43 entry daha
  • sene 1952, yaşar nabi nayır 3 yıl önce nobel mükafatını kazanan wilyem folkner'den bir kitap çevirmek istiyor, duyduğuma göre zor bir yazarmış şöyle okunacak bir şeylerini çevirelim diyor talat halman'a. talat halman da knight's gambit adlı öyküler toplamını, albüme adını veren şarkı olmaksızın çeviriyor duman adıyla, öyküler bomba, içlerinde bilhassa "yarın" adlı öykü fevkalade. neyse, bu kitap faulkner'dan türkçeye çevrilen ilk eser oluyor. sonra bilge karasu dr. martino'yu çeviriyor falan derken 50'lerde türk edebiyat çevrelerinde bir vaveyla kopuyor ve faulkner'ın küçük çapta bir hayran kitlesi oluşuyor. talat halman bir edebiyatçı meclisinde yaşar kemal'le tanıştırıldığında onun duman'ın çevirmeni olduğunu bilen yaşar kemal "vaay, faulkner baba" diyerek karşılamış halman'ı. akabinde 1960'a gelindiğinde yaşar kemal'in henüz ikinci romanı ortadirek'te belirgin faulkner izleriyle karşılaşıyoruz. 60'lar boyuncaysa faulkner'ın belli başlı romanları ses ve öfke, döşeğimde ölürken, ağustos ışığı ve kutsal tapınak türkçeye çevriliyor, faulkner iyiden iyiye tanınıp sevilen bir yazar oluyor.

    o zamandan beri türkiye'de faulkner etkisiyle yazılan başkaca romanlar muhakkak olmuştur, sessiz ev'in onlardan biri olduğunu biliyorum, kemal bilbaşar'ın bazı romanlarının öyle olduğunu sanıyorum. ama yusuf atılgan açısından bakıldığında faulkner etkisi altında yazılmış bir anayurt oteli'nden başka, aynı etki sebebiyle yazılamamış iki romanın daha bahsi geçer. ilki parmakkapı pansiyon (ya da parmakkapı'daki pansiyon) adında bir kitap; hakkında fazla malumat yok. ama pansiyon-otel çağrışımından anayurt oteli'nin atılgan'ı tatmin etmemiş bir provası olabileceği akla ilk gelen şey. diğer kitapsa eşek sırtındaki saksağan adında, tamamlanmış ama atılgan'ın fazlasıyla faulkner etkisi altında bulup (bir yerlerde döşeğimde ölürken'e çok benzediğini okumuşum) yaktığı, bu yüzden çevresinden sitem gördüğü bir romanmış.

    tahminim o ki, 60'lar boyunca faulkner başyapıtları ardı ardına türkçeye çevrilirken, halihazırda flaubert'e taş çıkarırcasına ıkına ıkına yazan, cümlelerini bütün fazlalıklardan arındırıp ekonomikleştirme takıntılı atılgan bu üslubun kusursuzluğu karşısında yazdıklarından büyük bir tatminsizlik duyarak 1959'dan 1973'e, yani tam da faulkner'ın çevrildiği onyıl boyunca hiçbir eser yayınlamamıştı. ama bu etki, yusuf atılgan'ın kendi mükemmeliyetçiliğinin üzerine tuz biber olduktan ve 14 yıl boyunca atılgan'a bir mukaddes ızdırap yaşattıktan sonra ortaya çıkan şey olağanüstüydü ve eşek sırtındaki saksağan'ın yakılmasına sitem eden arkadaşlarına "boşver, daha iyisini yazarız" vaadinin de fazlasıyla yerine getirilmesiydi.

    o yüzden, anayurt oteli gibi kararında faulkner ilhamlı bir kitabın varlığının verdiği emniyetle diyorum ki, yakılan iki kitap için üzülmemize gerek yok; en azından ben üzülmüyorum. lafı gelmişken şunu da belirdeyim; aylak adam iyi bir roman olabilir, ben de seviyorum lafım yok ama başka dillere çevrildiğinde benzeri halet-i ruhiyeyi konu edinen bir dolu roman arasında öne çıkamayabilir. oysa anayurt oteli başlı başına bir edebiyat olayı ve muhtemelen türkçede yazılmış en orijinal roman; yurtdışında çevrilip okunabildiği ölçüde modern bir klasik olarak anılacağını biz görmezsek de çocuklarımız görür inşallah.
320 entry daha
hesabın var mı? giriş yap