544 entry daha
  • bundan yaklaşık bir buçuk yıl kadar evvel, kasabamızda her dönem verilen buz pateni derslerinin yeni başlayanlara yönelik olanına yazılmaya karar verdim. daha önce buz pistlerinde yalnızca bir kere, o da pek küçük yaşta ve pek aciz bir varlık göstermişliğim vardı ve ben vücudumdaki muhtelif kemiklere buzda sirtaki yaptırmamak adına bu pek neşeli duran sporu erbabından öğrenmenin en selametlisi olacağına kanaat getirmiştim.

    böylece bir kasım akşamüstü kendimi olimpik buz pistimizin binasında, kiralık patenleri ayağıma geçirirken buldum. heyecanla, coşkuyla doluydum; hayatımın geri kalanı boyunca belki de aşkla, tutkuyla bağlanacağım bir sporun tam eşiğinde durmanın tadını çıkarıyordum. keyfime inceden gölge düşüren tek bir şey varsa, o da ortamın üç-dokuz yaş grubunda çocuklar ve onlara patenlerini takan, eldivenlerini, şapkalarını giydiren, arada da kendi aralarında muhabbet eden ebeveynler tarafından istila edilmiş olmasıydı. hayır, çocuk sevgim tamdır elhamdülillah, lakin biraz zor olmayacak mıydı büyüklerle çocukların aynı anda ders alması? bir yandan da etkilendim. “vay be” dedim, “nasıl bir memlekettir ki bu, bütün çocuklar ufacık yaşta öğreniyorlar buz patenini, büyükler arasında kaymayı bilmeyen bir allahın kulu yok, buz pateni dersi almaya yetişkin namına ancak benim gibi yabancılar hacet duyuyor.”

    bu soğukkanlı, gözlemci tavrım ders saatinin gelip çatmasıyla beraber kendini elle tutulur bir dehşet hissine bırakmaya başlayacaktı. zira gözlerim beni yanıltmıyorsa etrafta ayağında paten dersi bekleyen, iki basamaklı bir yaşa ve 1.45’in üzerinde boya sahip tek insan bendim. evet, yaşımdan küçük gösterdiğimi söylerler sıklıkla, ancak hepsi çocuğum olabilecek yaşta bunca yavrunun arasında kaynayıp gidebileceğim kadar da değil doğrusu. ağır bir rezillik yaşanacaktı, farkındaydım. filhakika, ortamın garabeti kaçacağım diye ödediğim onca parayı yakacak ve kendimi bu heves ettiğim sporu öğrenmekten geri bırakacak bir karakter yapısına veya finansal duruma sahip de değildim.

    ben bunları düşünedururken yaşayacağım kepazeliğin boyutları kendini iyiden belli etmeye başladı: buz pateni hocaları (hepsi üniversite öğrencisi gençler) ellerinde üzerinde ingilizce “kelebekler,” “papatyalar,” “yıldızlar” gibi anaokulu esintisili grup isimleri yazan ve bu isimlere koşut çocuksu resimlerle bezenmiş kartonlar tutarak ortaya çıkıp, tüm öğrencileri kendi gruplarının etrafında toplanmaya davet ettiler. ben de hocaların birinin elindeki listeden şimdi adını hatırlayamadığım (bünye, kendini koruma içgüdüsüyle silip atmış olacak) grubumu buldum, hocamın ve çocukluklarının baharındaki grup arkadaşlarımın yanındaki yerimi aldım, piste adım atmak üzere ezik bekleyişime geçtim. acı çekiyordum.

    nihayet piste (bir kısmımız hayli zorlanarak) çıktık ve benim çok güç bulmadığım temel hareketleri yapmaya başladık hep beraber. söylemem lazım gelir ki, tüm bu süreç boyunca ebeveynler güruhu pistin hemen arkamızdaki cam duvarının etrafına dikilmiş yavrularının buz üzerindeki ilk salınımlarını sanki muazzam bir gösteriymişçesine izliyor, onlara el sallıyor, öpücük yolluyor, tezahürat yapıyorlardı. o anneler ve babalar benim pisti dolduran, hiçbir gözden kaçamayacak sapkınlıktaki varlığımı neyle açıkladılar, bunu bugün bile bilesim yok.

    takdir edersiniz ki hocaların buz patenini öğretmeye ve sevdirmeye yönelik pedagojik teknikleri de orta yaşa ilerleyen doktora öğrencilerinin değil, bu en büyükleri olsa olsa ilkokul üçe gidiyor olan bıdıkların gelişim seviyeleri göz önüne alınarak şekillenmişti. bu sebeptendir ki, hayatımın hiçbir döneminde oynadığımı hatırlamadığım tilki tilki saatin kaç oyununu buzlar üzerinde küçük amerikalı dostlarımla, suratımda acıklı bir gülümseme eşliğinde oynamak durumunda kaldım. o kırk dakika böyle böyle geçti; yeri geldi hemen solumdaki aşırı tatlı minicik esmer kızı son anda düşmekten kurtardım, yeri geldi patetik halimi birkaç saniyeliğine unutup buz üzerinde akıp gidiyor olmanın keyfine vardım. dersimiz bittikten, hocamız bütün küçümenlere üzerinde çiçekler böcekler olan yapıştırmaları dağıttıktan hemen sonra (ki benim bu yapıştırmalardan edinmek yolunda herhangi bir teşebbüsüm olmadığını belirtmeme lüzum yok zannederim) pisti terk etmeye yöneldik.

    aynı esnada bizden hemen sonraki derse katılacak öğrenciler de pistin kapısına yığılmışlardı. ben zihnimden “artık tüm rezilliği göze alıp bir dahaki derse de gelirim, ama buz üzerinde güvenle kaymayı, durup kalkmayı becerdiğim ilk anda bu iş biter” gibi hesapları geçirirken birinin adımı söylemesiyle irkildim. bir de baktım ki, bizim bölümden tayvanlı sempatik genç daniel’dır bana seslenen. hemencecik kendisine içler acısı deneyimimi anlatmaya, sözünde yüzünde bir teselli ifadesi aramaya koyulduğumda laf arasında onun da buz patenine yeni başladığını öğrendim. nasıl yani? o ve etrafında dikilen tüm bu insanlar, tüm bu boyu boyuma, yaşı yaşıma uygun yetişkinler kitlesi ilk buz pateni derslerini almak üzere mi toplaşmışlardı burada? yeni başlayan çocukların dersi ayrı, yetişkinlerinki ayrıydı ve bunu bana ne kayıt olmadan önce dikkatle incelediğim broşür, ne kaydımı yapan insan, ne de şu anda etraftaki onca görevliden herhangi biri söylememiş miydi? hele hele erişkinler için ayrı bir ders oldugunu bilirken, benim buz pateni dersini düzinelerce çocukla birlikte alıyor olmamda zerre tuhaflık, fevkaladelik yokmuşçasına davranan hocama ne demeli?

    ilk şaşkınlığımı atlatır atlatmaz hemen oradaki görevlilerden birine koşup durumu açıkladım, grubumu değiştirmek istediğimi belirttim. saat altıda değil de beşteki dersi seçmiş olmamın tek sebebi günümü daha erken tamamlama arzusuydu, lakin bu arzum hiç bir surette beni buzda bir kere daha “tilki tilki saatin kaç” oynamaya ikna edebilecek kuvvette değildi. meramımı anlattığım görevli insan bana “hay hay, elbette, ne demek” demekle kalmadı, bir de eğer arzu edersem şu anda başlamak üzere olan derse de girebileceğimi söyleme inceliğinde bulundu. böylelikle ben bu sefer de daniel ve diğer akranlarımla beraber pistlere döküldüm, demin küçük dostlarımla iken öğrendiğim figürleri ustalıkla sergileyerek bir nevi şov yaptım; acayip deneyimim kendince hoşlukla, mutlu sonla nihayetlendi diye onandım, gönendim...

    o günden bugüne, bu hikayemi anlattığım handiyse tüm aile ve dost eşrafı beni alaylı gülüşlerle, “ama canım, yani sen de” diye başlayan ve yerimde kendileri olsa bu olayın, öyle veya böyle, yaşanmayacağı anafikrini taşıyan cümlelerle karşıladı. hakları yok muydu? kayıt öncesinde broşürü çok özenle okuduğuma, orada “saat beş dersi çocuklarımız, çiçeklerimiz, yarınımızın büyükleri içindir; bugünümüzün büyükleri, sizin dersiniz ise saat altıdadır” kabili bir beyan olmadığına neredeyse yemin edebilirim. heyhat, gerçeği görmeliyiz dostum, bunun başka çaresi yok: buz pistine çıkmayı beklerken ve etraftaki yetişkin kıtlığını fark ettiğim ilk anda gidip durumu soruşturmak yerine “vay be, amerika’da herkes nasıl da sportif, buz pateni dersine nasıl da ancak küçükler ihtiyaç duyuyor” gibi üstün absürdlükte yargılara varabilmiş olmam, artık haddinden fazla kaçmış bir mülayimlik mi, basiretsizlik mi, yoksa ahmaklık mı dersiniz bilemem, onun şaşmaz ifadesidir ve gerçekten de trajiktir. oysa benim de kendimle ilgili ne hayallerim vardı...
3654 entry daha
hesabın var mı? giriş yap