5 entry daha
  • 1928 yazında latin harfleri kabul edildiğinde biz ailecek bulgaristan'da yazlıktaydık; sofya yöresinde gorna bana'da. bir gün babam kente inmişti. elinde türk gazeteleriyle döndüğünde, "gazeteler yazıyor" dedi, "yeni harfler kabul edilmiş. birkaç yıla kadar türkiye'de okuma yazma bilmeyen tek insan kalmayacak." heyecanlıydı. "gel, sana beş dakikada öğreteyim" dedi. fransızca'dan latin harflerinin yabancısı değildim. "yaz adını" dedi. yazdım. bir iki cümle daha yazdırdı. ufak tefek düzeltmeler yaptı. "işte" dedi, "öğrendin. bu kadar kolay, millet ümmilikten kurtuluyor artık."

    o kemalist kuşak içinde başkaca kavrayış sahibi olanlar bile, yazının kolaylığı ile okuryazar oranı arasında doğrudan doğruya bir bağlantı kurma yanılgısına düşebiliyordu. oysa dünyanın en zor yazılarından biri japoncaydı. ama daha o yıllarda dünyada okur-yazar oranı en yüksek olan ülke de japonyaydı. üstelik yüzyılların emeğiyle oluşmuş bir kültür birikiminin yazıya dökülüşü olan belge, kayıt ve kitapları bir sonraki kuşağın okuyamaması durumunun nasıl bir boşluk, nasıl bir cinsten "ümmilik" meydana getireceğini düşünen yoktu.

    kıyafet devrimi denen şey fesi, sarığı, çarşafı atmaktan ibaret değildi. bütün bürokrasi millî bayramlarda ve balolarda ingiliz lordları gibi frak ya da smokin giymek zorundaydılar. bir gün önces çarşaflı, yüzü peçeli gezen eşleri, 1920'lerin paris modası tuvaletlerle baloya gitmeli, erkeklerle dans etmeliydiler. esnaf, genel olarak halk, "devrimin" bu yanının dışında kaldı. eşraf da öyle. bürokrasinin alt katmanı, küçük memurların eşlerine tuvalet almaya, kendilerine frak, smokin diktirmeye güçleri yetmezdi. böylece "devrim", ancak kemalist bürokrasinin üst katmanlarınca eksiksiz benimsenebildi. (...)

    ulusal olanı inkâr etmeden bir senteze varmaktı doğru yol. batı'nın bir süreç sonucu vardığı sentezi olduğu gibi almaya kalkışmak değil. bugün nobel ödülü'nü kazanan japon bilim adamı, isveç kralının geleneksel davetine ulusal giysilerini giymiş eşiyle katılıyor. japonların "çağdaş uygarlık güzeyin" ulaştıktan başka ötekileri geçmesinin sırrını biraz da bu örnekte aramak gerek.

    (bkz: mihri belli'nin anıları), s.59-60, (bkz: mihri belli)

    mihri belli, japon tecrübesine atıfla yapılması lâzım gelenin bu olduğunu söylüyor ve sentez (terkib) bir bakıma hesaplaşmayı, seçmeyi ve hatta gerektiğinde reddetmeyi de icab ettireceğinden, "bir şeyi olduğu gibi almaya çalışmanın" hesaplaşmaktan kaçınmak anlamına geleceğini ima ediyor.

    (bkz: arasokakların tarihi), s.226-227, (bkz: dücane cündioğlu)
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap