880 entry daha
  • ilk durağım belgrad, beyaz şehir. ismini kale duvarlarındaki beyaz taşlardan almış.

    10.40 gibi üsküp havaalanından, üsküp şehir merkezine uğramadan doğruca belgrad'a doğru hareket ettik. a1 otoyolu var. diğer ismi barış otobanıymış. yugoslavya zamanından kalma ve makedonya ve sırbistan'ı birleştirip yukarı giden bir otobanmış. o cumhuriyetleri birbirine bağladığı için barış otoyolu deniyormuş.
    belgrad'a ancak akşam saatlerinde ulaşabildiğimiz için çok detaylı gezemedik. otobüsle parlamento binası gibi bir kaç önemli yerden geçtik. şehirde bazı binalar bombalanmış hali ile bırakılmış. sürekli göz önünde durması ve hatırlamak için böyle düşünülmüş. otobüsle kısa bir şehir turundan sonra kale meydanı denilen yerin oralarda indik. buradan tuna ile sava nehirlerinin birleştiği yer gözüküyor. bu iki devasa nehrin birleşimi güzel bir manzara oluşturuyor.

    şehirde garip, değişik bir koku vardı. böyle esrarlı gibi garip yoğun bir kokuydu. esrar kokusunu da bilmiyorum da öyle deniyor ya. bol sigara içilmiş gibi.

    her ne kadar çok fazla gezme şansımız olmasa da şehri küçük buldum. koskoca yugoslavya'ya başkentlik yapmış bir şehri daha büyük bekliyordum. kale meydanına çıkan trafiğe kapalı bir caddesi var orası güzel, kalabalık ve canlı. etrafta çok fazla güzel kız vardı.
    çoğu binalar eski ama mimarisi güzel. sava nehrinin kenarında beton hala denen yer var. kafeler var dediler. pek bir numarası yok 10 15 kadar kafe var yan yana fakat canlı değil.
    yeni yeni şehir semtleri kuruluyor. rehberimizin dediğine göre üç milyar dolarlık arap yatırımı gelmiş. modern binalarla yeni bir semt inşa ediliyormuş.

    belgrad'da mr. president otel'de kaldık. 4 yıldızlı bir otel. yemekte bildiğimiz noddle'ı çorba diye koymuşlar. bir de top köfteli patatesli bir yemek vardı. açık büfeydi. herkes ikişer tane falan almıştı köfteden. ben 5 6 tane yedim. bir de soslu makarna vardı. onu çok beğenmiştim.

    sırbistan'da genel olarak tarıma epey önem veriliyormuş. bu yüzden köyden kente göç fazla değil. hatta belgrad'dan saraybosna'ya doğru giderken bazı köylerden geçtik. köy evleri o kadar güzel, temiz ve birbiri ile uyumlu ki hayran kalmamak mümkün değil. otobüsteki herkes camdan evlere bakmaktan kendini alamadı. insanların köyleri sevdiği çok belli. karayolu bitiyor hiç boşluk kalmadan hemen çim alan başlıyor. bir su kanalı var. sonra evlerin bahçeleri başlıyor. bahçe içleri yine yemyeşil çimlerle kaplı. bazı yerlerde kadınlar çim biçme makineleri ile çimleri düzeltiyorlardı.

    rehberimizin anlattığı yugoslavya'ya dair iki anekdot:

    tito abd'de beyaz sarayda başkanla görüşürken küba purosu içiyormuş. görevliler tito'ya, 'burada sigara içilmiyor.' deyince, o da 'ne mutlu size!' demiş ve içmeye devam etmiş. yani o dönem çok güçlü imiş tito. hatta yugoslav vatandaşları abd'ye vizesiz seyahat edebiliyormuş bir dönem.

    soğuk savaş döneminde, yugoslavya lideri tito uzay çalışmalarıyla ilgili belgeler ele geçirmiş. malum o zamanlarda abd de sscb ile uzay yarışındalar. abdli yetkililer tito'dan bu belgeleri kendilerine satmasını istemiş. tito da iki milyar dolar karşılığında kabul etmiş. belgeler o kadar çokmuş ki gemiyle bir afrika ülkesine götürmüşler. alışveriş orada olmuş. tito da aldığı bu para ile ülkeyi kalkındırmış. otoyollar binalar vs yapmış. sonra abd belgeleri inceleyip de çoğunun işe yaramaz olduğunu görünce parayı geri istemiş. tabi tito parayı harcadığı için verememiş. bir ara borca karşılık araba yapıp vermiş. o araba da abd'de tutmamış. rehberimiz dedi ki yani o zaman karar vermişler yugoslavya'yı dağıtmaya. bu olay da şöyle ortaya çıkmış. o belgelerle birlikte abd'ye 40 kadar bilim adamı da gitmiş. bunlar yugoslavya'da çeşitli şekillerde öldü olarak gösterilmiş. daha sonra onlardan orada hayatta kalıp geri dönenler olmuş. bunlar tvlere çıkmışlar. ailelerini bulmak istemişler. olay böyle böyle ortaya çıkmış.

    rehberimizin sırp kinine dair anlattığı bir hikaye de şöyle:

    ikinci dünya savaşı sırasında sırplar müslümanları katlediyorlarmış. 1942 yılında drina nehri üzerinde bir köprüde, o zaman yirmi yaşında olan bir gencin boğazını keserek nehre atmışlar fakat genç ölmemiş ve yakınlardaki bir köyde tedavi edilerek hayatta kalmış. aradan 50 yıl geçmiş. bu genç evlenmiş hatta torun sahibi olmuş. aradan 50 yıl geçmesine rağmen sırplar bu olayı unutmamışlar. 1992 yılında sırplar aynı adamı tekrar bulmuşlar. daha önce seni öldüremedik diyerek yine aynı yerde, aynı köprü üzerinde yine boğazını keserek, drina nehrine atmışlar. adam bu kez tabi kurtulamamış ve ölmüş.

    drummerlizard isimli yazar arkadaşın mesajı üzerine ek:
    beton hala normalde çok hareketli ve hatta baya kaliteli ortammış. gününe göre değişiyormuş. ben hareketsiz döneme denk gelmişim demek ki. köyden kente çok göç varmış. köy okulları çocuk yok diye kapanıyormuş bir bir. köylerde nüfus ortalaması 60-70 falan. tarlalarda çalışacak genç nüfus yokluğundan bir sürü tarla bomboş duruyormuş. "belgrad’ı bir gören ya çok nefret eder ve bir daha adımını atmaz ya da senin gibi bir daha gelmek ister." diyor :)

    sonraki: (bkz: srebrenica /@lonelycowboy)

    (bkz: balkan turu /@lonelycowboy)
260 entry daha
hesabın var mı? giriş yap