aynı isimde "yumurta" başlığı da var
56 entry daha
  • albert camus'nün yabancı'sıyla paralellikleri var.

    yusuf karakteri, boş vermişliği-nihilizmi- ve annesini kaybetmesiyle meursault ile benzeşiyor. film aynı zamanda yusuf karakterinin 'sanki' yabancı olduğu dünyaya alışmasının da hikayesi. bir nevi yol ayrımına gelen yusuf'un takip edeceği yolun anlatımı, ki bunun hayatta anlam bulma, hayatına değer katma yolu olduğunu düşünürsek bir anti-meursault olma süreci. bu süreç de hayatta en çok hissedilen ya da tek gerçek olarak düşünülen ölüm ile başlıyor.

    semih kaplanoğlu da bu yol ayrımı meselesini filminin ilk plan sekansında belli ediyor. bu harika açılış sahnesinde yönetmenin kamerasının durduğu yer filmin tavrını simgeliyor, malum kamera tam yol ayrımında.

    yusuf köye gittiği an bir değişim içerisine giriyor. doğal olarak ilk zamanlarda bu yaşam onun 'ayağına' bir kaç numara küçük geliyor. ancak sonra sanki yasının bir simgesi olan sakallarını kesmekle başlıyor işe. ayla ile aralarında bir yakınlık kuruluyor, buraların senaryoda belirsiz kalması bence bu ilişkiyi daha da cazip hale getiriyor.

    sonra yusuf adağı yerine getirmek için çıktığı yolculuk sonrası (o ilginç köpek sahnesiyle de) aydınlanıyor ve yeni bir hayata başlamaya karar veriyor.

    kendi adıma semih kaplanoğlu'nun bir önceki filmi meleğin düşüşünü beğenmemiştim. orada daha kopuk ve gereksiz uzunlukta planlar vardı. bu filmde ise ritmini yakalamış gibi göründü bana. gerçi senaryonun daha iyi olabileceği hissiyatını verdiği de bir gerçek. mesela yusuf bayılma sahnesini anlayan varsa lütfen bana mesaj atsın, ben anlamadım; film üçleme bile olsa her film kendi bacağından asılır. sonra ufuk bayraktar'ın karakteri, ayla'nın yusuf'a olan ilgisini dolaylı olarak iyi vurgulasa da biraz muallak kalmış gibi.

    film sanat yönetimi açısından ise gayet başarılı; köy yaşamıyla ilgili detaylar, karakterlerin giydikleri vs.
    özet olarak yumurta türk sinemasında son zamanlarda yapılmış en iyi filmlerden bir tanesi daha da önemlisi oldukça mütevazi bir film. bu kadar ödülü hak ediyor mu tartışılır, ancak festival jürileri de onlarca saçma sapan yazılmış, popülist türk filmlerinden sıkılmış olacaklar ki bu filmi ödüllere gark etmekte beis görmediler. bunda anormal bir durum yok.

    medyada da, sözlükte de bu filme yapılan saldırıyı da anlamış değilim. sanki reklam kampanyaları yapılmış, genç türksel herkesi bu filme zorla sokmuş da insanlar bu filme gittiklerine pişman olduklarını söylüyor hatta dakikalarımızı çalan film gibi saçma sapan sıfatlar yakıştırıyorlar. aslında popkorn sinemasıyla arthouse'u birbirinden ayıramayıp, film ve yönetmeni hakkında edilmiş iki üç kelam okumadan sinemalara gidenlere müstahak böylesi. onun haricindekilere ise sinemayla, sembolizmle dolu bir doksan dakika vaad eden iyi bir film işte.
126 entry daha
hesabın var mı? giriş yap