bizim çocuklar" projesi sonrası "bizim murat" adıyla çıkardığı xxl (fil diyeti) ve ıspanaklı yumurta şarkıları ile 2000-01 gibi nispeten popüler oldu. sonra da sahne çalışmaları ve stüdyolarda geri vokaller ile hayatına devam etti.

    emrah anul, selçuk aksoy ve grup vitamin: gökhan semiz ile birlikte emrah anul ve selçuk aksoy, vitamin'i 90'larda ayakta tuttular. grup aşkın gözyaşları ve zeytinyağlı yaprak dolması albümleri ile canlı enstrümanları arkalarına alarak, kendi bestelerini yaparak müzikal olarak çok güçlenmişlerdi. zaten sözleri iyiydi, kaliteyi hiç düşürmediler. gökhan semiz aramızdan ayrılınca üstünde çalıştıkları iyi günler türkiye adlı albümlerini semiz'in anısına çıkarıp uzun bir sessizlik dönemine girdiler. kendilerini iyice özlettirdikten sonra vitamin'in mutfağında yer alan tolga sünter'i yanlarına alıp yeniden müzik yapmaya başladılar. günümüz mizahını ne kadar yakaladıkları tartışma konusu olabilir ama samimiyetleri ve de semiz'in mirasını devam ettirme çabaları kesinlikle çok değerli.

    2,5/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: rap vitamin, yakışır mı, özgün müzik
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap